90

٩٠

وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّءَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِى النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَاكُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

(90) ve men cae bis seyyieti fe kübbet vücuhühüm fin nar hel tüczevne ila ma küntüm ta’melun
Kim de günahla gelirse hemen yüz (üstü) ateşe atılırlar cezalandırılırsınız sizler ancak yaptığınız amellerle

(90) And if any do evil, their faces will be thrown headlong into the Fire: Do ye receive a reward other than that which ye have earned by your deeds?

1. ve men : ve kim
2. câe : geldi
3. bi es seyyieti : seyyiat, kaybedilen dereceler
4. fe : artık
5. kubbet : atıldı
6. vucûhu-hum : onların yüzleri
7. fî en nâri : ateş içine, ateşe
8. hel : mı
9. tuczevne : karşılığı verilir, cezalandırılır
10. illâ : ancak, den başka
11. : şey
12. kuntum : siz oldunuz
13. ta’melûne : yapıyorsunuz


AÇIKLAMA
Sûr’a Üfürülmesi:

“Sûr’a üfürüldüğü gün göklerde ve yerde bulunanlar dehşetli bir korku­ya kapılırlar. Ancak Allah’ın diledikleri bunun dışındadır.”

Yani ey Rasul insanlara sûr’a üfürülmesi korkusunun dehşetini anlat. Sûr hadiste yer aldığı gibi içine üfürülen boynuz demektir. Zira bu sura üfü­rüldüğü zaman göklerde ve yerde bulunanların tamamı korkuya kapılırlar. Bu korku onları ölüme götürecek bir korkudur. Ancak Rabbinin kalbine se­bat verip korkudan uzak tuttuğu “dilediği kimseler bunun dışındadır.” Bu kimseler Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail gibi büyük meleklerdir. Bir başka rivayete göre bunlar şehitlerdir. Zira onlar Rableri nezdinde diri olup rızıklanırlar.

Sûr’a iki defa üfürülecektir:

a) Bu, ayette yer alan dehşetli üfürmedir. Bu nefha “Sûr’a üfürülüp Allah’ın dilediği kimseler dışındaki kimseler hariç göklerde ve yerde bulunan kimselerin tamamı bayılacak, öleceklerdir.” (Zümer, 39/68) ayetinde zikredi­len nefhadır.

b) Önceki ayetin sonunda ifade edilen, diriliş üfürmesidir. “Sonra ikinci defa sûr’a üfürüldü. Onların tamamı ayağa kalkıp bakıyorlardı.” Bir başka ayette şöyle buyuruldu: “Sûr’a üfürüldü. Bir de ne görürsün: Kabirlerden kalkmış Rablerinin huzurunda toplanırlar.” (Yasin, 38/51).

Sûr hadisinde ifade edildiğine göre, Allah Tealâ’nın emriyle sûr’a üfleyecek olan İsrafildir. Önce korku üflemesiyle uzun uzun sûr’a üfler. Bu nefha (üfleme) dünyanın ömrünün sonunda yaşayan en şerli kimselerin üzerine kı­yametin kopması anında olacak, yer ve göklerde bulunanlar dehşetli bir kor­kuya kapılacaklardır.

O halde sûr’a iki defa üfleme olacaktır. İlki Allah’ın dilediği kimseler dı­şında herkesin ölmesi için, ikincisi ise herkesin hesaba çekilmek üzere diril­mesi için. Birinci üfleme esnasında istisna edilenler bundan sonra ve ikinci üflemeden önce öleceklerdir.

“Hepsi de Ona boyunlarını bükerek gelirler.” Yani mahlûkatın hepsi sor­gu ve hesap için zelil ve horlanmış olarak, kâfir iseler zillet içerisinde, mümin iseler ilâhî heybet önünde haşyet içerisinde Allah’ın huzuruna gelir­ler. Rabbinin emrinden hiç bir kimse geri kalamaz.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: ‘Yer ve göklerde bulunan her­kes Rahmana kul olarak gelirler.” (Meryem, 19/93). Yine şöyle buyurmuştur: “Sizi davet ettiği gün O’na hamdederek icabet edersiniz.” (İsra, 17/52); “Sonra sizi yerden davet ettiği zaman siz hemen çıkarsınız.” (Rum, 30/25); “Kabir­lerinden süratle çıktıkları zaman sanki onlar dikili bir şeye koşar gibidirler.” (Meâric, 70/43).


Dağların Yürütülmesi:

“Sen dağlara bakarsın da onları hareketsiz zannedersin. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi geçer gider.” Yani dağlara bakarsın ve onları bulunduk­ları halde devamlı kalacakmış, sabitmiş gibi görürsün. Halbuki o dağlar sür’atle yerlerinden ayrılırlar. Rüzgârın tesiriyle yürüyen bulutlar gibi yü­rürler. Çünkü büyük cisim ağır ağır hareket ettiği zaman hareketi neredeyse belli olmaz.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “O gün gök sallanıp çalka­lanır, (Dağlar yerinden kopup) yürür.” (Tur, 52/9-10); “O gün biz dağları yü­rüteceğiz ve sen yeri bir çöl göreceksin.” (Kehf, 18/47); “Dağlar yürütülmüş bir serap haline gelmiştir.” (Nebe, 78/20); “Sana dağları (kıyamet gününde dağ­ların durumunu) sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. Yerlerini dümdüz bir toprak halinde bırakacak, onlarda ne bir iniş ne de bir yokuş görmeyeceksin” (Tâ-Hâ, 20/105-107).

Dağlar birinci defa sûr’a üfürülmesi halinde un-ufak olsa da dağların yürütülmesi ikinci üfürmeden sonra mahşer ehlinin müşahede etmeleri için mahlûkatın mahşere toplanma vaktinde olacaktır. Allah yeryüzünü başka bir yeryüzü, gökyüzünü başka bir gökyüzü haline çevirecek.

“O gün yeryüzü başka bir yeryüzüne, gökler de (başka göklere) dönüşe­cek. İnsanlar bir olan, kahhar olan (ezici güce sahip olan) Allah’ın huzurun­da toplanacaklardır.” (İbrahim, 14/48).

Bazı alimler bu ayeti dünyanın güneş etrafında son derece süratle dön­düğüne delil getirmişlerdir. Fakat anlaşılan odur ki bu ahirette olacaktır. Çünkü buradaki söz kıyamet günü hakkındadır.

“İşte bu herşeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır.” Yani bu sanat her şeyi son derece sağlam yapan ve ona hikmetinden tevdi eden Allah’ın fiilidir.

“Şüphesiz ki O yaptıklarınızdan haberdardır.” Bu sûra üfürülmenin, he­sap ve ceza için dirilmenin illetidir. Yani Allah Tealâ kullarının yaptıklarını gayet iyi bilir ve onlara amellerinin karşılığını tam olarak verir.

Cenab-ı Hak daha sonra kıyamet koptuktan sonra mesut ve bedbaht mükelleflerin durumunu beyan etti:

“Kim iyilik getirirse ona ondan daha hayırlısı verilir. Onlar o gün korku­dan da emindirler.”

Yani kim tek olan ve hiçbir eşi-ortağı olmayan Allah’a iman ederek, salih amel işleyerek gelirse o kimseye Rabbi nezdinde naim cennetlerinde bol sevap vardır. Büyük korkudan -kıyamet azabı korkusundan- emin olur. Nite­kim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Onları büyük korku mahzun etmez.” (Enbiya, 21/103); “Cehenneme atılan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü emin olarak gelen mi?” (Fussılet, 41/40); “Onlar cennet köşklerinde em­niyet içindedirler.” (Sebe1, 34/37).

Hasene (iyilik), iman ve salih amel demektir. İbni Abbas, Nehasî ve Katade diyorlar ki: Bu “Lâ ilahe illallah” demektir.

Buradaki “hayr” kelimesi en hayırlı manasında ism-i tafdil değildir. Zira -İkrime’nin dediği gibi- Lâ ilahe illallah’tan daha hayırlı bir şey yoktur. Mak­sat sevabın kat kat ve devamlı olmasıdır. Zira amel biter, sevap ise devam eder. “Hayır” sevap demektir.

Bir başka görüşe göre “hayr” kelimesi ism-i tafdildir. Yani Allah’ın seva­bı kulun amelinden daha hayırlıdır.

“Min” son noktanın başlangıcı içindir. Yani ona hayırlardan bir hayır ve­rilir. Bu hayrın başlangıcı ise bu iyilik cihetindendir. Allah mükellefin hayır getirmesine iki şeyi bina etti: Sevap kazanması ve azaptan emin olması.

“Kim kötülük getirirse böyleleri yüzüstü cehenneme atılır. Onlara: “Yap­tıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılıyorsunuz?” denilir.” Yani kim Allah’a şirk koşar ve masıyetleri işlerse, kim Allah’a hiçbir iyi ameli olmaksı­zın günahkâr olarak gelirse ya da günahları sevaplarını aşarsa herkes kendi ameliyle ceza görür ve cehenneme atılır. Onlara -yani kâfirlere ve isyankâr­lara- şöyle denilir: Bu sizin dünyadaki şirk ve masıyet şeklindeki amelinizin karşılığı değil midir?

Dikkat edilirse bu ayetlerin tamamı belagat, fesahat ve içice pek çok mana ifade eden icazın zirvesindedir.

Zemahşerî diyor ki: Bu kelâmın belâgatine, tanzim ve tertibinin güzelli­ğine, tefsirinin kenetleşmesine, birbiriyle kucaklaşmasına bakın. Sanki bu kelâm tek bir şelâleden dökülmektedir. Bu güçlü bir kimseyi âciz bırakacak, en mahir hatipleri susturup dilsiz kılacak şekildedir.