56

٥٦

هذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّينِ

(56) haza nuzulu hum yevmeddiyni
Onlara konukluk budur din günü

(56) Such will be their entertainment on the Day of Requital!

1. hâzâ : bu
2. nuzulu-hum : onların ziyafeti, ağırlanması
3. yevme : gün
4. ed dîni : dîn


AÇIKLAMA

“Ashab-ı şimal (kitabı sol tarafından verilenler), (onlar) ne ashab-ı şimaldir.” Yani, onların durumları nedir, ahirette azap olunurlarken ne halde olacaklar?

İşte bu hal ve durum Cenab-ı Hakk’ın aşağıda söylediği şekilde olacaktır:

‘Yakıcı bir rüzgâr, kaynar bir su, ne serin, ne de faydalı olan simsiyah dumandan bir gölge içindedirler.” Yani onlar cehennemin sıcaklığından ge­len yakıcı bir rüzgâr, kaynar bir su, aslında serin olan başka gölgeler gibi serin olmayan, görüntüsü kötü, faydasız, simsiyah bir cehennem dumanı­nın gölgesi içinde olacaklardır. Meşhur olan manaya göre “semûm”, çok sıcak esip de, hasta eden veya çoğu kez öldüren rüzgâr demektir. Razî şöyle der: “Şöyle denilmesi daha doğrudur: “Semûm” oradan oraya aktarılan ko­kuşmuş, kirli bir havadır, insan ondan bolca içine çektiği zaman kokuşmuş olduğundan dolayı kalbin çalışmasını bozar ve öldürür.”

Yakıcı hava ve kaynar suyu zikredip de cehnenemi ve korkunç halleri­ni zikretmemesi daha hafifi ile daha ağırına bir işarettir. Yani dünyada ha­va ve su en soğuk şeyler iken burada onların burunlarına çektikleri hava “semûm”, içtikleri su hamim (kaynar) olursa dünyada en yakıcı şey olan ateş orada nasıl olur, var sen düşün, demektir. Sanki Cenab-ı Hak şöyle di­yor: Eşyanın en soğuğu onlara göre en sıcağı olmuşsa, en sıcağı ile halleri nasıl olur?

Şu ayetler de bu ayetin benzeridir: “O yalanlayıp durduğunuz şeye gi­din, haydi üç kola ayrılmış gölgeye gidin. Gölgelendirilmez, alevden de korumaz, çünkü o öyle kıvılcım atar ki her biri sanki bir saraydır, her bi­ri sanki sarı sarı develerdir.” (Mürselât, 77/29-33).

Onların azap görmesinin sebebi Cenab-ı Hakk’ın şu dediğidir:

“Çünkü onlar bundan önce sefâhet içinde idiler. O büyük günah (şirk) üzerinde ısrar ediyorlardı. Ve şöyle diyorlardı: “Biz öldükten ve bir yığın toprak ve kemik olduktan sonra bizi mi tekrar dirilteceksiniz? Önceki atalarımıda mı?” Yani çünkü onlar dünyada iken kendilerine helâl olmayan şeylerle hayat sürüyor, şehvetlere dalmış, nefislerine tatlı gelen şeylere yö­nelmişler, peygamberin getirdikleri ile hiç ilgilenmiyorlardı. O büyük gü­nah üzerinde devam edip ısrar ediyorlar ve ondan dönmüyorlardı. Bu bü­yük günah şirk idi veya Allah’ı inkârdı, Allah’ı bırakıp putlara tapmak Allah’a ortak koşmaktı. Öldükten sonra dirilmeyi mümkün görmüyorlar ve inkâr ediyorlar ve şöyle diyorlardı: “Biz ölüp dağılmış cesetler, ufalanmış kemikler haline geldikten sonra nasıl diriltiliriz? Önceki babalarımız, de­delerimiz çok eskiden öldüklerine ve üzerlerinden uzun zaman geçtiğine göre nasıl diriltilirler?” Bu şekilde onlar dedelerinin dirilişini mümkün gör­müyor, şiddetle reddediyorlardı. Onların “nasıl” sorusunu inkâr manasına kullandıkları açıktır.

Şurası da şayan-ı dikkattir ki Allah kullarına nimet verdiği yerlerde onların salih amellerini zikretmiyor. Bu sebeple ashab-ı yeminin cennetler içinde oluşunun sebebini zikretmedi. Ama azap verdiği yerde kötülerin amellerini zikrediyor. Çünkü mükâfat, ihsan; azap, adalettir. İhsan, sebebi ister zikredilsin, ister edilmesin kimse onu ihsan edenin noksan yaptığını, haksızlık ettiği hayalinden bile geçirmez. Ama adalet, eğer cezanın sebebi bilinmezse, burada bir zulüm olduğu zannedilebilir. Bu sebeple Allah “Onlar sefahetleri yüzünden cehennemdedirler.” demiştir.

Allah onların bu inkârına şu cevabı vermiştir:

“De ki: Şüphesiz hem öncekiler, hem sonrakiler, malûm bir günün mu­ayyen vaktinde muhakkak toplanacaklar.” Yani ey peygamber, söyle onlara: Diriltileceklerine ihtimal vermeyen ümmetlerden o “öncekiler”, siz ve siz­den sonra gelecek olan “sonrakiler”, ileri geri oynatılamayan, artıp eksilmeyen zamanı belirli muayyen günde dirilişten sonra kıyamet meydanında toplanacaklar. Nitekim şu ayetler bu toplanmayı ifade etmektedir: “Fakat o ancak bir tek seslemeden ibarettir. Bir de (bakarsın) onlar toprağın hüzündedirler.” (Naziat, 79/13-14); “İşte o, insanların toplanacağı bir gündür, ve işte o herkesin hazır bulunacağı bir gündür. Biz onu ancak sayılı bir müddete kadar geciktiririz. O geldiği gün Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu.” (Hud, 11/103-105). “De ki” ifadesi meselenin son derece açık olduğuna işarettir. Kıyamet gününün tayin edilmemesi ise, insanların tenbelleşmemesi içindir.

Sonra Allah azabın yeme içmedeki bazı tezahürlerini zikrederek şöyle buyurdu: “Sonra siz ey sapıklar ve yalanlayanlar; muhakkak bir ağaçtan, zakkumdan yiyecek, karınları ondan dolduracak, üstüne de kaynar sudan içeceksiniz. Susamış develerin içişi gibi içeceksiniz.” Yani ey haktan sapan­lar topluluğu, Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr eden, peygamberlerini ya­lanlayan, kıyamet günü dirilme ve hesabı inkâr eden sizler! Hiç şüphe yok sizler ahirette çok acıktığınız için o tadı kötü, görünüşü çirkin olan zakkum ağacından karınlarınızı dolduruncaya kadar yiyeceksiniz, sonra çok susayacağınız için o zakkumun üstüne kaynar su içeceksiniz ve bu içişiniz bir hastalığa yakalandığı için hiç suya kanmayan susuz devenin su içmesine benzeyecek. Yani bu içişiniz normal su içme gibi olmayacak, belki susayıp da ölünceye kadar içse asla suya kanmayan devenin içmesi gibi olacak, İbni Abbas ve tabiinden bir kısmına göre ayatte geçen “ileyhim” kelimesi su­samış deve demektir. Süddi’ye göre ise bu kelime develerde görülen bir hastalıktır ki, o deve içer içer kanmaz, nihayet ölür. İşte cehennem ehli de böyledir, kaynar suya asla kanmazlar. Halid bin Ma’dân hiç nefes almadan devenin su içmesi gibi suyu bir defada içmeyi mekruh görüyordu.

Sonra Allah onların azabının bu olduğunu beyan ederek şöyle buyur­du: “İşte kıyamet günü onların ziyafeti budur.” Yani Allah istihza ve alay için “Yenilecek ve içilecek şey olarak vasfettiğimiz zakkum ağacı, kaynar su, işte hesap günü Rableri nezdinde onlara çekilecek ziyafet budur.” de­mektir. Onlar için hazırlanan ve kıyamet günü yiyecekleri işte bunlardır. Razî’nin görüşüne göre azabın tamamı bu değil, belki ilk görecekleridir ki o da azabın bir kısmıdır.

“en-Nüzûlu” misafir için hazırlanan ikramdır ve yiyeceği şeylerin ilki o olur. Nitekim Allah müminler hakkında şöyle buyurur: “İman edip salih amel yapanlar, onlar için nüzul (ziyafet ve ikram) olarak Firdevs cennetleri vardır” (Kehf, 18/107).