22

٢٢

تَرَى الظَّالِمينَ مُشْفِقينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ وَالَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فى رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ لَهُمْ مَا يَشَاؤُنَ عِنْدَ رَبِّهِمْ ذلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبيرُ

(22) teraz zalimine müşfikiyne mimma kesebu ve hüve vakium bihim vellezine amenu ve amilus salihati fi ravdatil cennat lehüm ma yeşaune inde rabbihim zalike hüvel fadlül kebir
O zalimleri göreceksin kazandıklarından dolayı korkudan titrerken o (ceza) onların başına gelecektir iman edip salih amel işleyenler ise cennet bahçelerindedirler onlara Rablerinin katında ne isterlerse (vardır) işte bu en büyük lütuftur

(22) Thou wilt see the wrongdoers in fear on account of what they have earned, and (the burden of) that must (necessarily) fall on them. But those who believe and work righteous deeds will be in the luxuriant meads of the Gardens: they shall have, before their Lord, all that they wish for that will indeed be the magnificent Bounty (of Allah).

1. terâ : görürsün
2. ez zâlimîne : zalimler
3. muşfikîne : korkanlar
4. mimmâ (min mâ) : şeyden
5. kesebû : kazandılar
6. ve huve : ve o
7. vâkıun : vaki olur, vuku bulur
8. bi-him : onlara
9. ve ellezîne : ve onlar
10. âmenû : âmenû oldular, Allah’a ulaşmayı dilediler
11. ve amilû es sâlihâti : ve salih amel işlediler, nefs tezkiyesi yaptılar
12. : de, içinde
13. ravdâti : bahçeler
14. el cennâti : cennetler
15. lehum : onlara, onlar için
16. : şey
17. yeşâûne : dilerler
18. inde : yanında, katında
19. rabbi-him : onların Rabbi
20. zâlike : işte bu
21. huve : o
22. el fadlu el kebîru : fazlul kebir, büyük fazl

تَرَى görürsünالظَّالِمِينَzalimleriمُشْفِقِينَ korkuyla titrerlerkenمِمَّا dolayısıylaكَسَبُوا kazandıklarıوَهُوَ o daوَاقِعٌ بِهِمْ üstlerine çöküvermiştirوَالَّذِينَ آمَنُوا iman edipوَعَمِلُواişleyenler iseالصَّالِحَاتِ salih amelفِي رَوْضَاتِ bahçelerindedirlerالْجَنَّاتِ cennetلَهُمْ onlar için vardırمَا يَشَاءُونَ istedikleri her şeyعِنْدَ katındaرَبِّهِمْ Rableriذَلِكَ işte buهُوَ الْفَضْلُ lütfun ta kendisidirالكَبِيرُ büyük