86

٨٦

وَالَّذينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا اُولءِكَ اَصْحَابُ الْجَحيمِ

(86) velezine keferu ve kezzebu bi ayatina ülaike ashabül cehiym

küfredip ayetlerimizi yalanlayanlar ise işte onlar cehennem ashabıdır

(86) But those who reject Faith and belie our Signs – they shall be companions of Hell-fire.

1. ve ellezîne keferû : ve inkâr edenler, kâfir olanlar
2. ve kezzebû : ve yalanladılar
3. bi âyâti-nâ : âyetlerimizi
4. ulâike : işte onlar
5. ashâbu el cahîmi : cehennemin halkıdır, cehennem ehlidir

وَالَّذِينَ كَفَرُوا küfürlerinde bilinçli olarak ısrar edenlerوَكَذَّبُوا ve yalanlayanlar var yaبِآيَاتِنَا bizim ayetlerimiziأُوْلَئِكَ işte onlarأَصْحَابُ ashabıdırlarالْجَحِيمِ cehennem


AÇIKLAMA

İbni Ebî Hatim, Said b. el-Museyyeb ile Ebu Bekir b. Abdurrahman ve Ur-ve b. ez-Zübeyr’den şöyle dediklerini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) Amr. b. Umeyye ed-Damrî’yi beraberinde yazdığı bir mektupla birlikte, Necâşî’ye gönderdi. Amr, Necâşî’nin huzuruna vardı, Resulullah (s.a.)’ın mektubunu oku­du. Daha sonra (Necâşî), Cafer b. Ebî Talib ile onunla birlikte hicret eden diğer müminleri çağırdı. Rahiplerle keşişlere de haber gönderdi. Arkasından onun is­teği üzerine Cafer b. Ebî Talib(r.a.) onlara Meryem suresini okudu. Bunlar da okunan Kur”an-ı Kerîm’e iman ettiler ve gözleri yaşla dolup taştı. İşte Yüce Allah “İnsanlar arasında iman edenlere sevgi bakımından en yakınların… artık bizi şahit olanlarla beraber yaz” buyruğunu bunlar hakkında indirmiştir.

Yine İbni Ebî Hatim, Said b. Cübeyr’den şöyle dediğini rivayet eder: “Ne­câşî arkadaşlarının en iyilerinden otuz kişiyi Resulullah (s.a.)’ın huzuruna gön­derdi. O da onlara Yasin suresini okudu, ağladılar ve şöyle dediler: Bu İsa’ya vaktiyle indirilen buyruklara ne kadar da benziyor! Bunun üzerine bu ayet-i kerime onlar hakkında nazil oldu.”

Nesaî de Abdullah b. Zubeyr’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Şu, “Peygambere indirileni dinledikleri vakit…” buyruğu Necâşî ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur.” Taberânî de İbni Abbas’tan buna yakın bir rivayet kaydetmektedir. İbni Abbas, Saîd b. Cübeyr, Atâ ve es-Süddî der ki: “Burada kastedilenler Necâşî ve Habeşistan’dan gelip Resulullah (s.a.)’ın huzuruna çı­karak kavminden iman eden kimselerdendir.”

Taberî şöyle der: Konu ile ilgili görüşler arasında bence doğru olanı şudur: Yüce Allah, biz Hristiyanız diyen bir topluluğu bir takım niteliklerle vasfetmiştir. Allah’ın peygamberi bu gibi kimseleri, Allah’a ve rasulüne iman eden kim­selere karşı insanlar arasında en çok sevgi besleyen kimseler olarak bulmakta­dır. Ancak Yüce Allah bizlere bu kimselerin isimlerini vermemiştir. Bu buyruk­larla Necâşî’nin arkadaşları kastedilmiş olabilir. Aynı şekilde Hz. İsa’nın şeri­atı üzere olup İslâm’ın gelişini gören, Kur’an-ı Kerim’i işitip onun hak olduğu­nu bildikleri vakit ona karşı büyüklük taslamaksızın İslâm’a giren bir toplulu­ğu da kastetmiş olabilir.

Yüce Allah kendi zatına yemin ederek Kur”an-ı Kerim’in indirildiği çağda yaşayan insanlar arasında müminlere en ileri derecede düşman olanların Ya­hudiler olduğunu haber vermektedir. Çünkü Yahudilerin küfrü inatçı bir kü­fürdür; hakkı kastî olarak red, inkâr ve gizleme küfrüdür. Hatta Yahudilerin düşmanlıkları önce anıldıklarından dolayı müşriklerin düşmanlığından da ileridir. Bu düşmanlıklarından dolayıdır ki Yahudiler bir çok peygamberi öldür­müşlerdir. Resulullah (s.a.)’ı bir kaç defa öldürmeye kalkışmışlar, onu zehirle­mek ve ona büyü yapmak istemişlerdir. Kendilerine benzeyen müşrikleri de ona karşı kışkırtmanın yollarını aramışlardır. Düşmanlık ve kin gütmekte Ya­hudilerden sonra dinin gerçeklerini bilmedikleri, gerçek ilâhı ve peygamberliği tanımadıkları için puta tapan müşrikler gelir. Her iki kesim de küfür, hakka karşı inatlaşmak, haddi aşmak, maddi hayatın etkisi altında olmak ve bencil­lik bakımından biribirlerine benzemektedirler.

Peygamber (s.a.) en büyük sıkıntıları Hicaz bölgesindeki Yahudiler ile Arap yarımadasındaki Arap müşriklerden ve özellikle de Mekke ve Taifli müş­riklerden çekmişti.

Yine Allah adına and olsun ki, sevgi ve muhabbet bakımından insanlar arasında müminlere en yakın olan kimseler “Biz Hristiyanlarız” diyenler, yani Hz. Mesih’e ve İncil’e tabi olduklarını söyleyen kimselerdir. Genel olarak bun­lar arasında İslâm’a ve Müslümanlara karşı bir sevgi vardı. Buna sebep ise Hz. Mesih’in dini gereği kalplerinde bulunan incelik ve şefkatti. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ona uyanların kalplerine bir şefkat ve bir merhamet koyduk.” (Hadid, 57/27) İncil’de de şöyle denilmektedir: “Sağ yanağına tokat vurana sol yanağını çevir.”

Resulullah (s.a.) döneminde bazı Hristiyanlardan bir takım iyi davranışla­ra tanık olunmuştu. Habeşistan Hristiyanları, müşriklerin eziyetinden kaça­rak oraya hicret etmiş bulunan müminleri korudu ve onları izzet ve ikramla karşıladılar. Hristiyan Bizanslıların kralı Herakliyus halkını İslâm’ı kabul et­meye ikna etmeye çabaladıktan sonra, Resulullah (s.a.)’ın mektubunu güzel bir şekilde cevaplandırdı. Mısır’da Kıptîlerin lideri Mukavkıs ondan daha güzel bir cevap verdi. Peygamber (s.a.)’e ayrıca bir hediye de göndermişti. Mısır ve Şam’ın fethinden sonra o ülkelerdeki Hıristiyanların bir çoğu İslâm’a girdi. Bu­na sebep ise İslâm’da gördükleri bir takım üstünlükler olmuştu. Habeşistan kralı Necâşî Ashama ise yakın adamlarıyla birlikte İslâm’a girmişti. Ashama vefat ettiğinde Peygamber (s.a.) onun gıyabî cenaze namazını kıldı ve vefat et­tiği haberini çevresindekilere bildirdi.

Hristiyanların müminlere sevgi duymalarının sebebi şu idi: Onlar arasın­da bir takım keşişler (ilim adamları) ve rahipler (abidler) vardı. Bunlar imana, erdeme, alçak gönüllülüğe, zühde ve dünyadan uzak durmaya davet ediyorlar; hakkı dinlemek, ona karşı insafla hareket edip hakka uymak hususunda büyüklenmiyorlardı. O bakımdan Yüce Allah onları önce bilgi sahibi olmak, iba­det etmek ve alçak gönüllülükle; daha sonra hakka bağlanmak, ona uymak ve insaflı davranmakla nitelendirdi.

İşte bunlar Peygamber Muhammed (s.a.)’e indirilen Kur’an-ı Kerim’den herhangi bir şey işitecek olurlarsa Allah’ın kelâmından etkilenerek ihlâsla göz yaşları akıtarak ağlamaya koyulurlardı. Bildikleri hak dolayısıyla böyle davra­nırlardı. Çünkü onlar Muhammed (s.a.)’in peygamber olarak gönderileceğine dair müjdeleri biliyorlardı. Daha sonra iman davetini kabul konusunda ellerini çabuk tutarak şöyle diyorlardı: “Rabbimiz iman ettik, artık bizi şahitlerle bir­likte yaz.” Bundan kasıt ise iman ettiklerini, imana girdiklerini ifade etmekti. Yani biz sana, senin peygamberlerine ve Muhammed’e iman ettik. O bakımdan Muhammed (s.a.)’in de aralarından birisi olduğu peygamberlere indirilen bu buyrukların doğruluğuna, senin vahdaniyetine tanıklık edenler arasında bizle­ri de yaz. İbni Merdûveyh İbni Ebî Hatim ve Hâkim, İbni Abbas’tan: “Artık bizi şahit olanlarla beraber yaz” buyruğu hakkında şöyle söylediğini rivayet eder­ler: Yani bizleri Muhammed ve kıyamet gününde sair ümmetlere karşı şahitlik edecek olan onun ümmeti ile birlikte yaz. Nitekim Yüce Allah Hz. Muhammed’in ümmetinin özellikleri arasında şunları da zikretmektedir: “Böylece biz sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı şahitler olasınız, Peygamber de size karşı şahit olsun.” (Bakara, 2/143).

Daha sonra sözlerini pekiştirmek üzere şöyle dediler: “Rabbimizden bizi de salihler zümresine katmasını ümit edip dururken ne diye Allah’a ve bize gelen hakka iman etmeyelim?” Bu, böyle bir şey yapmalarının (yani iman etmelerinin) oldukça uzak bir ihtimal olduğunu ifade etmektedir. Yani bizleri Allah’a iman et­mekten, Resulullah (s.a.)’ın getirmiş olduğu hakka tabi olmaktan alıkoyan, en­gelleyen nedir? Üstelik biz Rabbimizin, imanları doğru ve sağlam olduğu bizce sabit olmuş bulunan şu şerefli Peygambere tabi olan bu salihleri ve arkadaşları olarak bizleri de cennete koyacağını ümit ediyorken, ne diye iman etmeyelim?

Hristiyanlar arasından iman eden bu gibi kimseler Yüce Allah’ın şu buy­ruğunda sözü geçen kimselerdir: “Şüphesiz Kitap Ehli’nden öyleleri vardır ki Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene Allah’a karşı huşu (korku ve te­vazu) ile iman ederler. Onlar Allah’ın ayetlerini az bir değer karşılığında sat­mazlar.” (Al-i İmran, 99). Yine bir başka yerde Yüce Allah böylelerinden şöyle söz etmektedir: “Ondan önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler ona inanı­yorlar. Onlara uyulduğunda da derler ki: Biz ona iman ettik, çünkü o Rabbimiz tarafından gelen haktır. Şüphesiz biz ondan önce de Müslümanlar idik… Biz cahilleri aramayız.” (Kasas, 28/52-55).

O bakımdan Yüce Allah imanlarını, tasdiklerini ve hakkı itiraflarını karşı­lıksız bırakmayıp mükâfatlandırmış ve şöyle buyurmuştur: “İşte Allah onları söylediklerinden dolayı altından nehirler akan cennetleri, orada ebedi kalmak üzere onlara mükafat olarak ihsan etti.” Yani Yüce Allah ebedi nimetler yurdu olan cennetlere girmekle onları mükafatlandırırdı. O cennetlerin altından ırmaklar akar, yani oranın ağaçları altında cennetin ırmakları  akıp gider. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. İşte ihsan edenlerin mükafatı budur. Hakka tabi olmak ve ona uymakta kaynağı ne olursa olsun iyi davrananların mükafatı budur. Ahiret nimetlerini gereği gibi anlayabilmek ve sınırlarını belirleyebilmek bizim için oldukça zordur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kendileri için istediklerine bir mükafat olmak üzere gözleri aydınlatan (nimetlerden) neler gizlendiğini hiçbir nefis bilemez.” (Secde, 32/17) Kafir olup Allah’ın ayetlerini inkar eden, yani onları reddederek muhalefet eden, Allah’ın ayetlerini inkar eden yani onları redderek muhalefet eden, Allah’ın birliğini Muhammed (s.a.)’in peygamberliğini inkar edenlere gelince işte cehennemlikler ve cehenneme girip orada ebedi olmak üzere kalacaklar bunlardır.