21

٢١

هذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذى كُنْتُمْ بِه تُكَذِّبُونَ

(21) haza yevmül faslillezi küntüm bihi tükezzibun
Bu ayırt edinme günüdür sizin onu yalanlamış olduğunuz

(21) (A voice will say,) This is the Day of Sorting Out, whose truth ye (once) denied.

1. hâzâ : bu
2. yevmu : gün
3. el fasli : fasıl, ayırma hüküm verme
4. ellezî : ki o
5. kuntum : siz oldunuz
6. bi-hi : onu
7. tukezzibûne : tekzip ediyorsunuz, yalanlıyorsunuz


AÇIKLAMA

“Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından kendileri mi daha çetin, yoksa bizim diğer yarattıklarımız mı?” Yani Ey peygamber! Dirilişi inkâr eden o kimselere kendilerinin mi, yoksa gökler, yer ve bu ikisi arasındaki melekle­rin, şeytanların ve büyük mahlukâtın mı yaratılış bakımından daha çetin veya var edilmek bakımından daha zorlu olduğunu sor. Bu ayet, Eşedd b. Kelede ve benzeri kimseler hakkında inmiştir. Bu zata Eşedd denmesinin sebebi oldukça kuvvetli ve zorba biri olmasıdır.

Buradaki soru, azarlama ve serzeniş maksatlıdır. Zira bahse konu kimseler, bu mahlukâtın yaratılış bakımından kendilerinden daha çetin ol­duğunu kabul ediyorlar. Eğer böyleyse, inkâr ettikleri şeyden (dirilişten) daha zor olan şeylerin varlığını gördükleri halde dirilişi niçin inkâr ediyor­lar? Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından elbette daha büyük birşeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Gâfir, 40/57), “Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini ya­ratmaya kadir değil midir?” (Yâsîn, 36/81).

Daha sonra Yüce Allah, diğer mahlukâtla insanın yaratılışı arasında­ki bu farkın nasıl olduğunu açıklıyor ve şöyle buyuruyor: “Hakikat biz on­ları bir cıvık çamurdan yarattık.” Yani biz onların aslını -ki o Hz. Adem (a.s.)’dir-, ele yapışan yapışkan bir çamurdan yarattık. Onlar bu zayıf maddeden yaratıldıkları halde yaratılışın yine topraktan -veya kişi suda öldüğü zaman toprağa karışan sudan- tekrarlanmasından ibaret olan ahireti nasıl uzak görüp inkâr edebiliyorlar? Oysa yaratılış bakımından kendi­lerinden daha kuvvetli, büyük ve mükemmel olanlar bu hususu inkâr et­miyorlar!..

Daha sonra Kur’anı beyan, bir üslûptan diğerine geçmekte ve Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Hayır, sen şaşırdın. Onlarsa alay ediyorlar.” Yani senin onlara bunu sormana hacet yok. Zira onlar inatçı kimselerdir. Ve sen Ey Muhammed (s.a.)! Dirilmeyi inkâr eden bu kimselerin yalanlamasına şaşırıyorsun. Çünkü sen, Allah’ın yaratması, kudreti ve fena bulduktan sonra bedenlerin yeniden diriltileceğim bildiren ilâhi haber konusunda tam bir yakinî imana sahipsin. Onlar ise tam tersine, senin diriliş hakkında söylediklerinle ve kendilerine gösterdiğin delil ve ayetlerle alay edip eğleniyorlar!

Yahut bu ayetin anlatmak istediği şudur: Sen Allah’ın bu azametli varlıklar üzerindeki kudretine şaşırdın, onlarsa tam aksine seninle, senin bu taaccübünle ve kendilerine gösterdiğin, Allah’ın kudretini ispat eden eserlerle alay ediyorlar.

Bu ayetin anlamı şöyle de olabilir: Onlar diriliş konusuyla alay eder­ken sen de onların bu inkârına şaşırdın.

“Kendilerine öğüt verilince düşünüp de öğüt kabul etmezler.” Yani olara Allah ve Rasulünün nasihatleri söylendiği zaman büyüklenmeleri, inatçı ve katı kalpli olmaları yüzünden öğüt almaz ve bu nasihatlerden istifade etmezler. “Bir ayet gördükleri zaman onunla alay ederler.” Yani kendilerini tasdik ve imana götürecek olan peygamberi mucizelerinden birini veya açık bir delili gördükleri zaman alay ve eğlenmede aşırı giderler ve eğlenip gülüşmek, hep birlikte alay etmek için birbirlerini çağırırlar.

“Bu, apaçık bir büyüden başka birşey değildir, derler.” Yani şöyle der­ler: Bize getirdiğin bu deliller, açık ve belirgin bir büyüden başka birşey de­ğildir. Bunlara iltifat edilmez ve biz böyle şeylere aldanmayız. Bu, daha ön­ce yaşamış olan büyücülerin miras ve geleneğidir.

Daha sonra bu kimseler, inkârlarını diriliş üzerinde yoğunlaştırıyorlar ve şöyle diyorlar: “Yani biz ölüp de toprak ve bir kemik yığını olduğumuz zaman mı, biz mi diriltilecek misiz?” Yani senin söylediklerinin en gariplerinden biri de diriliş konusudur. Biz öldükten ve çürümüş kemik ve toprak haline geldik­ten sonra diriltilecek miyiz?

“Evvelki atalarımız da mı?” Daha önceleri yaşamış bulunan ve ölümle­ri üzerinden çok uzun yıllar geçmiş olan babalarımız ve dedelerimiz de mi diriltilecek?

Bu soruya Yüce Allah şöyle karşılık veriyor: “De ki: “Evet, hem de hor ve hakir olarak.” Yani Ey peygamber! Onlara de ki: Evet! Toprak haline geldikten sonra bir daha diriltileceksiniz ve siz­ler bu anda, o azim kudretin hükmü altında hor, hakir ve zelil kimseler olacaksınız. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Hepsi hor ve hakir ola­rak O’na gelirler” (Nemi, 27/87), “Bana ibadetten büyüklük taslayarak imti­na edenler, hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mümin, 40/60)

“İşte o, bir tek korkunç sesten ibarettir ki, onların birden bire gözleri açılıverecektir” Yani Allah’ın kudretine göre iş gerçekten kolaydır. Dirilt­mek zor ve güç değildir. Zira diriliş, Allah’ın bir emriyle İsrafil (a.s.) tara­fından Sûr’a bir kere üflenmesiyle çıkacak bir sayhadan ibarettir. Bu ses, onları yerden çıkmaya çağırır. O zaman insanların tümü, yerdeki kabirlerinden kalkmış, diri olarak Yüce Allah’ın huzuruna toplanmış olurlar ve kıyametin dehşetine bakakalırlar.

Daha sonra Allah Tealâ, o kimselerin, kıyametin dehşetini bizzat ya­şadıkları zaman kendi nefislerini kınayacaklarını haber veriyor ve şöyle buyuruyor:

“Eyvah bize” derler, “bu, din günüdür.” Yani dünyadayken dirilişi in­kâr edip yalanlayanlar, “helak ve eyvahlarolsun bize! Dünyadayken işlediğimiz, Allah’ı inkâr ve peygamberleri yalanlama gibi amellerin karşılık ve cezası­nın görüleceği zaman geldi.” derler ve ah vah edip hayıflanarak kendileri­ne beddua ederler. Çünkü onlar o gün başlarına geleni bilirler.

Bu durumda melekler onlara şöyle mukabele eder: “Evet bu sizin yalanlamakta olduğunuz ayırdetme günüdür.” Yani bu, insanlar arasında hüküm ve kazanın sağlam ve kesin bir şekilde icra edile­ceği gündür ki bu gün iyiyle kötü birbirinden ayırdedilir, hak ehli, batıldan ayrılır ve biri cennete giderken diğeri ateşi boylar.