19

١٩

فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَ فَمَا تَسْتَطيعُونَ صَرْفًا وَلَا نَصْرًا وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَابًا كَبيرًا

(19) fe kad kezzebuküm bima tekulune fe ma testetiy’une sarfev ve la nasra ve mey yazlim minküm nüzikhü azaben kebira
muhakkak sizi yalancı çıkardılar söylediğiniz sözden dolayı artık sizden azabı savmaya ve yardım etmeye güçleri yetmez sizden kim zulüm yaparsa ona büyük bir azap tattıracağız

(19) (Allah will say): Now have they proved you liars in what ye say: so ye cannot avert (your penalty) nor (get) help. And whoever among you does wrong, Him shall We cause to taste of a grievous Penalty.

1. fe kad : ve böylece oldu, olmuştu
2. kezzebû-kum : sizi yalanladılar
3. bimâ : den dolayı
4. tekûlûne : söylüyorsunuz
5. fe : artık
6. mâ testetîûne : gücünüz yetmez, muktedir olamazsınız
7. sarfan : uzaklaştırmak
8. ve lâ nasran : ve yardım olmaz
9. ve men : ve kim
10. yazlım : zulmeder
11. min-kum : sizden
12. nuzık-hu : ona tattırırız
13. azâben : bir azap
14. kebîren : büyük


AÇIKLAMA
Kafirlerin Kıyamet Günü Taptıkları Varlıklarla Durumları

Allah Tealâ Allah’ı bırakıp meleklere ve başka varlıklara tapınan kâfirlere kıyamet günü yapılacak takdir ve azarlamayı bildirerek şöyle buyuruyor:

“Allah kâfirleri ve onların Allah’tan başka taptıkları varlıkları bir araya topladığı gün: Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendi kendilerine mi doğ­ru yoldan saptılar? der.” Yani ey Peygamber! O müşriklere Allah onları ve onla­rın Allah’tan başka taptıkları melekler, Mesih, Üzeyir (a.s.) ve Allah’ın konuş­turacağı putları ve Firavun gibi insanları onlarla bir araya getireceği kıyamet gününü hatırlat. O gün o tapınılan varlıklara ikrar ve ispat için şöyle denecek: Bu kullarımı hak yoldan sapıklığa siz mi düşürdünüz. Yoksa sizin tarafınızdan onlara hiçbir davet gitmeden onlar kendiliklerinden mi size taptılar, kendi ken­dilerine mi doğru yoldan saptılar?

Nitekim bir başka ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah: Ey Meryemoğlu İsa! İnsanlara Allah’ı bırakıp da beni ve anamı iki ilah edininiz, diyen sen misin? dediği zaman o şöyle söyledi: Seni tenzih ederim (ya Rab), hakkım olmayan bir sözü söylemem bana yakışmaz. Eğer onu söylemişsem el­bette sen bunu bilirsin. Benim içimde olan her şeyi sen bilirsin. Ben ise senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz ki gaybleri hakkıyla bilen sensin.” (Maide, 5/116).

“Taptığınız şeyler” ifadesinde “mâ” harfinin kullanılması bu edatın hem akıllı varlıklar hem de diğerleri için umumî olarak konulması sebebiyledir. “Siz” ve “onlar” kelimelerinin faydası şudur: Burada fiilden ve bu fiilin varlı­ğından sual edilmemektedir. Çünkü bu fiil var olmasaydı bu azarlama yapıl­mazdı. Bu fiili üstlenen ve yapan kimseye sual sorulmaktadır. Kendisinin bun­dan sorumlu olduğunu bilmesi için onun zikredilmesi gereklidir. Soru Allah’a bilgi versinler diye değildir. Zira Allah sorulan şeyi ezelî ilmiyle bilmektedir: Bu ayetin faydası şudur: Kendilerine tapınılan bu varlıklar bu şekilde cevap vermek suretiyle kendilerine tapanları yalancı çıkararak onları tekdir etmiş ol­maktadırlar. Onlara tapanlar da bu sebeple şaşkınlığa düşmekte, rezil olmakta ve üzüntüleri artmaktadır. Bu da -Zemahşerî’nin dediği gibi- putperestleri ve diğer müşrikleri açığa vurmakta, rezil etmekte ve Allah’ın gazabına uğramaya lâyık kılmaktadır.

“Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendi kendilerine mi doğru yoldan saptılar?” sualinin şekli bunun Allah tarafından olduğunu göstermektedir. An­cak bu soru Allah Tealâ’nın emriyle melekler tarafından da sorulacak olabilir.

Cenab-ı Hak daha sonra kendilerine tapınılan varlıkların kıyamet günü vercekleri cevabı bildirerek şöyle buyurdu:

“Onlar: Hâşâ! Seni tenzih ederiz! Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize asla yakışmaz. Fakat sen onları ve atalarını nimetler içinde yaşattın da sonun­da seni anmayı unuttular. Helak almaya lâyık bir kavim oldular, derler.”

Yani kendilerine tapınılan bu varlıklar ya kendi dilleriyle yahut lisan-ı halleriyle kendilerine söylenen bu sözden hayret duyacaklar ve şöyle diyecek­lerdir:

Ya Rabbi! Müşriklerin sana yakıştırdıkları bu vasıflardan dolayı seni ten­zih ederiz. Bizim seni bırakarak yardımcı edinmemiz asla doğru olmaz. Biz sa­na muhtacız. Mahlûkattan hiçbirinin senden başkasına ibadet etme hakları yoktur. Biz onları bize tapmaya davet etmedik. Bilakis onlar bizim emrimiz ve rızamız olmaksızın kendiliklerinden bunu yaptılar. Biz onlardan ve onların ta­pınmalarından beriyiz, suçsuzuz. Biz senden başka dost kabul etmezken nasıl başkalarını Allah’tan başkasına tapmaya çağırırız? Fakat ömürleri uzadı. Se­nin nimet olarak verdiğin çeşitli hayırlarla dünya mallarıyla meşgul oldular. Dünyevî zevklere ve nefsî şehvetlere daldılar. Peygamberlerin diliyle onlara in­dirdiğin sadece sana ibadet etme davetini unuttular. Onlar hayırsız ve sonunda helak olmaya mahkûm bir kavim oldular.

Bu ayetin benzeri şu ayettir: “Allah onları hep birlikte toplayıp da meleklere: Onlar mı size tapıyorlardı? der. Melekler: Seni tenzih ederiz, derler. (Sebe, S4 40-41).

Bunun üzerine bunlara tapanlara şöyle denilir: “Tapındığınız şeyler sizi söylediklerinizde yalancı çıkardılar.” Artık ne azabı geri çevirebilirsiniz, ne de yardım görebilirsiniz. Yani Allah’ı bırakıp da kendilerine tapındığınız varlıklar onların “size dost ve yardımcı olacakları ve sizi Allah’a yaklaştıracaklarını” sandıgınız iddialarınızda sizi yalancı çıkardılar. Onlar -yani sahte ilâhlar- size gelecek azabı geri çevirmeye ve ne şekilde olursa olsun asla kendilerine yardım etmeye kadir değildirler.

Nitekim bir başka ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah’ı bıra­kıp da kendisine kıyamete kadar cevap veremeyecek varlığa tapmakta olan kim­seden daha sapık kim vardır? Halbuki bu varlıklar onların kendilerine tapma­sından bile habersizdirler. İnsanlar mahşerde bir araya toplandıkları zaman, varlıklar onların düşmanları olurlar. Onların (kendilerine) taptıklarını in­kâr ederler.” (Ahkâf, 46/5-6).

“Sizden kim zulmetmişse ona büyük bir azap tattıracağız.” Yani Allah’a şirk koşarsa, yahut inkâr ederse ya da fasıklık yaparsa kıyamet günü o kimse­ye derecesini bilemeyeceği kadar şiddetli bir azap tattırırız. Buradaki zulüm Allah’a şirk koşmak ve benzeri büyük günahlardır.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki şirk büyük bir zu­lümdür.” (Lokman, 31/13), “Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileri­dir. ” (Hucurat, 49/11).