29

٢٩

هذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّ اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَاكُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

(29) haza kitabuna yentiku aleyküm bil hakk inna künna nestensihu ma küntüm ta’melun
İşte kitabımız size karşı hakkı söylüyor şüphesiz biz yaptıklarınızı hep yazıyorduk

(29) This Our Record speaks about you with truth: for We were wont to put on record all that ye did.

1. hâzâ : bu
2. kitâbu-nâ : kitabımız
3. yentiku : nutuk verir, söyler
4. aleykum : size
5. bi el hakkı : hak ile
6. innâ : muhakkak ki biz
7. kunnâ nestensihu : tensih ediyorduk, yazdırıyorduk
8. : şey(ler)
9. kuntum : siz oldunuz
10. ta’melûne : yapıyorsunuz

هَذَا buكِتَابُنَاbizim kitabımızdırيَنطِقُ konuşuyorعَلَيْكُمْ sizin aleyhinizdeبِالْحَقِّ hak ileإِنَّا gerçekten bizكُنَّا نَسْتَنسِخُ yazdırıyordukمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ sizin yaptıklarınızı


AÇIKLAMA

“Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşa­rız. Bizi ancak zaman helak eder.” Bu, ahireti ya da kıyameti inkâr nokta­sında, materyalist kâfirlerin, onlarla aynı görüşü paylaşan o dönemdeki Arap müşrikleri ve benzerlerinin sözleridir. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden bu müşrikler şöyle demişlerdir: “İçinde bulunduğumuz hayattan baş­ka hayat yoktur.” Bu dünya evinden başka bir yurt yoktur. Bir kısım insan­lar ölüyor, bazıları yaşıyor, ahiret yok, kıyamet yok, bunun ötesinde hayat da yoktur. Bizi ancak günlerin ve gecelerin geçmesi öldürecektir. Yok eden, insanları helak eden ancak gece ve günlerin geçmesidir, yani tabiattır. Bu, açıkça öldükten sonra dirilmeyi yalanlamak, kıyameti açıkça inkâr etmek ve Allah’ı kabul etmemekten başka bir şey değildir.

Cahiliyye dönemlerinde Araplar, ancak dehrin (zamanın) etkin oldu­ğuna inanıyorlardı. Kendilerine bir zarar, bir zulüm veya istenmeyen bir şey isabet ettiği zaman, bunu dehre (zamana) nispet ederlerdi. Onlara, “Zamana sövmeyin, Çünkü Allah, zamanın ta kendisidir.” yani zamana nis­pet ettiğiniz bu işleri gerçekte yapan yalnız Allah’tır. Dolayısıyla sövmek, dönüp dolaşıp Allah’a gider, denildi.

Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde, Ebu Davud ve Nesei’nin Sünerilerinde Ebu Hüreyre’den yaptıkları rivayette, Ebu Hüreyre şöyle demiştir, Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurdu: “Allah şöyle diyecek: İnsanoğlu beni inci­tiyor, dehre (zamana) sövüyor, halbuki ben zamanım, olaylar benim elimde­dir. Geceyi gündüzü evirip çeviren benim.” Bir başka rivayette: “Dehre söymeyin, zira Allah, dehrin ta kendisidir.” denilmiştir. İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim’in Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayetlerine göre o, şöyle demiştir: “Cahi­liyye dönemindeki insanlar şöyle diyordu: Bizi ancak gece ve gündüz helak eder.” Bu sebeple Allah kitabında şöyle buyurdu: “Dediler ki: Hayat, ancak bu dünyada yaşadığımızdır…”

Muhammed b. İshak’ın Ebu Hüreyre’den rivayetine göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ şöyle diyecek: Kulumdan borç iste­dim, vermedi, kulum bana sövdü. Kulum, vay dehre! diyor. Halbuki dehr (zaman) benim. (Hadiseleri var eden dehr değil, benim!)”

İmam Malik’in Muvatta adlı kitabında Ebu Hüreyre’den rivayet ettiği­ne göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Sizden hiçbiriniz, vay deh­rin (zamanın) helakine! demesin. Çünkü Allah, dehrin (zamanın) ta kendi­sidir.” Dehre yüklediğiniz anlam Allah’a aittir.

İmam Şafii, Ebu Ubeyde ve diğer alimler, Allah Rasul’ünün (s.a.) “Dehre sövmeyin, çünkü Allah, dehrin ta kendisidir.” sözünü şu şekilde yo­rumlamışlardır: Cahiliyye döneminde Araplara bir sıkıntı, bir belâ veya bir felâket geldiğinde, vay dehrin helakine! derlerdi. Bu felâketleri dehre isnat ederek, ona söverlerdi. (Türkçemizde zalim felek, kahpe felek ifadeleri de aynı bağlamdadır.) Halbuki bu fiillerin faili ancak Allah’tır, dolayısıyla Allah’a sövmüş oluyorlardı. Çünkü hakiki fail (yapıcı, yaratıcı) Allah’tır. Bu itibarla insanlar, dehre sövüp, kötülemekten yasaklanmışlardır. Çünkü Allah, onların kastettiği dehrin ta kendisidir. Bu fiilleri dehre isnat ediyor­lar.

Allah, onların bu düşüncelerini, herhangi bir delile dayanmadığını be­yan ederek, şöyle buyurdu: “Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. On­lar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.” Yani onlar bu sözü ancak şüphe içerisinde, işin gerçeğini bilmeden söylemişlerdir. Aklî veya naklî hiçbir de­lilleri yoktur. Dayanakları, delilsiz zan ve tahminden başka bir şey değildir.

Razi şöyle demiştir: Bu ayet, delilsiz ve şahitsiz söylenen sözün batıl ve fasit olduğuna en kuvvetli delillerdendir. Zan ve tahminlerin peşinden gitmenin de Allah yanında kabul edilir tarafı olmadığını gösterir.

Sonra Allah şöyle diyerek onların şüphesini ve öldükten sonra dirilme­yi inkâr delillerini zikretmiştir:

“Onlara açıkça ayetlerimiz okunduğu zaman: Doğru sözlü iseniz, ata­larımızı getirin demelerinden başka deliller yoktur.” Yani onlara, Allah’ın kudretini ve öldükten sonra diriltmeye olan gücünü gösteren apaçık Kur’an ayetlerinden bir kısmı okunduğu, kendilerine delil getirilip, hak açıklandığı ve Allah Tealâ’nın, insanlara tekrar hayat vermeye kadir oldu­ğu beyan edilince, ölmüş babalarının tekrar diriltilmesini istemekten baş­ka bir delilleri olmaz. Ve o müşrikler o zaman şöyle derler: “Ey Müminler! Öldükten sonra dirilmenin mümkün olması konusunda eğer doğru iseniz, söyledikleriniz hak ise, atalarımızı diriltin ki, onlar, öldükten sonra diril­menin doğruluğu konusunda bize bilgi versinler.”

Bu basit bir sözdür. Çünkü ba’s, dünya sona erdikten sonra olacaktır. Bir şeyin şimdi olmamasından, gelecekte, yani kıyamet gününde de olma­yacağı anlamı çıkmaz.

Sonra Allah Tealâ, ba’sin mümkün olduğunun delilini zikrederek şöyle buyurdu: “De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürme­yen kıyamet gününde biraraya toplar.”

Ey Peygamber! Öldükten sonra dirilmeyi (ba’si) inkâr eden bu müşrik­lere şöyle söyle: Şüphesiz Allah, dünyada size hayat verdi. Ecelleriniz sona erince canınızı alacak, sonra hepinizi kıyamet gününde şüphe olmayacak bir şekilde biraraya toplayacaktır. Çünkü ilk defa yaratan Allah için tekrar yaratma güç değildir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İlkin mah­lûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O’dur ki, bu O’nun için pek kolaydır.” (Rum, 30/27).

Yüce Allah’ın adil ve zulümden münezzeh olması, öldükten sonra di­rilmenin ve kıyametin gerçek olmasını gerektirir.

“Fakat insanların pek çoğu bilmezler.” Yani insanların büyük çoğunlu­ğu -bunlar o zamanın Arap müşrikleri- iyice düşünmeden ba’si inkâr eder­ler, ilmî gerçeği idrak edemezler, işin görünmeyen (manevi) taraflarını dü­şünmeden, sadece maddi yönlerine bakmakla yetinirler. Bu sebeple de be­denlerin tekrar dirilmesini uzak görürler. Nitekim yüce Allah, şöyle buyur­du: “Doğrusu onlar, o azabı uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.” (Mearic, 70/6-7). İşte böylece, insanın, hayvanın ve bitkinin sonradan yara­tılışını dikkate alarak, bunların var oluşunun, kudret ve hikmet sahibi Allah’ın varlığını gösterdiğinin farkına varamıyorlar.

Sonra yüce Allah, daha önce kudretini gösteren hususi delili zikret­mişken, şimdi daha umumi bir delili ifade ederek şöyle buyurmuştur:

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.” Yani şüphesiz yüce Allah, göklerin ve yerin maliki ve her ikisinin hakimi olup dünya ve ahirette onlarda yegâne tasarruf sahibidir. Kullarından hiç kimsenin ve tapını­lan putların bu hususta Allah’a kesinlikle bir ortaklığı yoktur.

Haşir ve neşir konusunda söz söyleme imkânını beyan ettikten sonra Allah Tealâ kıyamet hallerini zikretmeye başladı. Bunların ilki de: “Kıya­metin kopacağı gün var ya…” ayetidir. Yani kıyametin kopacağı gün, batıl­lara sarılıp tutunan, gerçekleri yalanlayıp inkâr edenler, cehenneme gir­mek suretiyle hüsrana uğrayacaklardır. Cehenneme gidecekleri için o gün onların hüsranı apaçık ortaya çıkacaktır.

Daha sonra da yüce Allah, kıyamet gününün korkularını şöyle açıkladı:

1- “O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün.” Yani o gün korku ve endi­şenin şiddetinden dolayı her dinin mensubunu dizleri üzerine çökmüş gö­rürsün. İnsanlar, hesap anında olayın dehşetinden dolayı Allah’ın huzu­runda diz çökeceklerdir.

2- “Her ümmet kendi kitabına çağrılır.” Yani her ümmet, kendi pey­gamberlerine indirilen kitaplarına veya amel defterlerine çağrılır. Nitekim yüce Allah, şöyle buyurmuştur: “…kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir. Onlara asla zulmedil­mez.” (Zümer, 39/69).

3- “Bu gün yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.” Yani kıyamet gü­nünde Allah size, dünyada yaptığınız iyi kötü amellerinizin karşılığını ve­recektir. Siz bu amellerinizin, karşılığını fazlasız ve eksiksiz olarak göre­ceksiniz.

4- “Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yap­tıklarınızı kaydediyorduk.” Yani bunlar, Hafaza meleklerine yazmalarını emrettiğimiz amel defterlerinizdir, onlar size şahitlik edecek ve eksik fazla olmaksızın bütün amellerinizi zikredecektir. Nitekim Allah şöyle buyur­muştur: “Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan kork­tuklarını görürsün. Vay halimize! derler, Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsisini sayıp dökmüş. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmet­mez.” (Kehf, 18/49).

Bu ayetin tefsiri konusunda İbni Abbas ve diğerleri şöyle demiştir: “Hafaza meleklerine (koruyucu meleklere), insanlar adına amellerini yaz­malarını, tespit edip korumaları emredilmiştir. Bu melekler kulların amel­lerini yazar, sonra onları göğe yükseltirler. Bu yazıcı melekler, ellerindeki bilgilere uygun olarak, amel defterlerinin bulunduğu divanda diğer melek­lerle karşılaşırlar. Çünkü Allah, daha kullarını yaratmadan önce onlarla il­gili olan bilgileri o meleklere her gece levh-i mahfuzda ne bir harf fazla, ne de bir harf eksik olarak gösteriyordu. Sonra İbni Abbas zikredilen ayeti okudu.