٤٠
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
(40) velekad yessernal kur’ane liz zikri fe hel mim muddekir
Yemin olsun müyesser kıldık (biz) kur’an’ı düşünmek için ama düşünen mi var?
(40) And We have indeed made the Quran easy to understand and remember: then is there any that will receive admonition?
1. | ve lekad | : ve andolsun |
2. | ye es sernâ | : biz kolaylaştırdık |
3. | el kur’âne | : Kur’ân |
4. | li ez zikri | : zikir için |
5. | fe | : buna rağmen |
6. | hel | : var mı |
7. | min muddekirin | : tezekkür eden, ibret alan |
وَلَقَدْandolsunيَسَّرْنَاbiz kolaylaştırdıkالْقُرْآنَKur’an’ıلِلذِّكْرِzikir içinفَهَلْ o halde var mıمِنْ مُدَّكِرٍibret alıp düşünen
AÇIKLAMA
“Lût kavmi uyarıcıları yalanladı” Bunların hali de ötekiler gibidir ki bunlar yalan söylüyor diyerek peygamberlerine muhalefet eden, kendilerini uyarmak için getirdiği delilleri yalan sayan ve o çirkin işi (erkeğin erkekle ilişkiye girmesini) irtikap eden Lût kavmidir.
Sonra Allah onların azabını ve helak edilmelerini açıklamak üzere şöyle buyurdu:
“Onların üzerine, taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Lût’un ailesi hariç. Biz onları seherde kurtardık.” Yani biz onların üzerine, küçük çakıl taşları fırlatan bir rüzgâr gönderdik de Lût Peygamber ve ona iman edip tabi olanlar hariç, bu rüzgâr onların hepsini helak etti, mahvetti. Lût ve beraberindekileri ise gecenin sonunda, gecenin son altıda biri olan zaman diliminde kurtardık. Onlar kavimlerinin başına gelenden kurtuldular.
Zaten de Lût’a kavminden hiç kimse, bir kişi dahi iman etmemişti. Hatta hanımı bile. Kavmine inen, ona da indi. Allah’ın peygamberi Lût ile kızları, bunların arasından hiçbir kötülük dokunmadan salimen çıktılar.
Onların kurtuluşunun sebebi nimete şükretmeleri idi. Allah şöyle buyurdu:
“Tarafımızdan bir nimet olarak şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız. ” Yani şüphesiz biz onları tarafımızdan kendilerine bir ihsan, bir ikram olmak üzere kurtardık. Güzel karşılık böyledir. Biz, iman edip emrimize itaat etmek, yasağımızdan kaçınmak suretiyle nimetimize şükredip nankörlük etmeyeni işte böyle mükâfatlandırırız.
Sonra Allah cezalandırmadaki adaletini -ki bu da birtakım uyarmalardan sonra azabın gelmesidir- beyan ederek şöyle buyurdu:
“Andolsun, (Lût) onlara azapla yakalayacağımız uyarısını yapmıştı. Fakat onlar bu uyarılara şüpheli bakmışlar, yalan saymışlardı.” Yani başlarına azap inmeden önce peygamberleri onlara, eğer iman etmezlerse Allah’ın çetin azabının, ağır cezasının geleceği uyarısını yapmıştı. Fakat onlar buna kulak asmadılar, dikkate almadılar bilakis bu uyarılar hakkında şüpheye düştüler, peygamberi tasdik etmek yerine onu yalanladılar.
Sonra Allah onların inkâr ve yalanlama dışında bir cürmünü daha zikrederek şöyle buyurdu:
“Andolsun ki onlar misafirlerine (bile) kötülük yapmayı kasdetmişlerdi biz de gözlerini kör ediverdik. İşte azabımı ve tehditlerimi tadın.” Yani kavmi, Lût Peygamber’den âdetleri olduğu üzre fuhuş yapmak için misafirlerini kendilerine teslim etmesini istediler. Misafirler de henüz bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar suretinde gelen meleklerdi. Lût’un kötü huylu yaşlı hanımı kavmine adam göndererek Lût’un misafirleri geldiğini onlara bildirdi. Hemen dört bir yandan koşup geldiler. Lût kapıyı kapattı. Gece yarısı kapıyı kırmak için zorluyorlar, Lût da onları uzaklaştırmaya, misafirlerini korumaya çalışıyordu. Mutlaka girmekte ısrar edince Allah gözlerini kör etti, hiçbir şey göremez hale geldiler. Geri dönüp gittiler. Duvarlara tutunarak yürüyorlar ve “sabah olsun Lût’a gösteririz” diyorlardı.
İşte o zaman meleklerin lisanından onlara: “İşte azabımı ve tehditlerimi tadın.” dedik.
Sonra Allah başlarına ne tür bir azabın ne zaman indiğini zikrederek şöyle buyurdu:
“Bir sabah erkenden kararlı bir azap onlara baskın yaptı.” “Onlara vaad edilen vakit sabahtır.” (Hud, 11/81) ayetinde de işaret edildiği gibi onların yakasını bırakmayan, hiç fırsat vermeyen bir azap, bir sabah aniden geliverdi. Ayetteki “azab-ı müstakırr” kurtuluşu olmayan veya tamamen yok edinceye kadar üzerlerinde kalan azap demektir.
Sonra Allah ibreti açıkladı ve onlara denileni aktararak şöyle buyurdu:
“işte azabımı ve tehditlerimi tadın.” Yani daha önce size gelmiş olan uyarılarımızın icabı ve yaptıklarınızın karşılığını şimdi tadın.
“Andolsun ki biz Kur’an’ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı düşünen?” Yani ders ve ibret alınması için biz Kur’an ayetlerini kolaylaştırdık. Var mı ibret alan, ders alan? Daha önce de söylediğimiz gibi bu dört kıssanın her birinin ardından gelen bu ayet te’kit ve tenbih için, ibret alınması ve caydırıcı olması içindir