10

١٠

اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ

(10) illa men hatfel hatfete fe etbeahu şihabün sakib
Ancak (bir kelime) kapıp alan kimseyi hemen onu takip eder delip gelen bir göktaşı

(10) Except such as snatch away something by stealth, and they are pursued by a flaming fire, of piercing brightness.

1. illâ : ancak, başka
2. men : kim, kimse
3. hatıfe : kaptı, kaçtı
4. el hatfete : kapmak, kaçmak
5. fe : o zaman, o taktirde
6. etbea-hu : ona tâbî olur, ona ulaşır
7. şihâbun : yakıcı alev
8. sâkibun : delip geçen, kayıp giden


AÇIKLAMA

“Şüphesiz biz en yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik.” Yüce Allah, dünya göğünü ki bu gök, göklerin arza en yakın olanıdır, güzellikte en güzide mevkide olan bir süsle süslemiştir. Bu süs, yıldızlardır. Zira yıldız­lar, kendilerine bakanların gözünde parlak kıymetli taşlar gibidir.

“Ve onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk” Yani göğü, itaatten çı­kan azgın her şeytandan muhafaza ettik. Oraya kulak vermek istedikleri zaman kendilerine delici bir alev gelir ve onları yakar. Bu sebeple Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar mele-i alâ’yı dinleyemezler.” Yani şeytanlar, mele-i alâ’nın ki onlar, en yakın göğün ve daha yukarısının sakinleri olan meleklerdir, sözü­nü dinlemeye muktedir olamazlar. Çünkü kendilerine alev atılır. Şeytanla­rın melekleri dinlemek istemesi, Allah’ın hüküm ve takdirinden vahyettiği birşey hakkında konuştukları zaman olur.

Göklerin bu iki özellik veya yararını takrir eden birçok ayet gelmiştir. Örnek olarak “Andolsun biz dünyaya en yakın göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara çılgın ateş azabını hazırla­dık” (Mülk, 67/5) ve “Andolsun biz gökte burçlar yaptık ve onu bakanlar için süsledik. Ve onu her taşlanmış şeytandan koruduk” (Hicr, 15/16-17) ayetlerini zikredebiliriz..

“Her yandan kovularak atılırlar” Yani gökyüzüne yükselip orada ko­nuşulanlara kulak vermek istedikleri zaman kendilerine her yönden delici alev atılır ve uzaklaştırılırlar. Onlar için sürekli bir azap vardır” Yani tardedilerek uzaklaştırılırlar, oraya ulaşmaktan men edilirler ve onlar için ahirette sürekli devam eden elim bir azap vardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuru­yor: “Ve onlara çılgın ateş azabını hazırladık.” (Mülk, 67/5)

“Yalnız bir söz çalan müstesna, onu da delici bir alev takip eder” Yani şeytanlardan birinin bir söz çalması müstesna. Şeytanlar o sözü gökten işi­tir ve altlarında bulunana, o da kendi altında bulunana iletir. Belki delici alev, o sözü altlarındakine iletemeden onları yakalar; belki de delici alev kendisine ulaşmadan Allah’ın takdiriyle o sözü altlarındakilere ulaştırırlar ve alev ondan sonra kendilerine ulaşıp onları yakar. O sözü ilettikleri ise onu kâhinlere götürür. Nitekim bu husus hadiste de varit olmuştur.

Mele-i âlâdan bölük pörçük bir söz kapan şeytanın ardından Allah, delip geçici bir yıldız veya aydınlık bir alev gönderir ve böylece onu yakar. Belki yakmadığı da olur. Bu suretle o şeytan, ezberlediği o sözü, avanesi olan kâhinlere ulaştırır. Buradaki “hatf’ kelimesi, birşeyi süratle almak, “sâkıb” kelimesi de “delici” anlamındadır.

Bu ayet üzerinde düşünüldüğünde şu gerçek sabit olarak ortaya çıkmaktadır: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.) gönderilmeden önce şey­tanlar üzerine delip geçici alev bazen atılır, bazen de atılmazdı. Hz. Pey­gamber (s.a.) gönderildikten sonra ise şeytanlar her yönden bu delip geçici alevlere maruz kalmışlardır ve gök daha fazla korunmaya başlanmıştır. Bunun sonucu olarak şeytanlar, mele-i âlâya kulak verip dinleme imkânı bulamamışlardır. Sadece onlardan bazısının bir kelime kapıvermesi bunun istisnasıdır. Onu da yeryüzüne inmeden önce de delip geçici bir alev izler. O şeytan, kapıverdiği o kelimeyi avanesine iletir. Böylece kehanetin batıl, nübüvvet ve risaletin de sabit olduğu ortaya çıkar ve onların, gizlice ku­lak verip dinlemeye çalışmaktan men edildikleri hususu, şer’an mukarrer olur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar, meleklerin sözlerini dinlemekten uzaklaştırılmışlardır.” (Şu’arâ, 26/212). Yine Yüce Allah, gö­ğün korunması ve şeytanlara alev atılmasından ibaret her iki merhaleyi vasfederek şöyle buyuruyor: “Biz göğe dokunduk. Fakat onu sert bekçilerle ve alevlerle doldurulmuş bulduk. Halbuki hakikaten biz, haber dinlemek için bundan önce onun bazı kısımlarında oturacak yerler bulup oturuyor­duk. Fakat şimdi kim dinleyecek olursa, kendisini gözetip duran bir alev buluyor.” (Cinn. 72/8-9)

Razi şöyle der: “Nesilden nesile tevatüren nakledilen tarihî olaylar, Hz. Peygamber (s.a.)’in gönderilişinden önce bu türlü alevler meydana gel­diğini göstermektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.)’in gelmesinden uzun za­man önce yaşamış bulunan bilge kimseler bunu zikretmişler ve meydana gelmesinin sebepleri hakkında fikir beyan etmişlerdir. Bu olayların Hz. Peygamber (s.a.)’in gelmesinden önce mevcut bulunduğu sabit olunca, bun­ların meydana gelmesinin Hz. Peygamber (s.a.)’in gelişine bağlanması doğ­ru olmaz. En yakın ihtimal şudur: Bu olaylar Hz. Peygamber (s.a.)’in gel­mesinden önce de mevcuttu. Ancak Hz. Peygamber (s.a.) zamanında çoğal­mış ve dolayısıyla mucizelerin de çoğalmasına sebep teşkil etmiştir.