٣١
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَاً وَاتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ فَلَمَّا رَاَيْنَهُ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّهِ مَا هذَا بَشَرًا اِنْ هذَا اِلَّا مَلَكٌ كَريمٌ
(31) felemma semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehünne müttekeev ve atet külla vahidetim minhünne sikkinev ve kaletih ruc aleyhinne felemma raeynehu ekbernehu ve katta’ne eydiyehünne ve kulne haşe lillahi ma haza beşera in haza illa melekün kerim
vaktaki kadınların kendi aleyhinde konuştuklarını işitince o kadınlara haber gönderdi ve onlara (yaslanıp) oturacakları yerler hazırlandı ve kadınlardan her birinin (eline) bir bıçak verildi kadın dedi (yusuf’a) o kadınların karşısına çık vaktaki yusuf’u görünce onu çok büyüttüler ve kadınlar ellerini kestiler dediler ki haşa Allah için bu beşer değil bu ancak kerim bir melektir
(31) When she heard of their malicious talk, she sent for them and prepared a banquet for them: she gave each of them a knife: and she said (to Joseph), come out before them. When they saw him, thy did extol him, and (in their amazement) cut their hands: they said, Allah preserve us no mortal is this is none other than a noble angle
1. | fe lemmâ | : böylece, olduğu zaman |
2. | semiat | : işitti (kadın) |
3. | bi mekrihinne | : çekiştirdiklerini, dedikodu yaptıklarını |
4. | erselet | : gönderdi |
5. | ileyhinne | : onlara (kadınlara) |
6. | ve a’tedet | : ve hazırladı |
7. | lehunne | : onlar (kadınlar) için |
8. | mutteke’en | : karşılıklı dayanıp oturacak yer |
9. | ve âtet | : ve verdi |
10. | kulle | : hepsi |
11. | vâhidetin | : birine |
12. | min hunne | : onlardan (kadınlardan) |
13. | sikkînen | : bir bıçak |
14. | ve kâlet ihruc | : ve “çık” dedi |
15. | aleyhinne | : onlara (kadınlara) |
16. | fe lemmâ | : o zaman, ….. olunca |
17. | re’eyne-hu | : onu gördüler (kadınlar) |
18. | ekberne-hu | : onu büyüttüler (çok beğendiler, hayran kaldılar) |
19. | ve katta’ne | : ve kestiler |
20. | eydiye-hunne | : (onlar) ellerini |
21. | ve kulne | : ve dediler |
22. | hâşe | : hayır |
23. | lillâhi (li allâhi) | : Allah için |
24. | mâ | : değildir |
25. | hâzâ | : bu |
26. | beşeren | : bir beşer |
27. | in hâzâ | : bu olsa, olursa |
28. | illâ | : ancak, sadece |
29. | melekun | : bir melek |
30. | kerîmun | : üstün, kerim |