١١٥
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبيلِ الْمُؤْمِنينَ نُوَلِّه مَا تَوَلّى وَنُصْلِه جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصيرًا
(115) ve mey yüşakikir rasule mim ba’di ma tebeyyene lehül hüda ve yettebi’ ğayra sebilil mü’minine nüvellihi ma tevella ve nuslihi cehennem ve saet mesiyra
her kim de resule karşı gelirse apaçık belli olduktan sonra kendisine hidayet yolu gayrisine tabi olursa mü’minlerin yolun(dan) biz de onu döndüğü yola döndürürüz ve cehenneme atarız ne kötü dönüş yeri
(115) If anyone contends with the Messenger even after Guidance has been plainly conveyed to him, and follows a path other than that becoming to men of Faith, we shall leave him in the path he has chosen, and land him in Hell- what an evil refuge!
1. | ve men | : ve kim |
2. | yuşâkıkı | : ayrılık yapar, muhalefet eder, karşı gelir |
3. | er resûle | : resûl, elçi |
4. | min ba’di | : sonradan, sonra |
5. | mâ | : şey |
6. | tebeyyene | : beyan etme, açıklama |
7. | lehu | : ona, kendisine |
8. | el hudâ | : hidayet |
9. | ve yettebi’ | : ve tâbî olur, uyar |
10. | gayre | : başka, diğer, dışında |
11. | sebîli | : yol |
12. | el mu’minîne | : mü’minler |
13. | nuvellı-hî | : onu çeviririz |
14. | mâ | : şey |
15. | tevellâ | : döndü |
16. | ve nusli-hî | : ve onu yaslarız, atarız |
17. | cehenneme | : cehennem |
18. | ve sâet | : ve ne kötü |
19. | masîran | : gidilecek, varılacak yer |
وَمَنْ her kimيُشَاقِقْ aykırı davranır
الرَّسُولَ Rasul’eمِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ apaçık belli ettikten sonraلَهُ kendisineالْهُدَى doğru yolوَيَتَّبِعْ ve uyarsaغَيْرَ başkasınaسَبِيلِ yolundanالْمُؤْمِنِينَ mü’minlerinنُوَلِّهِ onu bırakırızمَا تَوَلَّىdöndüğü haldeوَنُصْلِهِ ve kendisini atarızجَهَنَّمَ cehennemeوَسَاءَتْ o ne kötüمَصِيرًا dönüş yeridir
AÇIKLAMA
Tu’me’nin kabilesi gibi insanların kendi aralarında yaptıkları konuşmaların ve fısıldaşmalann pek çoğunda hiçbir hayır yoktur.
Ancak şu üç hususta yapılan gizli konuşmalar bundan müstesnadır:
1- Muhtaç olana yardım etmek, fakir ve yoksula yardımcı olmak için sadaka vermekle emredilmesi.
2- Emri bi’l-maruf yapılması: Ma’ruf, şeriatın emrettiği umumî maslahat ve genel hayır bulunan hususlardır.
3- Dava ve çekişmelerinde insanların arasını düzeltmek ve ıslah etmek.
Nitekim bu husus İbni Merdûveyh, Tirmizî ve İbni Mace’nin Ümmü Habi-be’den rivayet ettiği hadiste de belirtilmektedir: Bu hadiste Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmuşlardır:
“Ademoğlunun bütün sözleri lehine değil, kendi aleyhinedir: Ancak Allah’ı zikretmek, emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münkeryapmak müstesnadır.”
İmam Ahmed, Ümmü Gülsüm bnt. Ukbe’den naklediyor: Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu işittim: “İnsanların arasını ıslah eden, hayrı geliştiren ya da hayır söyleyen kimse yalancı değildir.” Ümmü Gülsüm devam etti: “Ben Peygamberimiz (s.a.)’in insanların birbirlerine söyledikleri yalanların üç şeklinden başka hiçbir şekline izin verdiğini görmedim: Savaşta, insanların arasını düzeltmede, erkeğin hanımına ve hanımın erkeğine konuşmasında söylediği söz.”
İmam Ahmed’in İbni Ömer (r.a.)’den rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Sadakanın en faziletlisi insanların arasını düzeltmektir.”
Ebubekir el-Bezzar ve Beyhakî’nin Enes (r.a.)’ten rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.) Ebu Eyyüb (r.a.)’e şöyle buyurmuştu:
– Sana bir ticaret göstereyim mi? Ebu Eyyüb:
– Evet ya Rasulallah, dedi. Efendimiz (s.a.):
– Bu, insanlar birbirleriyle bozuştukları zaman insanların arasını ıslah etmeye çalışmandır. İnsanlar birbirlerinden uzaklaştıkları zaman aralarını yaklaştır mandır.
Ayet-i kerimede “pek çoğunda” ifadesi kullanıldı. Çünkü fısıldaşmaların bir kısmı tarım, ticaret, sanayi vb. özel işler ve mubah olan şeylerde olur. Bunlar kötülükle nitelendirilmez. Bu işlerde hayır maksadı da yoktur. Ayette geçen kendisinde hayır vasfı bulunmayan pek çok fısıldaşmalar başkalarının durumlarını ilgilendiren konularda fısıldaşmadır.
Allah Teâlâ fısıldaşmayı genellikle g��nah ve şerrin kaynağı olarak saymıştır: “Ey iman edenler! Aranızda fısıltı ile konuştuğunuz zaman günah işlemeyi, düşmanlık yapmayı ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın. İyilik ve takva hakkında fısıldaşın. Dirildikten sonra huzurunda toplanacağınız Allah’tan korkun.” (Mücadile, 58/9).
İmam Malik, Buharı ve Müslim’in İbni Ömer (r.a.)’den rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Bir araya gelenler üç kişi olunca iki kişi bir üçüncüsünü bırakıp kendi aralarında fısıldaşmasınlar. Zira bu durum üçüncü kişiyi üzecektir.” Bu bir zarar vermedir. Zarar verme ise icma ile haramdır.
Fısıldaşmanın çoğunlukla kötü bir şey olarak nitelendirilmesinin sebebi şudur: Genellikle hayrı açıkça ortaya koyma âdet olmuş, şer ve günah gizlilikle zikredilir, komplolar gizlice planlanır olmuştur.
Efendimiz (s.a.) buyuruyor ki: “Günah, gönlünde darlık meydana getiren, göğsünde tereddüt meydana getiren, insanların bilmesinden hoşlanmadığın ‘şeydir.”
Ayette zikredilen bu şeylerin en hayırlı amel oluşu sadece gizli oldukları durumdadır, yoksa açıkta yapıldıkları zaman değildir. Bunun delili şu ayettir: ‘Sadakaları açıktan verirseniz bu ne güzeldir!.. Eğer sadakaları gizler de fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 2/271).
Cenab-ı Hak bundan sonra bu üç amelin yapılması üzerine kararlaştırılan sevabı zikretti: Allah’ın rızasını kazanmak, O’nun emrine itaat etmek kasdıyla bu hususta ihlâslı bir şekilde ve Allah (c.c.) katında bunu yapmanın sevabını yalnızca Allah’tan bekleyerek kim bu üç ameli yaparsa şüphesiz Cenab-ı Hak buna bol, büyük ve geniş mükâfat verecektir.
Hayırlı fısıldaşma durumlarına karşılık güzel mükâfat ve hayırla yapılan bu vaadden sonra Cenab-ı Hak kötülükle fısıldaşan, insanlara komplo düzenleyen, cemaatten ayrıldıklarını ve Rasul’e düşmanlıklarını ilân edenleri tehdit ederek şöyle buyurdu:
Kim İslâm dininden dönerek ve hidayet peygamberine ve onun sünnetine açıktan düşmanlık ederek Rasul’e karşı gelir ve düşmanlık ederse, Peygamberimiz (s.a.)’in getirdiği şeriat yolundan başka bir yola girerse, müminlerin cemaatinin yolundan başka bir yola uyarsa Allah o kimseyi çevireceği yere çevirir. Yani bu kişiyi o yola giren, bu batıl yolda yürüyen, bir istidrac olarak bu durumdan memnun kalan bir kimse kılar, onu dalâlet çukurlarında bocalayan bir kimse olarak bırakır.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Bu sözü (Kur’an’ı) yalanlayanları sen bana bırak. Biz onları nereden geldiğini bilmedikleri bir azaba yavaş yavaş yaklaştıracağız.” (Kalem, 68/44).
“Onlar doğrudan sapınca Allah da onların kalplerini saptırmıştı.” (Saf, 61/5) “Onları azgınlıkları içinde bırakırız, bocalayıp dururlar.” (En’am, 6/110)
Allah ahirette o kimsenin varacağı yeri cehennem ateşi kılar. Onun varacağı bu yer ne kötü bir yerdir!.. Zira kim hidayetten çıkarsa kıyamet gününde onun yolu cehennem yolu olur.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Zulmedenleri ve eşlerini bir araya toplayın.” (Saffat, 37/22).
“Günahkârlar ateşi görürler ve oraya düşeceklerini anlarlar. Fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamazlar.” (Kehf, 18/53).
Burada şu gerçeğe işaret vardır: Kim kendi nefsini bir yola, bir yöne çevirirse ve gönlü memnun ve razı olduğu halde bu yola yönelirse Allah onu bu durumuyla başbaşa bırakır. Kötü yolu tercih ettiği ve doğru yoldan uzaklaştığı için o kimsenin cezası da beklenen ve adalet gereği bir durum olur.