٤٠
اَللّهُ الَّذى خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُميتُكُمْ ثُمَّ يُحْييكُمْ هَلْ مِنْ شُرَكَاءِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذلِكُمْ مِنْ شَىْءٍ سُبْحَانَهُ وَتَعَالى عَمَّا يُشْرِكُونَ
(40) allahüllezi halekaküm sümme razekaküm sümme yümitüküm sümme yuhyiküm hel min şürakaiküm mey yefalü min zaliküm min şey’ sübhanehu ve teala amma yüşrikun
Allah o ki, sizi yaratan, sonra rızkınızı veren sonra sizi öldürüp sonra sizi diriltecek var mı? sizin ortak koştuklarınızda bunlardan birini yapacak o subhan’dır çok yücedir onların ortak koştuklarından da
(40) It is Allah Who has created you: further, He has provided for your sustenance then He will cause you to die and again He will give you life. Are there any of your (false) Partners who can do any single one of these things? Glory to Him! and High is He above the partners they attribute (to Him)!
1. | allâhullezî (allâhu ellezî) | : Allah O ki |
2. | halaka-kum | : sizi yarattı |
3. | summe | : sonra |
4. | rezeka-kum | : size rızık verdi |
5. | summe | : sonra |
6. | yumîtu-kum | : sizi öldürür |
7. | summe | : sonra |
8. | yuhyî-kum | : sizi diriltir |
9. | hel | : mı, var mı |
10. | min şurekâi-kum | : sizin ortaklarınızdan |
11. | men | : kim |
12. | yef’alu | : yapar |
13. | min zâlikum | : bundan |
14. | min şey’in | : bir şeyden |
15. | subhâne-hu | : o sübhandır, münezzehtir |
16. | ve teâlâ | : ve yücedir |
17. | ammâ | : şeylerden |
18. | yuşrikûne | : ortak koşuyorlar |
AÇIKLAMA
“O halde akrabanın, yoksulun ve yolcunun hakkını ver.” Allah Tealâ bu kimselere bağışta bulunulmasını emrederek şöyle buyuruyor: Ey Peygamber! Ey bu Peygamber’e tâbi olun ümmet-i Muhammed! Yakın akrabalara sıla-i rahim et, onlara iyilikte ve ihsanda bulun. Onlara haklarını ver. Çünkü onlar kan ve nesep bağının bir parçasıdırlar. Dolayısıyla bunlar insanlar içerisinde karşılıklı irtibat, karşılıklı ziyaretleşme ve şefkate en layık olan kimselerdir. Aynı zamanda kendisinin harcayacağı hiçbir şeyi olmayan, ya da kendine yetecek kadar bir şeyi olmayan yoksul kimseye de, kendi nafakası ve yolculuk ihtiyaçları için gerekli imkândan uzak olan yolcuya da hakkını ver. Ulaşım vasıtalarının süratli oluşu yolcunun ihtiyaçlarını ortadan kaldırmamakta, sadece muhtaç olduğu malî meblağı azaltmaktadır.
İmam Ebu Hanife (r.a.) bu ayeti, geçimini temin etmekten âciz ve muhtaç olan mahrem akrabaların nafakasını temin etmenin vacip olduğuna hüccet olarak kabul etmektedir. Görünen odur ki burada adı geçen “hak” zekât değildir. Sadece iyilik ve yardımlaşma hakkı olabilir. Yakın akrabalara önem verildiği için, yakın akrabalar yoksul ve yolculardan önce zikredilmiştir. Zira yakın akrabalara iyilik hem sadaka, hem de sıla-i rahim sevabı kazandırır.
“Allah’ın rızasını kazanmak isteyenler için bu daha hayırlıdır, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Amelleriyle halisane bir şekilde Allah’ın zatını amaçlayan yani O’nun varlığını, O’nun tarafını ve O’nun sevabını umarak, gösteriş, şan ve şöhrete kapılmadan sadece kıyamet günü Allah’ın rızasını talep eden kimseler için bu adıgeçen muhtaçlara yaptıkları bağış ve yardımlar çok hayırlıdır. İşte bunlar dünya ve ahirette kurtuluşa eren, kazançlı çıkan kimselerdir.
Bu bağışın hayırlı olması ailedeki dayanışma ve müslümanların birbirleri arasında yardımlaşma vesilesi olması sebebiyledir. Karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma ile güç elde etme, karşılıklı sevgi, karşılıklı merhamet ve destek olma fakirlikten, bölünmeden, kin ve kıskançlıktan kurtulmak mümkündür.
Cenab-ı Hak daha sonra bağış çeşitlerinden ikisini zikretmiştir: Bunlardan biri Allah nezdinde makbul ve güzel bağış şeklidir. Diğer bağış şekli Allah nezdinde buğzedilen ve çirkin bağış şeklidir. Çirkin olan bağış şekli faizdir. Güzel olan bağış şekli ise zekâttır.
Çirkin olan bağış, şu ayette zikredilen bağış şeklidir: “İnsanların mallarının çoğalması için verdiğiniz faiz Allah nezdinde artmaz.” Yani kim insanların hediye ettiği şeyden daha fazlasını vermeleri için insanlara bağışta bulunursa, Allah nezdinde bu kimse için hiçbir sevap yoktur. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Daha çoğunu arzulayarak ikramda bulunma. ” (Müddessir, 74/6). Yani daha fazlasını arzu ederek bağışta bulunma. Bu durum özellikle Peygamberimiz (s.a.) için haramdır, başkalarına ise helaldir. Lakin bu hususta hiçbir sevap yoktur.
İbni Abbas diyor ki: Faiz iki çeşittir:
– Doğru olmayan, caiz olmayan faizdir. Bu, alış-verişte olan faizdir.
– Diğeri hiçbir mahzuru olmayan faizdir (aslında buna faiz bile denemez). Bu, bir kimsenin daha fazlasını, kat kat ziyadesini elde etmek muradıyla hediye vermesidir.
İbni Abbas daha sonra bu ayeti okur: “İnsanların mallarının çoğalması için verdiğiniz faiz Allah nezdinde artmaz.”
Bu görüşün benzeri İkrime, Dahhak, Mücahid, Katade, Muhammed b. Ka’b ve Şa’bî’den rivayet edilmiştir.
Sahibinin sevaba nail olacağı güzel bağışa gelince, bu Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi zekâttır. “Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekâta gelince, zekât verenler sevaplarını kat kat artıranlardır.” Yani sadece halisane bir şekilde Allah’ın rızasını hedefleyerek sadaka veren kimseye Allah Tealâ nezdinde kat kat sevap ve üstün mükâfat vardır.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a güzel bir şekilde borç verirse, Allah bunu kat kat artırır.” (Bakara, 2/245). Yine bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a güzel bir şekilde borç verirse, Allah ona kat kat sevap verir. O kimse için değerli bir ecir vardır.” (Hadid, 57/11).
Sahih hadiste şöyle buyurmaktadır: “Kim helâl kazançtan bir hurma değerinde bir sadaka verirse, Rahman bunu kudret eliyle alır ve tıpkı sizden birinizin tay’ını ya da deve yavrusunu geliştirmesi gibi, bunu sahibi için geliştirir. Nihayet bir hurma Uhud dağından daha büyük olacaktır.”
Allah Tealâ daha sonra, geçen hükmü, ziyade ve nemanın her insan için belirlenmiş rızkına dahil olduğu şeklindeki ayette tekid etmektedir:
“Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, daha sonra öldüren, sonra da diriltecek olan Allah’tır.” Yani yaratıcı olan insana doğumdan ölüme kadar rızık veren, sonra da bu hayatın sonunda öldüren, daha sonra kıyamet günü haşr için dirilten Allah’tır.
“O’na ortak koştuğunuz ortaklarınız içinde, bunlardan herhangi bir şeyi yapabilecek biri var mı?” Yani sizin Allah’tan başka tapındığınız tanrılarınızdan bunlardan bir şeyi -yani yaratma, rızık verme, öldürme ya da diriltme fiillerinden birini- yapacak biri var mı? Elbette ki hayır. Onlardan hiçbiri, bunlardan hiçbir şeyi yapamazlar. Yaratma, rızık verme, diriltme ve öldürme yalnızca Allah’a aittir. Sonra Allah kıyamet günü bütün mahlûkatı diriltecektir. Bunun için şöyle buyurmaktadır:
“Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir, çok yücedir.” Yani Allah kendisinin ortağı, benzeri, dengi çocuğu veya babası olmaktan çok uzak, çok üstün ve çok yücedir. Bilakis O birdir, tektir, hiçbir kimseye ihtiyacı olmayandır. Bu ortakları putperestlere izafe etmesinin sebebi, onların putlarını “tanrı”, ve “ortak” diye adlandırmaları ve mallarından bir kısmını putlara tahsis etmeleridir.
Gayet iyi anlaşılmaktadır ki Allah Tealâ bu ayette iki ana esası; haşr (mahşer yerinde toplanma) ve tevhid (Allah’ın birliği) esasını birarada toplamıştır. Haşr “size hayat verir” ifadesiyle yani mahlûkatın ilk yaradılışına muktedir olması deliliyle, tevhid ise “O’na ortak koştuğunuz ortaklarınız içinde, bunlardan herhangi birini yapabilecek biri var mı?” ayetiyle isbat edilmektedir.