٤
اِلَّاالَّذينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِكينَ ثُمَّ لَمْ يَنْقُصُوكُمْ شَيْئًا وَلَمْ يُظَاهِرُوا عَلَيْكُمْ اَحَدًا فَاَتِمُّوااِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ اِلى مُدَّتِهِمْ اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقينَ
(4) illellezine ahettüm minel müşrikine sümme lem yenkusuküm şey’ev ve lem yüzahiru aleyküm ehaden fe etimmu ileyhim ahdehüm ila müddetihim innellahe yühibbül müttekiyn
ancak kendileri ile ahit yapmış olduğumuz müşriklerden sonra size hiçbir eksiklik yapmayanlar ve sizin aleyhinizde hiçbir kimse ile yardımlaşmayanlar (hariç) bunlarla tamamlayınız yapılan ahitlerin sürelerini şüphesiz Allah muttaki olanları sever
(4) (But the treaties are) not dissolved with those pagans with whom ye have entered into alliance and who have not subsequently failed you in aught, nor aided any one against you. So fulfil your engagements with them to the end of their term: for Allah loveth the righteous.
1. | illâ | : hariç, müstesna |
2. | ellezîne âhedtum | : ahdleştiğiniz kimseler, ahd aldığınız |
3. | min el muşrikîne | : müşriklerden |
4. | summe | : sonra |
5. | lem yankusû-kum | : size eksiltilmez, naksedilmez haksızlık edilmez |
6. | şey’en | : bir şey |
7. | ve lem yuzâhirû | : ve yardım edilmez, arka çıkılmaz |
8. | aleykum | : size karşı |
9. | ehaden | : birisi |
10. | fe etimmû | : o taktirde tamamlayın |
11. | ileyhim | : onlara |
12. | ahde-hum | : onların ahdi |
13. | ilâ muddeti-him | : onların müddetine kadar |
14. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
15. | yuhıbbu | : sever |
16. | el muttekîne | : takva sahipleri |
AÇIKLAMA
Taubah sûresinin ilk ayetleri hicri 9. yılda, Mekkeliler hakkında nazil oldu. Resulullah (s.a.) hicri 6. yılda onlarla Hudeybiye Barışı yapmış, onlar da -Damre ve Kinane oğulları dışında- anlaşmalarını bozmuşlardı. İşte bu sûrenin ilk ayetleriyle müslümanlara, o müşriklerin anlaşmalarından uzaklaşmaları, onlara dört ay süre vermeleri, bu süre bitince onlarla savaşmaları emrolunuyor…
Antlaşmalardan amaç, bir zamanla sınırlı olmayan mutlak antlaşmalardır. Dört aydan daha az antlaşması bulunanlar için bu süre dört aya tamamlanır. Dört ayın üstünde belirli bir süreyi kapsayan antlaşma, bu süre dolana kadar devam eder. Nitekim: “O halde onların müddetleri bitinceye kadar ahidlerini tamamlayın” ayeti de bunu işaret eder. Bu, Taberî ve İbni Kesir gibi alimlerin tercih ettiği en sahih görüştür. Kelbî: “Dört ay, Resulullahla aralarında, dört ayın altında bir antlaşma olanlar içindir. Dört aydan daha fazla bir süreyi kapsayan antlaşması olanlara, o süre tanınır. Çünkü Allahü Teâlâ: “O halde onların müddetleri (bitinceye) kadar ahidlerini tamamlayın” buyuruyor, der.
Açıklandığı gibi, Resulullah (s.a.) hicri dokuzuncu yılda, Hz. Ebû Bekir’i hac emiri tayin etti. O, yola çıktığı zaman müşriklerle ahdi bozmayı içeren Tevbe sûresi nazil oldu. Hz. Peygamber (s.a.): “Benim görevimi ehl-i beytimden biri yerine getirsin” diyerek, Hacc-ı Ekber günü, bunu insanlara tebliğ etmesi için Hz. Ali’yi gönderdi. Kurban bayramının birinci günü insanlar Mina’da toplanınca, Hz. Ali onlara Taubah sûresinin ilk ayetlerini okudu. Sonra da Tirmizî, Nesaî ve Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiğine göre: “Dört şeyle gönderildim: Hiçbir kimsenin Kabe’yi çıplak olarak tavaf edemeyeceği, Resulullah (s.a.)’le antlaşması bulunan için bu antlaşmanın süresi doluncaya kadar geçerli olacağı, ahdi olmayana ise dört ay müddet tanınacağı, cennete ancak inanan kişinin gireceği ve müslümanlarla müşriklerin bu yıldan sonra bir arada bulunmayacağı hususları.”
Ayetin manası: “Bir ültimatom”, yani uzaklaşma Allah’a ve Rasulüne nisbet olundu. Çünkü O, Allah’ın yeni bir teşrii, Allah Rasulüne ugulamasını istediği bir emri, onun makamını ve şerefini yükseltmedir.
“Antlaşma yaptıklarınız” ifadesi, müminlere hitaptır. Çünkü, Resulullah (s.a.) ümmetin lideri olması sıfatıyla antlaşmaları yapan kimse olmakla beraber, o antlaşmaları uygulayanlar müminlerdir. Cassas der ki: “Taubah”, dostluğun kesilmesi, bağın kaldırılması ve emniyetin gitmesi anlamlarına gelir.
Müşriklerden ahid yapılanlara -Mekkeliler, Huzaalılar, Müdleçliler ve araplardan kendileriyle ahid olan ve olmayanlar- bir ültimatom, yani Allah ve Rasûlü, müşriklerle yaptığınız muahededen uzaktır. O, onlara atılır. Çünkü onlar -Damra ve Kinane Oğulları hariç- anlaşmalarını bozmuşlardı… Onun için ahdi bozanlara ahdin atılması, ahidlerinin bozulması ve yeryüzünde dört ay herhangi bir müdahale olmaksızın istedikleri yere emniyetle seyahet etmeleri emrolundu.
“Dolaşın” sözü haberi cümleden sonra gelen bir emir cümlesidir. Yeryüzünde, müslümanların hiçbirinden korkmadan emniyet içinde gezin demektir. Ayetten anlaşılıyor ki, bu uzaklaşma ve anlaşmanın atılması, ancak dört ay sonra yürürlüğe girecektir. Anlaşmasını bozmayanların anlaşmaları ise anlaşma sürelerinin bitimine kadar geçerlidir.
Onlar için böyle bir süre tanınması, işlerini düşünmeleri, sonunda ya İslâm’ı, ya da savaşı tercih etmeleri, şirk ve düşmanlıklarında ısrar ederlerse, savaşa hazırlanmalarına bir fırsat tanımak içindir. Bu, müslümanlar onları, ansızın yakaladığı suçlamasının yapılmaması için, hoşgörünün en yüksek noktasıdır.
Süyutî’ye göre dört ay, Şevval, Zilkade, Zilhice ve Muharrem aylarıdır. Çünkü Zührî’den rivayet edildiğine göre, Taubah sûresi Şevval ayında nazil olmuştur.
Zemahşerî, Razî, Kurtubî ve İbni Kesir gibi diğer müfessirlere göre ise, haram aylar: “Haram olan o aylar çıktığı zaman…” (Taubah, 9/5) ayetinde kasdolunan aylardır. Bunlar da: Zilhicce’den yirmi gün, Muharrem, Safer ve Rebiülevvel aylarıyla, Rebiülahir’den on gündür. Bence de en sahih görüş budur. Çünkü imam Ali (r.a.) Taubah sûresinin ilk ayetlerini insanlara, Mina’da, Kurban Bayramı’nın ilk gününde okudu.
Dört aydan amaç, İbni Cerir et-Taberî’nin İbni Abbas’tan naklen düşündüğü gibi, bilinen o haram aylar -Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Recep- değildir. Çünkü bu, Kur’an’ın nazmını bozucu ve icmaa muhaliftir. Bu ayların hürmeti nesholunmuştur. Bu söz ise, haram ayların hürmetinin sürekli kalmasını gerektirir. O halde, biraz önce zikrettiğim dört ay kasdedilmektedir.
İnsanlara okuması için “Taubah”nin Hz. Ali’ye verilmesindeki hikmet şudur: Bu sûre Resulullah (s.a.)’in yaptığı ahdin bozulması hükmünü içine alıyordu. Arapların anlayışına göre ahdi ancak, ya onu yapan, ya da ailesinden bir erkek bozabilirdi. Bu suretle, Hz. Peygamber (s.a)’de ailesinden amcasının oğlunu ahdi bozmak üzere göndermekle arapların dilini kesmek, hiç kimseye konuşma fırsatı vermemek istiyordu.
Ayet, bizimle müşrikler arasında bulunan ahdin kesilmesinin caiz olduğu hükmünü de getiriyor. Bu, iki halde olur: Ya anlaşma süresinin bitmesi halinde (bu halde onlara savaşı duyururuz) ya da onların ahdi bozmaları veya bozma korkusu halinde (bu halde ahidlerini onlara atarız).
Sonra Allahü Teâlâ: “Bilin ki siz, Allah’ı aciz bırakabilecek değilsiniz” buyuruyor. Yani kesinlikle biliniz ki, siz şirk ve düşmanlık hali üzere kaldığınız sürece kaçmakla ve korunmakla Allah’ın azabından asla kurtulamazsınız. O, her ne kadar size süre verse de, dünyada öldürülmek, ahirette cehennemde azabla sizi zelil ve rüsvay edecektir. Nitekim Cenab-ı Hak, Mekke müşrikleri ve benzerleri hakkında: “Onlardan öncekiler de yalanladılar da, bilmedikleri bir yerden kendilerine azap gelip çatıverdi. Bu suretle Allah dünya hayatında onlara rüsvaylığı tattırdı. Ahiret azabı ise, elbet daha büyüktür. Eğer bilselerdi” (Zümer, 39/25-26) buyurur.
Allah, müşriklerden uzak olduğunu açıkladıktan sonra, bunun bütün insanlara duyurulmasını emretti: “Ve hacc-ı ekber günü, Allah ve Rasûlünden insanlara bir duyurudur”. Yani, Allah ve Rasûlünün, müşriklerin ahidlerinden uzak olduğunu, bütün insanlara hac farizalarının sona erdiğini, hac ibadet günlerinin en faziletlisi olan ve bütün hacıların hac ibadetlerini tamamlamak için Mina’da toplandığı şu hacc-ı ekber gününü ilândır.
İki tevbe arasında tekrar yoktur. Çünkü birinci tevbe, anlaşma yapıp sözünü bozanlara aittir. tevbe duyurma ise, anlaşma yapan veya yapmayan, sözünü bozan veya bozmayan herkesi içine almaktadır.
Bu hacca, hacc-ı ekber dendi. Çünkü o hacda Hz. Ebû Bekir haccetti ve onda sözleşmeleri attı. Bir rivayette İbni Abbas, İbni Mes’ud, İbni Ebi Evfa ve Muğira b. Şutse’ye göre -İmam Malik’in görüşü de budur- hacc-ı ekber günü, kurban bayramının ilk günüdür. Çünkü Arafat’ta vakfe onun gecesinde; taş atma, kurban kesme, tıraş, tavaf ise onun sabahında olmaktadır.
Hz. Ömer, Osman, bir rivayette İbni Abbas, Tavus, Mücahid’e göre -Ebû Hanife ve Şafiî’in görüşü de böyledir- hacc-ı ekber günü, Arefe günüdür. Çünkü Mahreme’nin rivayet ettiği hadise göre peygamber (s.a.): “Hacc-ı ekber günü, Arefe günüdür” buyurmuştur.
Atâ’ ve Mücahid’den rivayet olunduğuna göre hacc-ı ekber, Arafatta vakfe yapılan gün; hacc-ı asgar ise, umredir.
Daha önce de söylendiği gibi, hac emirliği Hz. Ebûbekir’de kalmakla beraber, anlaşmalarını bozanların anlaşmalarının bozulduğunu haber veren, Hz. Ali’dir. Buharî ve Müslim’in, Ebû Hureyre’den rivayetine göre, o şöyle demiştir: Ebû Bekir, beni o hacda, Kurban bayramı günü, Mina’da bu yıldan sonra hiçbir müşriğin haccetmeyeceğini ve Kabe’yi hiçbir çıplağın tavaf etmeyeceğini duyurmak üzere gönderdiği duyurucular içinde gönderdi. Sonra, Resulullah (s.a.) Ali b. Ebî Talib’i gönderdi ve ona Taubah sûresini okumasını, bu yıldan sonra hiçbir müşriğin haccetmemesi ve hiçbir çıplağın Kabe’yi tavaf etmemesi hususlarını bildirmesini emretti.
Sonra Allahü Teâlâ: “Eğer tevbe ederseniz…” buyurdu. Yani onlara, şirkten dönerseniz, bu sizin için daha hayırlı, dünya ve ahirette sizin için daha fayda vericidir buyuruyor