26

٢٦

اِلَّا قيلًا سَلَامًا سَلَامًا

(26) illa kiylen selamen selamen
Ancak bir (söz) söylenir (o da) “selam, selam” dır

(26) Only the saying, Peace! Peace.

1. illâ : sadece
2. kîlen : denir, söylenir
3. selâmen : selâm
4. selâmen : selâm


AÇIKLAMA

“Bir çoğu öncekilerden, birazı da sonrakilerdendir.” Yani sâbikûn önde olanlar, mukarrabûn, bunlar Âdem’den bizim peygamberimize kadar gelip geçmiş ümmetlerden sayılamayacak kadar çok ve birazı da bu ümmetten olan bir topluluktur. Bu ümmetten olanlar kendilerinden öncekilere nispet­le “az” diye zikredildiler. Çünkü eski ümmetler, içlerinden çıkan peygam­berlerin ve onlara icabet edenlerin çokluğu dolayısıyla çokturlar.

Bunların içinde Muhammed ümmetinden olanların “az” olduğuna delil Buhari, Müslim, Ahmed ve Neseî’nin Ebu Hüreyre’den rivayet ettikleri Rasulullah (s.a.)’ın şu sözüdür: “Sonda gelen bizler, kıyamet günü sâbıkun (önde gidenler) olacağız.” Bu söz, Ahmed bin Hanbel, Ebu Muhammed bin Ebî Hatem, İbnülmünzir ve İbni Merdüveyh’in Ebu Hüreyre’den rivayet et­tikleri şu hadisle de desteklenebilir: “Bir çoğu öncekilerden, birazı da son­rakilerdendir. ” ayetleri nazil olduğunda bu Rasulullah’ın ashabına ağır gel­di. Bunun üzerine: “Bir çoğu öncekilerden, bir çoğu da sonrakilerdendir.” ayetleri indi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Ben sizin cennet ehlinin dörtte biri, üçte biri olmanızı umarım, belki yarısı olacaksı­nız ikinci yarısını da onlarla bölüşeceksiniz.”

Ashab-ı yemîn ise -ileride geleceği gibi, cennet ehlidir- şüphesiz onla­rın içinde bu ümmetten çok kişi olacak. Zira ashab-ı yemîn Allah’a ve Rasulüne iman edip salih amel yapan herkestir, onları da öncekilerin çoğu ile sonrakilerin çoğu olacak. Dolayısıyla bu ümmetin ashab-ı yemîn içinde olanlarının diğer ümmetlerin ashab-ı yemîni içinde olanlarından daha çok olması olmayacak bir şey değildir. Böylece bu ümmetin sâbıkunundan bira­zı ile ashab-ı yemîn olanlarından büyük bir grubu bir araya gelerek yuka­rıdaki hadiste geçtiği gibi cennet ehlinin yarısını teşkil etmiş olurlar.

Özetlersek, bu ümmetin toplamı diğerlerine göre çokluktur. Geçmiş ümmetlerin sâbıkunu bizim ümmetimizin sâbıkunundan daha çok olurken bizim ümmetimizin tabileri o ümmetlerin tâbilerinden daha çoktur. Geçmiş ümmetlerin sâbikûnunun çokluğu peygamberlerinin çokluğu sebebiyledir. Geçmiş ümmetlerin sâbikûnunun çokluğu birçok peygamber ve ümmet­lerinin katılması ile oluyorsa bu çokluk bu ümmetin sâbıkunu için bir nakîsa değildir.

Sonra Allah mukarrabinin halini anlatarak şöyle buyurdu:

“Cevherlerle süslenmiş tahtlar üzerindedirler. Bu tahtlar üzerinde kar­şılıklı yaslanırlar.” Yani onların cennetteki hali şöyledir: Altın iplerle dokunmuş, inci, yakut ve zebercet ile örülmüş divanlar üzerinde karşılıklı, birbirlerine sırtlarını dönmeden yaslanmış, neşe ve sevinç, sefa ve sürür içindedirler, bıkıp usanmazlar, birbirlerine karşı buğz ve kin, nefret ve hu­sumet duymazlar. Onlar Cenab-ı Hakk’ın şu ayette ifade ettiği gibi kendi­lerine hizmet sunulan kişilerdir:

“Etraflarında ölümsüz gençler dolanırlar.” Yani hizmet için etrafların­da hep aynı kalan, yaşlanmayan ve değişmeyen gençler veya çocuklar veya hizmetçiler dolanır durur. Bunların bu hizmeti yerine getirmek için huriler gibi cennette yaratılmış olmaları mümkündür.

“Maîn’den doldurulmuş deştiler, ibrikler ve kadehlerle. Bundan başla­rı ağrıtılmaz ve akılları giderilmez.” Yani bu hizmetçiler, onların etrafında kulpu, emziği olmayan ağzı daire şeklinde kadehlerle, kulpu ve emziği olan ibriklerle, dünya şarabı gibi üzümden sıkılmış olmayıp göze ve kaynaklar­dan akan cennet şarabı ile doldurulmuş kadehlerle dolanırlar. Bu şarap saftır, temizdir, onu içmekten dolayı başları ağrımaz, sarhoş olup da akılla­rı gitmez.

İbni Abbas şöyle der: Şarapta sarhoşluk, baş ağrısı, kusma ve idrar ol­mak üzere dört özellik vardır. Allah, cennet şarabını zikretti ve onu bu özelliklerden temizledi.

“Beğendiklerinden, meyvelerle, canlarının istediğinden kuş eti ile” Yani o hizmetçiler cennet ehlinin meyvelerden beğendiklerini canlarının çekip temenni ettikleri tatlı ve güzel çeşit çeşit kuş etlerini onlara takdim eder­ler. Kuş etinin diğerlerinden daha üstün ve daha tatlı olduğu herkesçe ma­lumdur. Burada meyvenin etten önce zikredilmesinin hikmeti, yutulması çabuk, hazmı kolay, tıbben sağlığa daha uygun olduğu, yemek iştahını da­ha çok artırdığı ve insanı yemeğe hazırladığı içindir.

“İri gözlü huriler. Saklanmış inci misali. Sanki onlar gizlenmiş yu­murtalar gibidir.” (Saffat, 37/49) ayetinde de ifade edildiği gibi cennettekiler için orada, gözlerinin siyahı simsiyah, beyazı bembeyaz, iri gözlü, el değmemiş tertemiz ve parlak, beyaz tenli, gizlenmiş inciler gibi huriler vardır.

“Yaptıklarına mükâfat olarak.” Yani onlara yapılan bütün bunlar amellerinin karşılığıdır. Diğer bir ifade ile yaptıkları güzel amellerin mü­kâfatıdır.

“Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokacak bir laf işitmezler. Yalnız bir söz: Selâm, selâm.” Yani onlar cennette ne boş ve manasız veya düşük manalı veya hakir veya insanlığa yakışmayan, ne de içinde sövüp sayma cinsinden çirkinlik olan veya günah sayılacak bir söz işitmezler. Bilakis on­lar orada sözlerin en güzelini, “Orada selamlaşmaları “selâm”dır” (İbra­him, 14/23) ayetinde de ifade edildiği gibi birbirlerine selâm alıp vermede selâmın en üstününü işitirler. Bu ayette anlatılmak istenen şudur: Dünya nimetlerinin bir külfetle elde edildiği gibi cennet nimetlerinde bu yoktur. O nimetler gam ve kederden, boş ve çirkinliklerden tamamen uzaktır. Cen­nette boş lakırdı işitmeme büyük nimetlerden olmasına rağmen mükâfat­lardan sonra zikredilmesindeki hikmet, onun nimetlerin en tamamlayıcısı olmasıdır. Bu sebeple Allah onu ziyadelik babından saymıştır. Çünkü bu ferdî nimetlerin zikrinden sonra ortamın nezihliğine ve temizliğine delâlet eden içtimaî bir nimet olmaktadır