40

٤٠

اِنَّا اَنْذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَريبًا يَوْمَ يَنْظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَالَيْتَنى كُنْتُ تُرَابًا

(40) inna enzerna kum ‘azaben kariyben yevme yenzurulmer’u ma kaddemet yedahu ve yekululkafiru ya leyteniy kuntu turaben
Şüphesiz biz uyarmıştık sizi yakın bir azabın (olduğuyla) o gün kişi bakacak ellerinin gönderdiğine ve kafir diyecek keşke ben toprak olsaydım

(40) Verily, We have warned you of a Penalty near the Day when man will see (the Deeds) which his hands have sent forth, and the Unbeliever will say, Woe unto me! Would that I were (mere) dust!

1. innâ : muhakkak ki biz
2. enzernâ-kum : biz sizi uyardık
3. azâben : bir azap
4. karîben : yakın
5. yevme : gün
6. yenzuru : bakacak
7. el mer’u : kişi
8. : şey
9. kaddemet : takdim etti
10. yedâ-hu : kendi elleri
11. ve yekûlu : ve diyecek
12. el kâfiru : kâfir
13. yâ leyte-nî : keşke ben
14. kuntu : oldum
15. turâben : toprak

إِنَّاbiz gerçektenأَنذَرْنَاكُمْsizi uyardıkعَذَابًا bir azap ileقَرِيبًا yakınيَوْمَ günيَنظُرُ bakacağıالْمَرْءُ kişininمَا قَدَّمَتْönceden yaptıklarınaيَدَاهُ kendi ellerininوَيَقُولُ diyecekالْكَافِرُkâfir deيَالَيْتَنِيah, keşkeكُنتُ oluverseydimتُرَابًا toprak

SEBEB-İ NÜZUL
Mukatil der ki: “O gün kişi elleriyle önceden sunmuş olduklarına baka­cak.” âyet-i kerimesi Ebu Seleme ibn Abdü’l-Esed el-Mahzûmî ve kardeşi el-Esved ibn Abdü’l-Esed hakkında nazil olmuştur. Bu âyet-i kerimedeki “kişi” Ebu Seleme; “kâfir” de kardeşidir

AÇIKLAMA

Allah Tealâ azameti, celâli ve rahmetinin her şeyi kapsadığını haber vererek buyuruyor ki:

“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi, rahmeti umuma yaygın olan (Allah)’tan (bir mükâfat ve yeter bir bağıştır bu. Mah­luklar) O’na hitapta bulunmaya asla muktedir olamazlar” İman ve taat eh­line en güzel karşılık ve uygun bağış, azamet ve celâl sahibi, göklerin, ye­rin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi, rahmeti her şeyi kuşatan Rahman’dandır. O heybeti ve yüceliğinden ötürü izni olmadan kimsenin O’na hitapta bulunmaya başlayamıyacağı Rabtır.

Sonra bu durumu şu sözü ile pekiştirmiştir:

“O gün Ruh ve melekler saf halinde ayakta duracaktır. Rahmeti umu­ma yaygın olan (Allah)’ın kendilerine izin verdiğinden başkaları (o gün) ko­nuşamazlar. Onlarda doğruyu söylemişlerdir.” Kıyamet gününde Allah’ın azameti tecelli edecek, mahlukâtın gözleri önüne serilecektir. O kadar ki Cebrail (a.s.) ve bütün seçilmiş melekler mahlukâtın mevki ve rütbe ola­rak en yüksektekileri oldukları halde korkunç kıyamet gününde ancak iki şartla konuşabileceklerdir.

Birincisi: Allah’tan şefaat izni: “O’nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kimmiş!” (Bakara, 2/255), “Gelecek olan o günde Allah’tan izinsiz hiçbir kimse konuşamaz.” (Hud, 11/105), “O gün Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâha, 20/109).

İkincisi: İzin şefaat eden için ise, hak ve doğru söylemelidir. İzin şefa­at edilen için ise o şefaat edilen dünyada doğru söyleyen, yani tevhide şehadet eden “Lailâhe illallah” diyen birisi olmalıdır.

Ruh: Çoğunluğun görüşüne göre, şu ayetten ötürü Cebrail (a.s.)’dir: “Onu güvenilir Ruh indirdi. Uyaranlardan olman için senin kalbine (indir­di).” (Şuara, 26/193-194) İbni Abbas dedi ki: “O, yaratılış olarak en büyük meleklerden bir melektir.” İbni Mesud da şöyle demiştir: “O göklerden ve yerden daha büyük bir melektir.”

Ayette meleklerin ve Cebrail (a.s.)’in yer ve değer olarak mahlukâtın en büyüğü olduğuna ve kıyamet gününün büyüklük ve dehşetine işaret vardır.

Sonra Allah Tealâ, kıyamet günün hak olduğunu şüphesinin olmadığı­nı haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:

“İşte bu, hak olan o gündür. O halde dileyen kişi Rabbine bir dönüş ve gidiş yeri edinsin” İşte o meleklerin belli bir şekilde duracakları, gerçekle­şeceğinde şüphe olmayan gerçek, hak gündür. Kim kurtulmak istiyorsa, gerçek bir iman ve ameli salih ile Rabbinin sevabına bir yol edinip onu Rabbine yaklaştıracak, lütfuna kavuşturacak, cezasından uzak tutacak yo­la girsin.

Allah Tealâ tekrar kâfirleri tehdit ederek o günden korkutup uyarma­ya dönerek şöyle buyurdu:

“Çünkü hakikaten biz size yakın bir azabın tehlikesini haber verdik. O gün herkes elinin önden yolladığı ne ise (ona) bakacak, kâfir ise “Ah, ne olurdu ben bir toprak olaydım” diyecek.” Ey Mekke ehli ve kâfirlerden em­salleriniz! Biz vukuu yakın olan bir azap için -ki o kıyamet günüdür- sizi uyardık ve korkuttuk. O, vukuu kesin olduğu için yakın sayılmıştır; her ge­lecek yakındır. Nitekim ayette bu mana vardır: “Onlar bunu görecekleri gün sanki (günün) bir akşamından, yahut bir kuşluğundan başka durma­mışlardır.” (Naziât, 79/46) Allah Tealâ’nın buyurduğu gibi bu yakın günde herkes dünyada hazırlamış olduğu hayır ve şerre bakar: “O gün herkes ne hayır istediyse karşısında (onu) hazırlanmış bulacak, ne kötülük yaptıysa da onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek.” (Ali İmran, 3/30).

Übey b. Ka’b, Ukbe b. Ebi Muayt, Ebu Cehil ve Ebu Seleme b. Abdulesed el- Mahzumi gibi kâfirler karşılaştıkları azap ve eziyetin çeşidinden dolayı “Ah ne olurdu ben bir toprak olaydım!” diyecekler. O, dirilen bir insan olmamayı, birbirleri ile kısastan sonra toprak olan hayvanlar gibi ol­mayı temenni edecekler. İbni Kesir’in zikrettiğine göre bu mana meşhur Sûr hadisinde ve Ebu Hureyre, Abdullah b. Amr ve diğerlerinden gelen haberlerde rivayet edilmiştir. Bu haberlerin özü şudur: Hayvanlar haşr ola­cak ve boynuzsuzun hakkı boynuzludan alınacak, sonra da toprak olacak­lardır. Kâfir de azaptan kurtulmak için onların haline imrenecektir.

Son iki ayet, insanların kıyamet gününde iki fırka olacaklarına delâlet etmektedir: Allah’ın sevabına ikram ve rızasına yakın olan müminler grubu ve Allah’ın rahmetinden uzak, azap çeşitlerine düşmüş inkarcı kâfirler