58

٥٨

فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا اِلَّا كَبيرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ

(58) fe cealehüm cüzazen illa kebiral lehüm leallehüm ileyhi yarciun
sonra onları param parça etti yalnız onların büyüğünü bıraktı belki onlar ona dönerler de (doğruyu bulurlar diye)

(58) So he broke them to pieces, (all) but the biggest of them, that they might turn (And address themselves) to it.

1. fe ceale-hum : böylece onları kıldı (yaptı)
2. cuzâzen : cüz cüz, parça parça
3. illâ : hariç, den başka
4. kebîren : büyük olan
5. lehum : onlar, onların
6. lealle-hum : umulur ki böylece onlar
7. ileyhi : ona
8. yerciûne : rücu ederler, dönerler


AÇIKLAMA

“Şüphesiz biz daha önce İbrahim’e de hakkı bulma kabiliyetini vermiş­tik…” Allah’a yemin olsun ki, biz İbrahim’e rüşdünü vermiş, Musa ve Ha­run’dan önce yahut peygamberlikten önce onu hayır ve salâh yoluna iletmiş, onu Allah’ın birliğini tanımak ve putlara tapınmaya düşmanlık etmek husu­sunda muvaffak kılmıştık. Çünkü bu putlar hiçbir fayda veremez, hiçbir zararı dokunmaz, işitmez, görmez varlıklardır. Bunlar sadece babasının İbrahim’in (a.s.) önünde keserle yaptığı ağaç, maden veya taştırlar. Zaten biz onun pey­gamberliğe ehil, güzel ahlâkı haiz bir kimse olduğunu gayet iyi biliyorduk.

Rüşd, ya peygamberlik yahut din ve dünya meselelerinde hayır ve salaha ehil olmak demektir. Kurtubî, tefsir ehlinin çoğu birinci görüştedir; yani rüşdün peygamberlik olduğu görüşündedir, demiştir.

“Hz. İbrahim babasına ve kavmine: Sizin şu tapmakta olduğunuz heykeller nedir? demişti.”

Yani kavminin Allah’ı bırakıp putlara tapmalarını yadırgadığı ve “Nedir şu sizin tapmakta olduğunuz ve ta’zim gösterdiğiniz heykeller ve putlar?” dediği zaman biz ona rüşdünü -hakkı bulma kabiliyetini- vermiştik.

Ayette bu putlar hakkında düşünmek gerektiğine ve bunların hiçbir fay­dası olmadığına işaret vardır. Fakat onlar bunu yapmadılar. Hiçbir delil ol­maksızın geçmişi körü körüne taklit etmekte ısrar ettiler ve şöyle dediler:

“Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk.” Yani bizim atalarımızı taklit et­mekten, geçmişe uymaktan başka hiçbir delilimiz yoktur. Zayıflık ve basitlik içinde zaten bu, yeterli idi.

Hz. İbrahim (a.s.) bu davranışlarından dolayı onları ayıpladı. “Doğrusu siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içine düşmüşsünüz, dedi.” Sizinle babaları­nız arasında hiçbir fark yoktur. Siz de onlar da hak metodunuzdan doğru yoldan ayrı apaçık bir sapıklık içindesiniz, dedi.

Bu ifade yanlış bir görüşü zamanın ilerlemesinin, günlerin geçmesinin değiştirmeyeceğine işaret etmektedir.

Kavmi Hz. İbrahim’in bu sözünü şaşkınlıkla karşıladılar ve ona şu soruyu sordular: “Sen bize gerçek olan bir şey mi getirdin yoksa sen de bizimle şaka ya­panlardan mısın?” Senden duyduğumuz bu söz nedir? Sen bu sözü oyun, eğlen­ce, mizah olsun diye mi söylüyorsun, yoksa bu sözünde ciddi ve gerçekçi misin? Çünkü biz bunu senden önce hiç işitmedik.

Hz. İbrahim (a.s.) putlara tapmayı yadırgadıktan sonra hakkı beyan et- ve ibadete lâyık olan Allah’ı göstermek üzere şu cevabı verdi: “Hayır, sizin Rabbiniz gökleri ve yeri yoktan var eden, göklerin ve yerin Rabbi Allahtır.” Yani ben şaka ve oyunla değil ciddiyetle ve hak sözle konuşuyorum. Çünkü ibadete lâyık olan Rab gökleri ve yeri yaratan, daha önce hiçbir benzeri olmaksızın  var eden, meydana getiren, göklerin ve yerin gerçek sahibi olan Allah’­tır. O bütün her şeyin yaratıcısıdır. O kendisinden başka ilâh bulunmayan Rab’dir

“Ben de buna şahitlik edenlerdenim.” Ben de O’ndan başka ilâh olmadığı­na, O’ndan başka Rab olmadığına şehadet ediyorum.

Kısaca: Hz. İbrahim hakkı ortaya koymak hususunda ciddi olduğunu gös­terdi. Bu hak önce sözle Allah’ın birliğini kabul etmek -bu da O’nun söylediğidir.- Sonra da bizzat fiille desteklemek. Bu sebeple Hz. İbrahim (a.s.) kav­mimden bazılarının duyacağı şekilde yemin ederek şöyle dedi:

“Allah’a yemin olsun ki, siz buradan arkanızı dönüp gittikten sonra ben Mutlarınıza mutlaka tuzak kuracağım.” Siz bayramınıza gittikten sonra sizin pıtlarınızı kırmaya ve onlara zarar vermeye gayret edeceğim, dedi. Kavminin her sene yaptıkları bir bayram toplantısı vardı. Oraya çıkarlar, sonra dönerler, putlara secde ederlerdi.

Hz. İbrahim’in (a.s.) bu sözünü kavminden biri duymuş, ezberlemişti. Son­ra bunu haber vermiş, bu haber kavmi arasında yayılmıştı. Bunun üzerine “Kavmi İbrahim denilen gencin onlara (putlara) dil uzattığını işitmiştik, dediler.” (Anbiya, 21/60).

Hz. İbrahim (a.s.) hasta olduğu şeklinde mazeret ileri sürerek bayram toplantısına çıkmadı. Planını bilfiil uygulamaya koydu. Putların kendilerine yapılacak eziyeti gidermeye güçlerinin yetmediğini düşününce terk edeceklerdi. Zira pratik delil gönle daha tesirli, düşünmeye daha çok teşvik edici ve zihne vurması daha şiddetli idi.

İbrahim putları parça parça etti. Ancak içlerinden büyük olana dokunmadı. Belki o puta gelip baş vururlar diye.” Kavmi gidince Hz. İbrahim putların yanına girdi. Putların önlerinde yiyecekler vardı. Hepsini parça parça etti, küçük küçük parçalara böldü. Hepsini kırmış ama oradaki büyük putu kırmamıştı: “Üzerlerine yavaşça yürüyüp onlara sağ eliyle kuvvetli bir indirdi.” (Saffat, 37/93). Belki de bu putperestler normal olarak fayda bu büyük puta müracaat ederler diye, Hz. İbrahim de baltayı bu putun boynuna veya eline astı. Böylece putun hiçbir şey yapamadığını, putlarından gurura kapıldıklarını, bilgisiz olduklarını onlar da anlasınlar istedi.