١٥٩
اِنَّ الَّذينَ فَرَّقُوا دينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ فى شَىْءٍ اِنَّمَا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّهِ ثُمَّ يُنَبِّءُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
(159) innellezine ferreku dinehüm ve kanu şiyeal leste minhüm fi şey’ innema emruhüm ilellahi sümme yünebbiühüm bima kanu yef’alun
muhakkak dinlerini fırka fırka ayırarak parçalayan kimseler yok mu? onların yaptıkları hiçbir şey ile alakan yoktur onların işleri ancak Allah’a kalmıştır sonra onlara işleyegeldiklerini haber verecektir
(159) As for those who divide their religion and break up into sects, thou hast no part in them in the least: their affair is with Allah: He will in the end tell them the truth of all that they did.
1. | innellezîne (inne ellezîne) | : muhakkak ki onlar |
2. | ferrekû | : fırkalara ayırdılar, tefrik ettiler |
3. | dîne-hum | : onların dîni, kendi dînlerini |
4. | ve | : ve |
5. | kânû şiyean | : grup grup oldular |
6. | leste | : sen değilsin |
7. | min-hum | : onlardan |
8. | fî şey’in | : bir şeyde, bir ilgide, bağlantıda |
9. | innemâ | : fakat |
10. | emru-hum | : onların işi |
11. | ilâllâhi (ilâ allâhi) | : Allah’a ait |
12. | summe | : sonra |
13. | yunebbiu-hum | : onlara haber verecek |
14. | bi-mâ | : şeyleri |
15. | kânû yef’alûne | : yapmış oldukları |
إِنَّ gerçekten deالَّذِينَ فَرَّقُوا parça parça edipدِينَهُمْ dinleriniوَكَانُوا شِيَعًا gruplara ayrılanlar var yaلَسْتَ sen değilsinمِنْهُمْ onlardanفِي شَيْءٍ hiçbir şeydeإِنَّمَا ancakأَمْرُهُمْ onların işiإِلَى اللَّهِ Allah’a aittirثُمَّsonra يُنَبِّئُهُمْ O onlara haber verecektirبِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ yaptıklarını
SEBEB-İ NÜZUL
Dinlerini parça parça edenler ve bölük bölük olanlar yok mu; senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah ‘a kalmıştır. Sonra O, onlara yapmakta olduklarını haber verecektir.
İbn Abbâs’tan rivayette o şöyle demiştir: Hz. Muhammed peygamber olarak gönderilmezden önce yahudi ve hristiyanlar aralarında ihtilâf edip bölük bölük oldular. Bundan sonra Muhammed peygamber olarak gönderilince Allah Tealâ onların durumunu haber vermek üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.
Ebu Hüreyre’den gelen bir rivayette ise o, bu âyet-i kerimenin İslâm’dan önce ayrılığa düşen kitab ehli hakkında değil bu ümmet (Muhammed ümmeti) İçinde aralarında ihtilâfa düşüp de bölük bölük olanlar hakkında indiğini söylemiştir.
Aslında âyet-i kerime hangi dinden olursa olsun dininde ihtilâfa düşüp de fırkalara ayrılan herkes hakkında geneldir ve âyet-i kerimede tahsise delâlet edecek herhangi bir karine de bulunmamaktadır.
AÇIKLAMA
Ebu Hureyre Resulullah (s.a.)’tan şu, “Dinlerini parça parça edip kendileri bölük bölük olanlar…” ayeti hakkında, “Bunlar bu ümmetten olan bidat, şüpheler ve dalâlet ehli kimselerdir” dediğini rivayet etmektedir. Mücahid’in açıklaması da bu şekildedir. Ebu Ümame de Yüce Allah’ın, “Bölük bölük olanlar” buyruğu hakkında, “Bunlar Haricîlerdir” diye açıklamıştır.
Bir grubun (Katâde, Dahhâk ve Süddî) ise şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bu ayet-i kerime, Yahudilerle Hristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın dinlerini parça parça ederek farklı dinler ve değişik mezhepler haline dönüştürmüşlerdir.
Ayet-i kerimenin bütün kâfirler hakkında genel olduğu da söylenmiştir. İbni Kesir der ki: Zahir olan o ki, ayet-i kerime dinden ayrılan, ona muhalefet eden herkes hakkında umumidir. Yeni ilim adamlarının doğru gördükleri görüş de budur. Menâr” da der ki: Doğrusu, bu konudaki iki görüşü de bir arada kabul etmektir. Şanı yüce Allah bu surede İslâm’ın delillerini ortaya koyup şirkin şüphelerini çürüterek Kitap Ehli’ni ve onların şeriatlerini söz konusu etti. İslâm çağrısını kabul edenleri birliğe ve kendilerinden öncekilerin ayrılıp dağıldıkları gibi ayrılığa düşmemeye davet etti. Nitekim Al-i İmran suresinde de şöyle buyurulmaktadır: “Kendilerine apaçık delillerin gelmesinden sonra ayrılığa ve anlaşmazlığa düşen kimseler gibi olmayınız. İşte böyleleri için çok büyük bir azap vardır.” (Al-i İmran, 3/105).
Ayet-i kerimenin manası şudur: Dinlerini parça parça edip onun bir bölümüne iman ederek kabul eden, diğer bir bölümünü de terk ederek naslarını kendi arzularına göre tevil edip değişik fırkalara ayrılan ve her bir fırkaya, herhangi bir görüşü kabul edip herhangi bir mezhebe taassupla bağlanan kimseler gibi olmayınız. Ey Muhammed! Sen böylelerine ilişme. Onları kendi halleriyle başbaşa bırak; onlarla savaşmana gerek yok. Sana düşen risaleti tebliğ etmek ve hak dinin esaslarını zafere kavuşturmaya çalışmaktır. Sen onlardan da, onların yaptıklarından da uzaksın. Onların mezheplerinden, söylediklerinden uzaksın; onların işlerini, onları hesaba çekmeyi Allah üzerine alır. Sonra ahirette onlara durumlarını bildirecek, onları cezalandıracaktır. Razî der ki: Ayet-i kerimeden kasıt, Müslümanların söz birliği etmelerini, dinde tefrikaya düşmemelerini, bir takım bidatler ortaya koymamalarını bir teşviktir.
Yüce Allah bir başka yerde bu şekilde dinlerini parça parça etmelerini kabul etmeyerek Kitap Ehli hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘Yoksa sizler Kitab’ın bir bölümüne iman ediyor bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?” (Bakara, 2/85)
Peygamber (s.a.) de Müslümanları tefrikaya düşmekten sakındırmıştır. Ebu Davud, Muaviye b. Ebi Süfyân (r.a.)’dan şöyle dediğini nakleder: Resulullah (s.a.) aramızda kalkıp şöyle bir konuşma yaptı: “Şunu bilin ki sizden önceki Kitap Ehli olan kimseler yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Şüphesiz bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunun yetmiş ikisi cehennemde birisi ise cennette olacaktır; bu ise cemaatin tuttuğu yoldur.” Yine Ebu Davud ve lafız kendisinin olmak üzere Tirmizî, Ebu Hureyre (r.a.)’den Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: “Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Hristiyanlar da o şekilde bölündü; benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.” Buna göre Yüce Allah’ın, “Dinlerini parça parça edip” buyruğundan kasıt, Yahudi ve Hristiyanların ihtilâfa düştükleri gibi dinleri hakkında anlaşmazlığa düşenlerdir. Dinlerini parça parça ayırmalarının, bir bölümüne iman edip bir bölümünü inkâr demek olduğu da söylenmiştir.
Ayrılığa düşmenin sebepleri pek çoktur. Hükmedip saltanat kurma sevgisi, kavmine, ırkına taassup göstermesi, görüş ve hevasına şiddetli bir şekilde bağlı kalması, din düşmanlarının hile, desise ve tuzaklarına kulak verilmesi, bilgisizlik, geri kalmışlık, gelenek ve göreneklerde başkalarına tabi olmak, bazı devletlerin veya çoğunluğunun düşünce ve inanışta, siyaset ve yönetimde, düzen ve yasalarda dinden ayrılmaları, dini büsbütün terk etmeleri bunların en önemlileri arasında sayılabilir.