87

٨٧

يَا بَنِىَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخيهِ وَلَا تاَيْأَسُوا مِنْ رَوْحِ اللّهِ اِنَّهُ لَا يَايْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللّهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

(87) ya beniyyez hebu fe tehassesu miy yusüfe ve ehiyhi ve la tey’esu mir ravhillahi innehu la ye’yesu min ravhillahi illel kavmül kafirun

ey oğullarım! haydi gidiniz iyice araştırın yusuf ve kardeşinin durumu (hakkında) Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin şüphesiz (Allah’ın rahmetinden ancak); kafirler topluluğu ümidini keser

(87) O my sons go you and enquire about Joseph and his brother and not give up hope of mercy Allah’s certainly no one despairs of Allah’s mercy except the people who disbelieve

1. yâ beniyye izhebû : ey oğullarım, gidiniz
2. fe : artık
3. tehassesû : iyice araştırın
4. min yûsufe : Yusuf’tan, Yusuf’u
5. ve ehî-hi : ve onun kardeşi
6. ve lâ te’yesû : ve umut kesmeyin
7. min revhi allâhi
(er revhu)
: Allah’ın rahmetinden, Allah’ın vereceği ferahlıktan, sevinçten
: (sevinç, ferahlık, rahmet)
8. inne-hu : çünkü o
9. lâ ye’yesu : umut kesmezler
10. min revhi allâhi : Allah’ın rahmetinden, Allah’ın vereceği ferahlıktan, sevinçten
11. illâ : …den başkası, hariç
12. el kavmu el kâfirûne : kâfirler kavmi (onu inkâr edenler topluluğu)


AÇIKLAMA

Yusuf (a.s.)’ın kardeşleri, kesinlikle hırsız olamayacaklarını söyleyip, kendilerine göre yükünde çalınan şey bulunanın köle olarak alıkonmasının zorun­lu olduğunu bildirdikten sonra ölçeğin Bünyamin’in yükünden çıkarıldığını görünce şöyle dediler: “Bünyamin hırsızlık yaptıysa daha önce kardeşi Yusuf (a.s.) da hırsızlık yapmıştı. İkisinin hamuru da aynı mayadan”. Onlar bu sözlerle Vezire kendilerinin bu iki kardeşe benzemediklerini göstermeyi ve yaptı­ğına karşılık Bünyamin’e serzenişte bulunmayı hedefliyorlardı.

En sahih rivayette hırsızlığın Yusuf (a.s.)’a nisbet edilmesi şöyle geçer:

İbni Mürdeveyh rivayet ediyor: İbni Abbâs (r.a.) der ki: “Yusuf (a.s.), anne­si tarafından dedesinin altın ve gümüşten yapılmış bir putunu almıştı. Onu kırarak yolun kenarına attı. Bu yüzden kardeşleri ona suç isnad ettiler”

Katâde şöyle der: “Yusuf (a.s.), dedesinin bir putunu alıp onu kırdı.” Mücâhid de şöyle anlatır: “Bildiğim kadarıyla Yusuf (a.s.)’ın başına gelen ilk imtihan ve bela şudur: Yusuf (a.s.)’ın halası, İshak (a.s.)’ın kızı olup, aynı zamanda en büyük çocuğuydu. İshak’ın kuşağı, bu halanın yanındaydı. Onlara büyüklük sırasına göre miras kalıyordu. Kuşağı kim, sahibinden alıp gizlerse tartışmasız o kişinin kölesi olur, sahibi de ona dilediğini yapardı. Yusuf (a.s.) dünyaya gelince bakımını halası üstlendi. Ona karşı şefkat ve sevgi hissediyor ve kimseyi onun kadar sevmiyordu. Nihayet Yusuf (a.s.) yetişip büyüyünce Yakup (a.s.) oğlunu özledi. Kardeşine gelerek kardeşim! Artık Yûsuf’umu bana geri ver. Allah’a yemin ederim ki onun yokluğuna bir saat bile dayanamıyorum’ dedi. Kızkardeşi ise ‘Andolsun ki onu bırakamam’ dedi ve şöyle devam etti: ‘Birkaç gün daha yanımda kalsın. Ona bakıp sükûnete kavuşayım. Böylece belki biraz teselli olurum’.

İbni İshak, İbni Cerîr ve İbni Ebî Hatim’in naklettiğine göre; Yakup (a.s.) yanından çıkar çıkmaz. İshak (a.s.)’ın kuşağını alarak elbisesinin altından Yusuf (a.s.)’ın beline doladı. Sonra da ‘İshak (a.s.)’ın kuşağını kaybettim. Kim onu alıp da eline geçirmiş, arayın bakalım’ dedi. Aramaya başlayınca Yusuf (a.s.) da buldular, bunun üzerine halası şöyle dedi: “Vallahi! Yusuf artık benim kölemdir. Ona dilediğimi yaparım’. Yakup (a.s.), gelince kardeşi olanları anlattı. Yakup (a.s.), ona şöyle dedi: ‘Öyle ha! Eğer dediğin gibi yaptıysa o, senin kölendir. Bundan başkasına benim gücüm yetmez’. Halası Yusuf (a.s.)’u yanında alıkoydu. Kardeşi ölene kadar Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.)’u yanına almayı başaramadı. İşte Yusuf (a.s.)’un kardeşini yanında alıkoymak için Bünyamin ile beraberce oynadığı oyun esnasında kardeşlerinin dediği; “Çalmışsa daha önce kardeşi de çalmıştı” sözü budur.

‘Yusuf,” onların bu sözünü içinde sakladı ya da bundan sonraki “Durumu­nuz pek kötüdür…’ cümlesini veya sözünü içinde sakladı”.

İçinden onları bu sözleriyle hesaba çekerken bunu onlara belli etmedi ve onları bağışladı. Onlara belli etmeden içinden şöyle dedi: Bünyamin’i hırsızlık­la suçladığınızdan dolayı durumunuz pek kötüdür. Oysa siz, babanızdan kardeşinizi çalıp, ölsün de kurtullasınız diye onu kuyuya attınız.

Allah, söylediğiniz ve anlattığınız şeyleri bilir.

Bu ifade açıkça bildirmeden önce zamir kullanma üslûbu olup, Arap Dili Kuran ve hadis’de sıkça geçer.

Bundan sonra Yakup (a.s.)’un oğulları, Yusuf (a.s.)’un merhametine sığınıp belki Bünyamin’in yerine içlerinden birini alıkoyar diye ondan şefaat dilediler. Yine onların şeriatlarında esiri kurtarmak için bedel verilmesi ve affedilmesi caizdi.

Kardeşleri şöyle dediler: Ey Vezir! Onun kendisine son derece bağlı yaşlanmış kocamış bir babası vardır.Bünyamin’i aşırı derecede sever ve kaybettiği çocuğunun yerine onunla teselli bulur. Ya da babası kadri yüce, gözetilmeye, güzel muamele edilmeye ve yardıma layık bir zattır.

Bu sebepten onun yerine bizden birini al, yanında ona karşılık rehin olsun. Doğrusu biz, senin hem erzak hem de bizzat ikram hususunda bize iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz. Veya insaflı adil ve iyiliğe kefil olan kimselerden ya da iyilik etmeyi âdet haline getirmiş kimselerden olduğunu görüyo­ruz. Bu sebepten bize iyi davranmaya devam et.

Yusuf, onlara şöyle cevap verdi: “Sizin de söyleyip, itiraf ettiğiniz gibi ölçeği yanında bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan kesinlikle Allah’a sığını­rız”. Yusuf (a.s.), yalandan korkarak “Hırsızlık yapanın dışında” dememiştir. Yusuf (a.s.) şöyle devam eder: “Eğer biz, başkasını alıkoyarsak bu, sizin kanun­larınıza göre zulümdür. Çünkü suçlunun yerine masum olanı alıkoymuş oluruz. Bu sebepten haksızlık olduğunu bildiğiniz şeyi niçin istiyorsunuz?”. Bu sö­zün asıl gayesi şu hususu açıklamaktır: “Allah, bana bu husustaki maslahat sebebiyle Bünyamin’i alıkoymamı emredip, vahyetti. Eğer Allah’ın emrettiği kimseden başkasını alıkorsam zâlim olur ve vahyin aksine amel etmiş olurum “. Bu ifade, onların isteklerini kuvvetli bir şekilde reddetmekte ve Rablerine sığınma manası taşımaktadır. Çünkü istenen şey, haksızlık ve zulümdür. Bundan sonra sıra aralarında konuşmaya gelmiştir

Yusuf un kardeşleri, babalarına götürmek zorunda oldukları ve bunun için söz verdikleri kardeşleri Bünyamin’in salıverilmesinden ümitlerini kesince in­sanlardan uzaklaşarak aralarında fısıldaşmaya ve durumlarını istişare etmeye başladılar. Kardeşleri Yusuf u öldürmeye karar verdiklerinde kuyuya atılması fikrini öne süren ve yaşça en büyükleri ya da en isabetli düşünenleri olan Rûbîl ya da Yehûzâ şöyle dedi: ‘Muhakkak ki bu, çok önemli bir olaydır. Siz, babanızın helak olmamız dışında Bünyamin’i geri götüreceğinize dair sizden söz aldı­ğını hatırlamıyor musunuz? Yine geçmişte kardeşiniz Yusuf meselesinde ileri gittiğinizi ve onu babamızdan ayırdığınızı bilmiyor musunuz? Bu sebeple baba­nızı üzüntü ve keder sahibi yapmıştınız

“Artık babam bana dönmem için izin verene ya da Allah hakkımızda” kar­deşimi almama veya Mısır’dan çıkmamıza imkân verecek şekilde “hüküm vere­ne kadar” Mısır’dan asla “ayrılmayacağım” ve Bünyamin’i orada bırakmayacağım. Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır. O, sadece hak ve adaletle hükme­der.

Bu onun şahsî kararıydı. Babalarına söyleyecekleri şeyler hususundaki görüşü ise şuydu: “Siz babamıza dönün ve ona şöyle söyleyin: “Ey Babamız! Oğ­lun, kralın erzak ölçeğini çaldı. Mısır’da yönetimi elinde bulunduran Vezir, bi­zim ona bildirdiğimiz şeriatımıza uygun olarak onu köle edindi. Biz, bildiğimiz ve gördüğümüz üzere ölçeğin Bünyamin’in yükünden çıkarılması dışında onun hırsızlığına şâhid olmadık. Biz, sana söz verirken onun hırsızlık yapıp, köle olarak alıkonacağını bilemezdik. Ya da Yusuf ile başına bir musibetin geldiği gibi yine bir belâ ile karşılaşacağını bilemezdik. Netice olarak, biz gerçeği bil­miyoruz. Çünkü gaybı, Allah Tealâ’dan başka hiç kimse bilmez.

Ey Babamız! Olanları, Mısırlı kervan halkına sor. Hırsızlık, haberi orada yayılmıştır. Ayrıca bizimle beraber erzak getiren kervandakilere de sor. Onlar bu sözleriyle töhmeti kendilerinden uzaklaştırmak için mübalağa ediyorlardı. Çünkü kendileri, hâlâ şüpheli kimselerdi ve Yusuf (a.s.) ile ilgili hadiseden dolayı töhmet altındaydılar sonra Yakup (a.s.)’ın oğulları, doğru olduklarını şu kaville desteklediler: “Biz, sana onun hırsızlık yaptığını ve bu sebeple köle olarak alıkonduğunu bildirirken tamamen doğru söylüyoruz.” Buraya kadar bütün söylenenler, Yakup (a.s.)’ın en büyük çocuğunun sözleriydi. Bundan sonra Allah Tealâ, babalarını zikretmeye başlamıştır

Babaları çocuklarının doğru söylemediklerini gösteren bir tarzda onlara cevap vermiştir. Onlar yalancı bir kana buladıkları Yusuf (a.s.)’ın gömleğiyle geldiklerinde de Yakup (a.s.) onlara aynı şekilde cevap vermişti. Yakup (a.s.) şöyle diyordu:Size nefsiniz arzu ettiğiniz başka bir işi, tatbik ettiğiniz yeni bir hileyi güzel gösterdi. Yoksa siz fetva verip, öğretmeseydiniz, bilmiyorum bu adam çaldığı için hırsızı alıkormuydu

Şu anda yapabileceğim tek şey güzelce sabretmekdir. Böylece ne telaşlanarak hüzünlenir ne de kimseye şikâyette bulunurum. Ben, Allah’ın takdirine razıyım. Sadece O’na derdimi açarım. Böylece , Yakup (a.s.), Allah’dan üç çocuğunu kendisine geri döndürmesini ümit etmeye başladı. Bunlar, Yusuf (a.s.), Bünyamin ve Mısır’da kalarak Allah’ın takdirini bekleyen, diğer bir ifadeyle babasının kendisinden razı olup dönmesini emretmesini veya gizlice kardeşini kaçırmayı bekleyen Rûbîl idi. Yakup (a.s.) şöyle dedi: “Belki kendisinden üç çocuğumu bana geri döndürmesini istediğim Allah, onları hep beraber bana ka­vuşturacaktır”. Yakup (a.s.)’a Yusuf (a.s.)’ın ölmediği ilham edilmişti. Yakup (a.s.) şöyle devam eder: “Benim ne kadar yaşlı ve üzüntülü olduğumu sadece en iyi O bilir ve bütün her şeyi hikmetle yapar ve takdir eder. Zira zorluktan sonra kolaylık ve sıkıntıdan sonra ferahlık vardır”

“Yakup” çocuklarının anlattıklarını hoş görmeyerek “onlardan yüz çevirdi” ve Yusuf için çektiği eski üzüntüsünü hatırlayarak “Ey benim Yusuf için üzün­tüm” ve kederim! “dedi.

Dolayısıyla iki çocuğunun üzüntüsü, kalbine gömdüğü eski üzüntüsünü depreştirmişti. Bu da göstermektedir ki Yusuf (a.s.)’a karşı olan üzüntüsü, bit­mek tükenmek bilmeyen bir üzüntüydü ve yarası durmadan kanıyor, zamanın geçmesiyle bu dert unutulmuyordu

“Bu üzüntü sebebiyle Yakup’un gözlerine ak düştü, gözleri görmez oldu. Artık kimseyle konuşmuyor, derdini hiç kimseye açmıyor ve çocuklarına karşı içindeki öfkeyi saklıyordu”. Denilmiştir ki: “Yakup (a.s.)’ın gözleri, Yusuf (a.s.)’dan ayrılıp ona kavuşana kadar 80 yıl hiç kuru kalmayıp, devamlı göz ya­şı akıttı. Yeryüzünde Yakup (a.s.)’dan daha çok Allah’a hürmet ve tazim göste­ren hiç kimse yoktur.

Zorluklar ve belâlar karşısında aşırı umutsuzluk ve şiddetli üzüntü ve keder insanoğlu için tabîi bir haldir. Şeriatta da sabır ve nefse hakim olmak şartıyla beraber olduğu müddetçe bu hal kınanmamıştır. Zira sabır ve nefse hakimiyet, iyi davranışlara yakışmayacak hareketlere engel olur

Buharî ve Müslim’de geçen hadiste Rasulullah (s.a) de oğlu İbrahim’in vefatı için gözyaşı dökmüş ve şöyle buyurmuştur: “Göz ağlar, kalp üzülür. Biz Rabbimizin razı olduğundan başka şey söylemeyiz. Yâ İbrahim! Senin ayrılığınla biz mahzunuz.

Bazı cahillerin kendilerini frenlemeyip aşırı üzüldükleri zaman yaptığı gibi feryad u figân ederek ağlamaları, bağırıp çağırmaları, dövünüp yüzlerine vurmaları ve elbiselerini paralamaları ise İslâm dininde kınanmıştır.

Rasulullah (s.a.) bazı torunları vefat etmek üzereyken gözyaşı dökmüştü. Kendisine “Ya Rasulullah! Bize ağlamayı yasakladığın halde sen mi ağlıyor­sun?” denildiğinde o şöyle buyurdu: “Ben, ağlamanızı yasaklamadım. Sadece iki ahmak sesi size yasakladım. Bunlar ferahlık ve hüzün anındaki seslerdir.

Hasan Basrî, bir çocuk ya da başkası için ağladığında şöyle derdi: “Al­lah’ın Yakup (a.s.)’ın üzüntüsünü kusur olarak saydığını hiç bilmem.

“Babalarına olanları görünce Yakup (a.s.)’ın çocuklarının kalpleri yumu­şadı ve ona acıyarak ve yumuşaklıkla: Yusuf u anıp duruyorsun. Böyle giderse hastalanıp kuvvetsiz düşecek ya da öleceksin. Yani, bu hal böyle devam ederse senin ölmenden ve helak olmandan korkuyoruz, dediler.

Yakup (a.s.), onların bu sözlerine şöyle cevap verdi: “Ben üzüntümü sizden birine veya bir başkasına açmam. Ancak onu ve içinde bulunduğum durumu, dua ederek ve sığınarak Allah’a açarım. Benimle ve dertlerimle uğraşmayın. Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim. O’ndan her iyiliği umuyorum. Çünkü ben, O’nun ihsanından, rahmetinden ve O’na karşı beslediğim güzel zandan biliyorum ki O, ummadığım şekilde beni feraha çıkaracaktır.” Rivayet edilmiştir ki Yakup (a.s.), Azrail (a.s.)’i rüyasında görür ve ona “Yusuf un canını aldın mı?” diye sorar. Bunun üzerine Azrail “Vallahi, almadım. O hayattadır, onu iste” der

İbni Abbâs (r.a.) 86. ayetini şöyle tefsir eder: “Ben, Yusuf un rüyasının doğ­ru olduğunu ve Allah’ın mutlaka onu gerçekleştireceğini bilirim.

“Ey Oğullarım!” Mısır’a “gidin, Yusuf ve kardeşini” Bünyamin’in haberleri­ni “arayın” öğrenin. “Tehassur” Aramak hayırlı iş için “Tecessüs” (Araştırmak) ise kötü işler için kullanılır. Yakup (a.s.) da çocuklarına kardeşlerini aramaları için Mısır’a gitmelerini teklif edip onlara Allah’ın kendilerini feraha çıkaraca­ğından ve üzüntülerini gidereceğinden ümitlerini kesmemelerini ve amaçladık­ları işte hiçbir zaman Allah’dan ye’se düşmemelerini tavsiye etti. Zira bilerek Allah’ın kudret ve rahmetini inkâr eden ve Allah’ın kulları hususundaki hik­metinden câhil olan kâfirlerden başka hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez. Müminler ise Allah’ın rahmetinden, sıkıntılardan kurtaracağından ve zorlukları gidereceğinden asla ümitlerini kesmezler

İbni Abbâs (r.a.) şöyle der “Muhakkak ki müminler, Allah’dan devamlı hayır üzeredirler. Sıkıntıdayken rahmetini umar, ferah içindeyken O’na hamdederler.