43

٤٣

خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ

(43) haşi’aten ebsaruhum terhekuhum zilletun ve kad kanu yud’avne ilessucudi ve hum salimune
Gözleri (öne) düşmüş kendilerini bir zillet sarmıştır gerçekten davet olunuyorlardı secdede onlar sağ salimler iken

(43) Their eyes will be cast down, ignominy will cover them seeing that they had been summoned aforetime to bow in adoration, while they were whole, (and had refused).

1. hâşiaten : korkudan ürpermiş halde
2. ebsâru-hum : onların bakışları, gözleri
3. terheku-hum : onları kaplar, bürür
4. zilletun : zillet
5. ve kad : ve olmuştu
6. kânû : oldular, idiler
7. yud’avne : davet edilirler
8. ilâ es sucûdi : secdelere, secde etmeye
9. ve hum : ve onlar
10. sâlimûne : salim, sağlam, selâmette

خَاشِعَةً önlerine eğilmişأَبْصَارُهُمْ gözleriتَرْهَقُهُمْ kendilerini kaplamış olarakذِلَّةٌ bir zilletوَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ oysa davet edilmişlerdiإِلَى السُّجُودِ secdeyeوَهُمْ سَالِمُونَ onlar sapasağlam iken


AÇIKLAMA

“Muhakkak ki takva sahipleri için Rableri yanında naim cennetleri var­dır.” Allah’a karşı takvalı olup, emirlerine itaat eden herkese, ahirette sonu gelmeyecek, bitmeyecek ve herhangi bir şeyin olumsuz gölge düşürmediği, katıksız nimetlerden başka şeylerin bulunmadığı cennetler olacaktır.

Mukatil dedi ki: Bu ayet nazil olunca Mekke kâfirleri müslümanlara şöyle dedi: Yüce Allah dünya hayatında bizleri size üstün kılmıştır. Dolayı­sıyla ahirette de bizleri size üstün kılacağı muhakkaktır. Eğer üstün olma­sak dahi en azından size eşit oluruz.

Daha sonra Yüce Allah onların bu sözlerine şöylece cevap verdi:

“Biz müslümanları o günahkârlar gibi kılar mıyız hiç?” Yani bizler amellerin karşılıklarını vermek bakımından her iki kesimi birbirine nasıl eşit yaparız? İtaatten ayrılmayan kimseleri, işlediği masiyetlere aldırma­yan, isyankâr, günahkâr ve yolun dışına çıkmış kimselerle nasıl eşit kılabi­liriz? İtaatkâr ile isyankâr arasında asla eşitlik olmayacaktır.

Daha sonra Yüce Allah böyle bir eşitliği ispatlamak yahut bu iddianın gerçekliğini ortaya koymak için aklî ya da naklî hiçbir delilin bulunmadığı­nı belirterek şöyle buyurmaktadır:

1- “Ne oldu size, nasıl hüküm veriyorsunuz?” Nasıl böyle bir kanaati­niz olabilir ve böyle bir sapık hükme varabilirsiniz? Sanki amellerin karşı­lığının verilme işi size bırakılmış gibi konuşuyorsunuz. Aklın ve doğru dü­şünmenin en basit ilkeleri bile böyle bir zannı ya da hükmü kabul etmez. Bu buyruk, böyle bir aklî delilin bulunmayacağını ortaya koymaktadır.

2- “Acaba sizin bir kitabınız var da ondan mı okuyorsunuz? Beğenip seçtiğiniz herşey mutlaka sizindir diye?” Yoksa sizin elinizde gökten indiril­miş, okuduğunuz, bellediğiniz, elden ele dolaşan bir kitabınız mı var? Bu kitabın sizin iddia ettiğinizi pekiştiren bir hükmü mü var? Ve siz burada mı itaatkârın isyankâra eşit olduğunu okumaktasınız? Bu kitapta ahirette seçtiğiniz ve arzuladığınız her şey size verilecektir, diye bir şey mi yazıyor? Bu da bu hususta naklî bir delilin olmadığını ortaya koymaktadır.

3- “Yoksa sizin bizim üzerimizde: Ne hüküm ederseniz muhakkak sizin­dir diye kıyamet gününe kadar sürecek yeminleriniz mi vardır?” Yani sizle­rin Allah ile kıyamet gününe kadar sapasağlam ve pekiştirilmiş ve sizi cennete koyacağına, istediğiniz ve arzu ettiğiniz herşeyi elde edeceğinize, verdiğiniz hükümlerin lehinize yerine getirileceğine dair taahhütler mi al­mışsınız? Bu da onların beklentileri ve zanları ile ilgili ilâhi vaadin bulunmadığını ortaya koymaktadır.

4- “Sor onlara! Buna hangileri kefildir?” Yani ey Muhammed, onları azarlayarak de ki: Bunu taahhüd eden ve buna kefil olan kim? Ahirette müslümanlara ne verilecekse kendilerine verileceğine dair hangileri kefil olabilir?

5- “Yoksa onların ortakları mı var? Eğer doğru söyleyenler iseler, o hal­de ortaklarını getirsinler.” Onların ahirette müslümanlara verileceklerin bir benzerini verme kudretine sahip, Allah’a koştukları birtakım putları, O’na eş koştukları uydurma ilâhları mı var? Onların bu tür ortakları varsa ve o iddialarında doğru söylüyor iseler, kendilerine yardımcı olmaları için o ortaklarını getirsinler. Bu da geleneksel inanışlarını reddetmekte ve müşriklerin inançlarının özünü çürütmektedir.

Özetle ayetlerden maksat şudur: Onların benimsedikleri kanaatlerini ispatlamaya yarayacak aklî bir delilleri de -okudukları kitap demek olan- naklî delilleri de yoktur. Bu hususta onlar Allah’tan söz de almamışlardır. Söylediklerine kefil olacak kimse de yoktur. Akıllı olup da onların kanaat­lerini uygun bulup destekleyecek kimse de yoktur. Bütün bunlar onların iddialarının tutarsız olduğunun delillerindendir.

Daha sonra Yüce Allah işin oldukça çetin bir hal alacağı günde ortak­larını getirmeleri için kendilerine şöylece meydan okumaktadır: “Baldırın açılacağı o günde onlar secde etmeye davet edilecekler de edemeyecekler.” Yani onlar işin oldukça şiddetli bir hal alacağı, sıkıntının çokça büyüyeceği o günde kendilerini kurtarmaları için ortaklarını getirsinler. Bunlar ortaklarını ve kendilerine yardım edecek kâfirlerle münafıkları dünyada secde etmeyi terkettiklerinden ötürü onlara azar olmak üzere secde etmeye çağı­rılacaklar; fakat secde edemeyeceklerdir. Çünkü o sırada sırtları kaskatı kesilecek, tek bir parça haline gelecek, secde etmek için bükülemeyecektir.

Buhari, Müslim ve başkalarının rivayetlerine göre Ebû Said Hudri şöyle demiştir: Peygamber (s.a.)’i şöyle buyururken dinledim: “Kıyametin o dehşetli saatlerinde erkek kadın her mümin Ona secde edecek. Geriye dünyada iken riyakârlık olsun ve başkaları işitsinler diye secde edenler ka­lacak. Bunlar secde etmek isteyecek, fakat sırtları kaskatı kesilecek.”

Yüce Allah’ın: “Baldırın açılacağı o günde” buyruğundan maksat işin oldukça çetin bir hal olup sıkıntılı olacağıdır. Çünkü Yüce Allah cisimden ve yaratılmışların bütün sıfatlanndan münezzehtir. Bundan maksat bildi­ğimiz organ değildir. O bakımdan bu, belirtilen şekilde te’vil edilir.

“Gözleri önlerine eğilmiş, kendilerini de bir zillet kaplamış olarak. Halbuki onlar sapasağlam iken secdeye çağırılıyorlardı.” Yani gözleri zillet içinde ve onları ileri derecede bir zillet, bir hasret ve bir pişmanlık kapla­mış olacaktır. Halbuki dünyada iken namaza, Yüce Allah için secde etmeye çağırılıyorlardı. Onlar bu çağrıyı kabul etmeyip isyan ettiler, azgınlaştılar. Oysa sağlıklı idiler, bu işi yapabilirlerdi. Hastalıkları, secde etmelerini engelleyecek engelleri yoktu. Nehaî ve Şa’bî dedi ki: Secde etmekten maksat farz olan namazlardır.

Özetle onlar secde etmeye, ibadet etmek ya da bununla mükellef ol­dukları için çağrılmayacaklardır. Bundan maksat dünyada iken secdeyi terketmelerinden dolayı azarlanmalarıdır. Onlar sağlıklı ve esenlik içinde oldukları halde dünyada iken secde etmeyi kibir sebebiyle kendilerine yedirmediklerinden, dünyadaki hallerinin zıttı ile cezalandırılacaklardır ve ahirette buna güç yetiremeyeceklerdir. Yüce Rabbimiz tecelli edeceğinde müminler O’na secde edecek fakat kâfir ve münafıklardan hiçbir kimse O’na secde edemeyecek, aksine önceki hadislerde belirtildiği gibi sırtları kaskatı bir parçaya dönüşecektir