99

٩٩

وَلَقَدْ اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ ايَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَمَايَكْفُرُ بِهَا اِلَّاالْفَاسِقُونَ

(99) Ve le kad enzelna ileyke ayatin beyyinat ve ma yekfüru biha illel fasikun

yemin olsun biz indirdik sana apaçık ayetler bunları inkâr ederler ancak fasık olanlar

1. ve lekad : ve andolsun
2. enzelnâ : biz indirdik
3. ileyke : sana
4. âyâtin : âyetler
5. beyyinâtin : beyan edilenler, beyyineler, deliller
6. ve mâ yekfuru : ve inkâr etmezler
7. bi-hâ : onu
8. illâ : ancak, sadece, den başka
9. el fâsikûne : fasıklar, îmân ettikten sonra küfre (fıska) düşenler

وَلَقَدْandolsunأَنزَلْنَاindirdikإِلَيْكَsanaآيَاتٍayetlerبَيِّنَاتٍapaçıkوَمَا يَكْفُرُinkar etmezبِهَاonlarıإِلَّاbaşkasıالْفَاسِقُونَfasıklardan


SEBEB-İ NÜZUL

Müfessirler bu âyetlerin yahudiler hakkında, İsrail oğullarından yahudilere cevap olarak nazil olduğunda ittifak halindedirler. Ancak yahudilerle müslümanlar arasında bu âyetlerin nüzulüne ilişkin olarak rivayet edilen hadise­nin kahramanları ile oluş şekli ve yeri üzerinde rivayetler arasında bazı farklılık­lar vardır. Bu rivayetleri şöylece sıralıyabiliriz:

İbn Abbâs hadiseyi şöyle anlatıyor: Yahudiler Hz. Peygamber (sa)’e geldi­ler ve: “Ey Ebu’l-Kasım, sana bazı şeyler soracağız. Eğer bunlara cevap verebilirsen sana tabî olacağız; haber ver bize, sana meleklerden kim geliyor? Çünkü hiçbir peygamber yoktur ki Rabbı katından risaleti ve vahyi ona bir melek ge­tirmesin. Senin (sana Rabbından vahy getiren) dostun kimdir?” dediler. Efendi­miz: “Cibril’dir.” dedi. Yahudiler: “O, savaşı, kıtali indiren melektir ve o bizim düşmanımızdır. Eğer yağmuru ve rahmeti indiren Mikâîl’dir, deseydin sana tabî olacaktık.” dediler de Allah Tealâ: “De ki: Her kim Cibrîl’e düşman olursa… Allah kâfirlerin düşmanıdır.” âyetlerini indirdi. Bu hadis Tirmizi dende naklonulmuştur.

Taberî’deki İbn Abbâs rivayeti biraz değişik ve daha detaylıdır. Şöyle ki:

Bir yahudi cemaati Hz. Peygamber (sa)’in yanına geldiler ve: “Ey Ebul Kasım, sana bazı şeyler soracağız. Onları ancak bir peygamber bilebilir.” Dedi­ler. Efendimiz: “Ne isterseniz sorun ve fakat Yakub’un oğullarından aldığı Allah’ın zimmetini kılın, Allah adına söz verin: Ben size bir şey söylerim de siz onu bilecek olursanız (söylediğim şey sizin bildiğinizle uyuşursa) İslâm üzere bana tabî olacaksınız.” buyurdular. Onlar da kabul ettiler “Tamam bu sözü sana veriyoruz.” dediler. Efendimiz tekrar: “Sorun dilediğinizi.” buyurdular. “Sana soracağımız dört şeyi bize haber ver: Tevrat indirilmezden önce İsrail’in kendi­sine haram kıldığı yiyecek hangisiydi? Bize haber ver. Kadının suyu ile erkeğin suyu nasıldır? Onlardan çocuk nasıl erkek, nasıl dişi olur? Bize haber ver. Uy­kudaki şu ümmî peygamberi ve meleklerden dostunun kim olduğunu bize haber ver.” dediler. Allah’ın Rasûlü (sa): “Unutmayın Allah adına söz verdiniz. Size bunları haber verirsem bana tabî olacaksınız.” diye tekrar hatırlattı da onun iste­diği ahdi ve misakı verdiler. Efendimiz şöyle cevap verdi: “Tevrat’ı Musa’ya indiren Allah adına; biliyor musunuz İsrail hastalanmış, hastalığı uzamış ve eğer Allah bu hastalığına şifa verirse en sevdiği yiyecek ve içeceği kendisine haram kılacağı adağında bulunmuştu. En sevdiği yiyecek deve eti, en sevdiği içecek de deve sütü idi, değil mi?” Yahudiler: Allah için evet.” dediler. Efendimiz: “Allah’ı size şahit tutuyorum, yegâne ilâh olan, Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah adına erkeğin suyunun beyaz ve kalın, kadının suyunun sarı ve ince olduğunu, hangisi üstün gelirse çocuğun o cinsten olup ona benzediğini; binaenaleyh erke­ğin suyunun kadının suyuna üstün gelmesi halinde Allah’ın izniyle çocuğun erkek olacağını, kadının suyunun erkeğin suyuna üstün gelmesi halinde de Allah’ın izniyle çocuğun kız (dişi) olacağını biliyor musunuz?” diye sordu, “Ey Allahım, evet.” Dediler. Efendimiz: “Allahım şahit ol!” buyurdu ve şöyle de­vam etti: “Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah adına şu ümmî peygamberin gözünün uyuduğunu ama kalbinin uyumadığını biliyor musunuz?” Onlar: “Allah için evet.” dediler, Efendimiz de: “Ey Allahım şahit ol!” dedi. Yahudiler: Şimdi de bize söyle bakalım, meleklerden dostun kim? Buna cevabına göre sana uyacak, ya da senden ayrılacağız.” Dediler. Efendimiz: “Benim dostum Cibril’dir. Allah hangi peygamberi göndermişse Cibril onun dostudur.” Buyurdular. Yahudiler: İşte şimdi senden ayrılıyoruz. Şayet meleklerden dostun Cibril’den bir başkası olsaydı sana uyar ve seni tasdik ederdik.” Dediler. Efendimiz: “Onu tasdikinizi engelleyen nedir?” diye sordu, şöyle dediler: “O bizim düşmanımızdır. O öyle bir melek ki ancak şiddeti ,harbi, zorluğu ve kan dökmeyi getirir.” Dediler de Allah Tealâ “Kendilerine kitab verilenlerden bir güruh sanki onlar bilmiyorlar­mış gibi Allah’ın kitabını sırtlarının arkasına atmışlardır.”a kadar olmak üzere “De ki: Her kim Cebrail’e düşman olursa (kahrından gebersin!) Çünkü kendin­den öncekileri tasdik edici ve mü’minler için sırf bir hidayet ve müjde olan Kur’ân’ı Allah’ın izniyle senin kalbinin üstüne o indirmiştir…” Âyetlerini in­dirdi. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî’nin Müsned’inde aynı ri­vayet vardır ve bu hâdise üzerine bu âyetle birlikte bir de “Gazab üstüne gazaba döndüler.” (Bagarah, 2/90) âyetinin indiği ilâvesi vardır.

Aynı hadise Hz. Ömer’den de rivayet edilmiş ve bu sefer hadisenin içinde Hz. Ömer’in kendisi de var. Hz. Ömer’den değişik kanallardan ufak tefek fark­larla rivayet edilen hadisenin rivayetlerdeki farklılıkları birleştirilirse şöyle bir anlatım ortaya çıkıyor:

Ömer’in Medine’nin yukarısında bir bahçesi vardı. Oraya arada bir giderdi. Yolunun üzerinde yahudilerin Tevrat okudukları bir yer vardı ve Ömer bahçesi­ne giderken arada bir oraya girer, onları dinler ve Tevrat’ın Kur’ân’a, Kur’ân’in Tevrat’a uygunluğuna hayret edermiş. Onlar da: “Ey Ömer, Bize senden daha sevgilisi yok.” derler. “Niye?” diye sorduğunda da: “Çünkü senin arkadaşların bizi hor görüyor, bize eziyet veriyorlar, sen ise bize geliyorsun ve bizi kaplıyor­sun. Senin bizim dinimize girebileceğini umuyoruz.” derlermiş. Ömer de: “Ben size, Allah’ın kitabının birbirini tasdik etmesinden hoşlandığım için; Tevrat’ın Kur’an’a uygunluğundan, Kur’ân’in Tevrat’a uygunluğundan hoşlandığım için geliyorum.” dermiş. Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Bir gün ben yine onlarla bera­berken dönüp bir de baktım ki Allah’ın Rasûlü (sa) oranın kapısına gelmiş. O’na yöneldim, yanına geldim ve yahudilere: “Allah adına ve size indirdiği kitap hak­kı için O’nun Allah’ın Rasûlü olduğunu biliyor musunuz?” dedim. Efendileri: “Allah’ın adını vererek sordu, haber verin ona.” dedi. Onlar da: “Sen bizim efendimizsin, sen söyle.” dediler. Efendileri: “Biz biliyoruz ki O Allah’ın elçisidir.” dedi. Ben: “Eğer onun Allah’ın elçisi olduğunu biliyor ve tabî olmuyorsan bu durumda onların helake en müstehak olanı sensin.” dedim. Bu sefer hepsi birden söze girişip: “Ama senin arkadaşının dostu olan melek bizim düşmanımız olandır. Meleklerden birisi bize düşman, biri de bizimle barışık.” dediler. Ben: “Meleklerden kim düşmanınız, kim sizinle barış içinde?” diye sordum. “Düş­manımız Cibril’dir. O, sertlik, katılık, zor ve ağır yükler ve zorlaştırma meleği­dir.” dediler. “Sizinle barış halinde olan kimdir?” dedim, “Mikâîl’dir. O, rahmet, yumuşaklık, bolluk ve kolaylaştırma meleğidir.” dediler.

Ben: “Peki bunların Allah katında yerleri ve mertebeleri nedir?” diye sor­dum, “Cibril Allah’ın sağında, Mikâîl de solundadır.” dediler. “Şahit olun, Allah’ın sağındakine düşman olan solundakine de düşmandır, solundakine düşman olan sağındakine de düşmandır. Her kim ikisine de düşman ise Allah’a da düş­mandır. Size Allah adına şehadet ederim ki Cibril’in, Mikâîl’le barışık olana düşmanlık etmesi; Mikâîl’in de Cibril’in düşmanıyla barış halinde olması ona helâl olmaz. O ikisi ve onlarla beraber olan (diğer melekler) hep birden düşman olanlara düşmandırlar, barış halinde olanla da barış içindedirler.” dedim, sonra kalkıp yahudilerle aramda geçen konuşmaları haber vermek üzere Rasûl-i Ek­rem (sa)’in yanına vardım, bir de ne göreyim Cibril benden önce gelmiş ve ha­ber vermiş. Efendimiz beni karşıladı ve “Ey Hattâb’ın oğlu, biraz Önce bana gelen âyetleri okuyayım mı?” diye sordu. Ben: “Evet, oku.” deyince de: “De ki kim Cİbrîl’e düşman ise… Onları ancak fasıklar inkâr eder.” âyetlerini tilâvet buyurdu. Ben: “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ben buraya an­cak yahudilerin sözlerini haber vermek üzere gelmiştim. Bir de gördüm ki Habîr, Latîf olan Allah benden önce sana haber vermiş.” dedim. Ömer der ki: O andan itibaren gördüm ki ben, Allah’ın dini hakkında (Ona bağlılıkta) taştan daha katıyım.

Abdurrahman ibn Ebî Leylâ’dan gelen bir rivayette diğerlerinden çok farklı bir ayrıntı var ki o da yahudilerle tartışan Hz. Ömer’in, onların “Senin şu arkadaşının bahsettiği Cibril bizim düşmanımzdır.” Demeleri üzerine “Her kim Allah’a, meleklere, rasullere, Cibril’e ve Mîkâîle düşmansa hiç kuşkusuz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.” Dediği ve bu mealdeki âyetin Ömer’in lisanı üzere indiğidir (Tabeii Câmiu’i-Beyân, 1,348-349). En doğrusunu Allah bilir.

İbn Abbâs’tan rivayet ediliyor: Yahudilerin âlimlerinden İbn Sûriyâ el-Katyûnî, Allah’ın Rasûlü (sa)’ne: “Bize bildiğimiz bir şey getirmedin, sana bir âyet nazil olmadı ki onlarda sana tabî olalım.” demişti. İşte bunun üzerine “Hiç şüphesiz Biz sana apaçık âyetler indirdik. Onları ancak fâsık olanlar inkâr eder.” ayeti indi.

Yine İbn Abbâs’tan bu İbn Sûriyâ’nın Fedek yahudilerinden olduğu da be­lirtilerek daha detaylı bir rivayet vardır ki şöyledir:

Fedek yahudilerinin âlimlerinden Abdullah ibn Sûriyâ adında birisi vardı. Hz. Peygamber (sa)’le tartışıyordu, Hz. Peygamber’in hak peygamber olduğuna dair kesin deliller karşısına çıkmaya başlayınca (bunlardan kurtulmak üzere) “Gökten sana hangi melek geliyor?” diye sordu. Efendimiz: “Cibril, Allah hangi peygamberi göndermişse Cibril onun dostudur.” Buyurdu. İbn Sûriyâ: “O me­leklerden bizim düşman imizdir. Şayet Mikâîl deseydin sana iman ederdik. Cib­ril azabı, savaşı ve şiddeti indirir. Bize defalarca düşmanlık etmiştir, bu da bize zor geliyor. (Bir defasında) Allah, peygamberimize vahy gönderip bildirdi ki Beytu’l-Makdis, Buhtunnasar denilen bir adamın elleriyle tahrip edilecektir ve Allah, Beytu’î-Makdis’in tahrip olunacağı zamanı da bize haber verdi. Haber verilen vakit gelince biz İsrail oğullarından güçlü kuvvetli birisini Buhtunnasar’ı bulup öldürmesi için gönderdik. Buhtunnasar’ı aramak üzere Babil’e gitti, orada (Buhtunnasar’ı) miskin, gücü kuvveti olmıyan bir çocuk halindeyken buldu ve Öldürmek üzere yakalamışken Cibril buna mani oldu, gönderdiğimiz o güçlü kuvvetli adamımıza: “Eğer Rabbimiz sizin helakinize izin vermişse (sizin hela­kinize izin veren Rabbimiz ise) bu güçsüz çocuğun bunda ne dahli olabilir ki!? Ve eğer böyle değilse şu miskin çocuğu hangi hakla öldüreceksin?” dedi. Bu söz aklına yatan adamımız da onu tasdikle çocuğu bırakıp bize geri döndü. O çocuktan başkası olmıyan Buhtunnasar büyüyüp güçlendi, bize savaş açtı ve gelip Beytu’l-Makdis’i tahrip etti. İşte bunun için biz Cibril’i kendimize düşman saydık.” dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerîmeyi indirdi.

Mukatil’den gelen rivayette yine Cibril’in yahudilerce düşman ilân edildiği belirtilirken gösterilen gerekçe biraz daha farklı ve gariptir: Yahudiler: “Cibrîl bizim düşmanımızdır. Çünkü peygamberliği bizden birine getirmekle emrolunmuşken o gitti bizim dışımızda birine getirdi.” dediler de Allah Tealâ bu âyeti indirdi.

İbn Abbâs’tan gelen bir rivayette konu, “Sana ruhu soruyorlar, de ki: Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” (İsrâ, 17/85) âyetinin inmesiyle ilişkilendiriliyor. Şöyle ki:

Yahudiler, Hz. Peygamber (sa)’e: “Bize ruhu haber ver; ruh nedir ve ruh, Allah’tan bir şey iken cesedde olan ruha nasıl azâb olunur?” diye sordular. O zamana kadar Hz. Peygamber (sa)’e bu hususta bir şey nazil olmamış olduğu için Efendimiz (sa) bir cevap vermediler. Bunun üzerine Cibrîl geldi ve “Sana ruhu soruyorlar, de ki: Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” dedi. Hz. Peygamber (sa) de onlara bunu haber verdi, yahudiler: “Bunu sana kim getirdi?” diye sordular. Hz. Peygamber (sa) onlara: “Allah katından bunu bana Cibrîl getirdi,” deyince onlar: “Vallahi bunu sana ancak bizim düşmanımız söylemiş.” dediler de bunun üzerine Allah Tealâ: “De ki: Kim Cebrail’e düşman olursa (bilsin ki) kendinden evvelkileri tasdik edici ve mü’minler için bir hidayet ve müjde olan Kur’ân’ı Allah’ın izni ile senin kalbine o indirmiştir.” âyet-i kerimesini indirdi.

Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki her üç âyet de yahudiler ve onlar gibi sudan bahanelerle Allah’ın son peygamberinin getirdiği hakkı kabul etmemekte dire­nenler hakkında ve bir çeşit onların imanlarına fazla tama etmemek gerektiği uyarısıyla birlikte onların yalanlarını, sudan bahanelerini ve gerçek durumlarını mü’minlere haber vermek, bir de onların imansızlıkta özürleri olmadığını beyanla onları azarlamak üzere nazil olmuştur.