39

٣٩

هُوَ الَّذى جَعَلَكُمْ خَلَاءِفَ فِى الْاَرْضِ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزيدُ الْكَافِرينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتًا وَلَا يَزيدُ الْكَافِرينَ كُفْرُهُمْ اِلَّا خَسَارًا

(39) hüvellezi cealeküm halaife fil ard fe men kefera fe aleyhi kufruh ve la yezidül kafirine kufruhum inde rabbihim illa makta ve la yezidül kafirine küfru hüm illa hasara
O sizi halifeler yaptı yeryüzünde artık kim küfrederse küfrü kendi aleyhinedir kafirlerin küfrü onlara (bir şeyi) artırmaz Rableri katında gazaptan başka arttırmaz kafirlerin küfrü onlara helâktan başka (bir şeyi)

(39) He it is who has made you successors in the earth: so whosoever disbelieves then on him will be his disbelief and the disbelievers their disbelief with to but hatred their Lour not increased and the disbelievers their disbelief not increases but loss

1. huve : o
2. ellezî : ki o
3. ceale-kum : sizi kıldı
4. halâife : halifeler
5. fî el ardı : yeryüzünde
6. fe : artık, o taktirde, o zaman
7. men : kim
8. kefere : inkâr etti
9. fe : artık, o taktirde, o zaman
10. aleyhi : onun üzerine
11. kufru-hu : onun küfrü
12. ve lâ yezîdu : ve artırmaz
13. el kâfirîne : kâfirler
14. kufru-hum : onların küfrü
15. inde : yanında, huzurunda
16. rabbi-him : onların Rabbi
17. illâ : ancak, den başka
18. makten : gazap, kızgınlık, öfke
19. ve lâ yezîdu : ve artırmaz
20. el kâfirîne : kâfirler
21. kufru-hum : onların küfürleri
22. illâ : ancak, den başka
23. hasâren : hasar, zarar ziyan


AÇIKLAMA

Allah Tealâ mesud insanların durumunu açıkladıktan sonra bahtsız insanların ahiretteki durumunu beyan etmek üzere şöyle buyurdu:

“İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hük­medilmez ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez.” Allah’ı, Kur’an’ı inkâr edenler selim akılların açık bir delille gördükleri şeyi örter­lerse onlar için cehennem ateşi vardır. Onlara ikinci bir ölümle hükmedil­mez ki azap ve elemlerden kurtulsunlar. Onlara verilecek cehennem azabı bir göz açıp kapayıncaya kadar bile hafifletilmeyecektir. Bilakis sönmeye yüz tuttuğu her defasında alevi artırılacaktır. Derileri kavrulduğu her defada Allah onların derilerini, azabı tatmaları için yenileriyle değiş­tirecektir.

Bu ayetin benzeri şu ayetler bulunmaktadır: “Suçlular ise şüphesiz cehennem azabında ebediyyen kalacaklardır. Hiçbir zaman onların azap­ları hafifletilmeyecektir. Onlar orada ümitsiz kalacaklardır.” (Zuhruf, 43/74-75); “Cehennem ateşi hafiflediği her defada biz onun ateşini ar­tırırız. ” (İsra, 17/97); “Tadın bakalım. Size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız.” (Nebe, 78/30).

Müslim’in Sahih’inde Peygamberimiz (s.a.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: “Cehennemin ehli olan cehennemlikler orada ne ölürler, ne de canlı kalırlar.”

“Biz her kâfiri işte böyle cezalandırırız.” Bu şiddetli ceza ile küfürde aşırı giden herkesi cezalandırır, onu cehennemin dibine indiririz.

Allah Tealâ daha sonra müşriklerin azaptaki durumunu şu ayetle tav­sif etti: “Onlar cehennemde şöyle bağırışıyorlar: Ey Rabbimiz! Bizi çıkar da daha önce işlediğimiz amellerden farklı olarak salih amel işleyelim.”

Yani bu kâfirler cehennemde yardım istemek üzere seslerini yüksel­terek bağırırlar: “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Bizi dünyaya döndür de daha önce işlediğimiz şirk ve masiyetlerden farklı olarak senin razı olacağın salih amel işleyelim, küfür yerine iman, masiyet yerine taat sahibi olalım.”

Bunun üzerine Cenab-ı Hak onları azarlayarak şöyle buyurdu:

“Size öğüt alacak birinin öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi?” Yani öğüt almak istediğiniz takdirde öğüt alma imkânına kavuşmanıza yetecek kadar bir ömür sizi yeryüzünde bırakmakdık mı? Ya da haktan yararlanan kimselerden olsaydınız ömrünüz müddetince is­tifade edebileceğiniz kadar dünyada yaşamadınız mı?

Bu ayetin bir benzeri şudur: “Kıyamet günü kâfirler şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Biz de günah­larımızı itiraf ettik. Şimdi de bir kurtuluş yolu var mıdır?” Onlara şöyle denilir: “Bunun sebebi yalnız Allah’a dua edildiği zaman inkâr etmeniz, O’na ortak koşulunca da iman etmenizdir…” (Mümin, 40/11-12).

İmam Ahmed, Ebu Hureyre (r.a.)’den Peygamberimiz (s.a.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Allah Tealâ altmış -ya da yetmiş- yaşına kadar ömür verdiği kulunun ileri süreceği mazereti böylece ortadan kaldır­mış olmaktadır. Onun mazeretini ortadan kaldırmış olmaktadır. Onun mazeretini ortadan kaldırmış olmaktadır.”

“Üstelik size uyarıcı da gelmişti.” Yani size uyarıcı elçi -Hz. Peygamber (s.a.)- de beraberinde Kuran olduğu halde, isyan ettiğinizde sizi azapla uyarmak üzere gelmişti.

Bir başka görüşe göre “nezîr: uyarıcı” ifadesi ak saç anlamındadır. Razî diyor ki: Yani size akıllar verdik ve size akılla anlaşılabilecek gerçek­leri naklî delille destekleyecek kimseleri (elçilerimizi) gönderdik.

Böylece Allah Tealâ’nın insanlara verdiği ömür ve gönderdiği elçilerle onların üzerine hüccet koyduğu şu ayetlerle de açıkça beyan edilmektedir: “O suçlular cehennem zebanisine: “Ey Malik! Hiç olmazsa Rabbin canımızı alsın,” diye bağırışırlar. Malik de: “Siz bu azapta bekletileceksiniz.” der. Allah şöyle der: Şüphesiz biz size dünyada peygamber vasıtasıyla hak bir din gönderdik. Fakat bir çoğunuz bu hak dini sevmemekteydiniz.” (Zuhruf, 43/77-78); “Cehenneme her topluluk atıldığında zebaniler onlara “Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?” diye soracaklardır. Onlar da: “Evet uyarıcı gelmiş­ti, ama biz yalanlamıştık ve Allah hiçbir şey indirmedi. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz, demiştik.” diye cevap verirler.” (Mülk, 67/8-9).

“O halde azabı tadın. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” Dünyada peygamberlere muhalefet etmenizin cezası olarak cehennem azabını tadın bakalım. Bugün sizi içinde bulunduğunuz azap ve işkenceden kurtaracak olan hiçbir yardımcınız yoktur.

Bu ayet aynen “Azabı tat bakalım. Çünkü sen çok güçlü ve çok değerli bir kişisin!” (Duhan, 44/49) ayetinde olduğu gibi emir sîgasıyla yapılan bir tehükküm (hafife alma) ifadesidir.

Cenab-ı Hak daha sonra ilminin her şeyi ve dolayısıyla onların duru­munu kuşattığını bildirerek şöyle buyurdu:

“Şüphesiz göklerin ve yerin gaybını Allah bilir. Elbette O, kalplerde olanı en iyi bilendir.” Muhakkak ki Allah göklerde ve yerde olan her gizli işi ve dolayısıyla kulların amellerini bilir. Bunlardan hiçbir şey ona gizli kalmaz. Eğer sizi tekrar dünyaya döndürseydi, yine iyi amel işlemezdiniz. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: “Tekrar dün­yaya döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar.” (En’am, 6/28). Bunun sebebi Cenab-ı Hakk’ın gönül­lerin gizlediği inanç, kuruntu ve vesveseleri gayet iyi bilmesidir. O her amel sahibine ameliyle karşılık verecektir.

Burada Allah kendilerini tekrar dünyaya döndürse bile asla küfürden dönmeyeceklerine işaret vardır.

“O kalplerde olanı en iyi bilendir.” ifadesi ilminin genişliğini belirtmek içindir. Cenab-ı Hak daha sonra, gaybı bilmesinin bir başka sebebini zik­retmek üzere şöyle buyurdu:

“Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur.” Yani sizin yeryüzünün hayır­larından yararlanmanız, tevhid ve taatle Allah’a şükretmeniz için sizi siz­den öncekilerin ardından birbirini izleyen nesiller halinde getiren O’dur. Nitekim bir başka ayette: “O, sizi yeryüzünün halifeleri kılar.” (Nemi, 27/62) buyurulmuştur.

“Kim inkar ederse, onun inkârı kendi aleyhinedir.” İçinizden kim bu nimete nankörlük ederse, küfrünün zararı o kimseye olur. Onun cezası başkasına değil, sadece kendisine ait olur.

“Kâfirlerin inkârları Rableri nezdinde sadece hüsranlarını artırır.” Yani onlar küfürleri üzerinde her ne kadar devam ederlerse, Allah da on­lara buğzeder ve gazap eder. Küfür üzerine ne kadar ısrar ederlerse, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini hüsrana uğratmış olurlar. Onlar eksiklik ve helake uğrarlar.

Bu ifade tekrarı, küfrün buğz ve hüsran gibi iki neticeyi doğurduğuna delildir.