55

٥٥

وَكَانَ يَاْمُرُ اَهْلَهُ بِالصَّلوةِ وَالزَّكوةِ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّه مَرْضِيًّا

(55) ve kane ye’müru ehlehu bis salati vez zekati ve kane inde rabbihi merdiyya

ailesine emrediyordu namaz kılmayı zekat vermeyi Rabbinin katında razı olunmuştu

(55) He used to enjoin on his people Prayer and Charity, and he was most acceptable in the sight of his Lord.

1. ve kâne : ve oldu, idi
2. ye’muru : emrediyor
3. ehle-hu : onun ailesi, onun halkı
4. bi es salâti : namazı
5. ve ez zekâti : ve zekât
6. ve kâne : ve oldu, idi
7. inde rabbi-hî : Rabbinin katında
8. mardıyyen : kendisinden razı olunan


AÇIKLAMA
Hz. İsmail ve Kurban:
İbrahim (a.s.) rüyasında -ki peygamberlerin rüyası haktır- oğlunu Yüce Allah’a kurban olmak üzere boğazladığını gördü. Bu çocuk ise, daha sahih ve daha kuvvetli kabul edilen görüşe göre, Hz. İsmail’dir. Hz. İbrahim durumu oğluna arzedince o bu ilâhî hükmü rıza ile kabul edip şöyle dedi: “Babacığım, emrolunduğunu yap. Allah’ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın.” (Sâffât, 37/102).

İşi gerçekleştirmeye koyulup bıçakla oğlunu kesmeye girişince Allah ona bu işten vazgeçmesini buyurdu. Yaptığı işin bu kadarının rüyasını tasdik için yeterli olduğunu belirtti. Hz. İbrahim de kendisine yakın bir yerde bir koç bulup onu oğlunun yerine fidye olmak üzere boğazladı. Ancak ayet-i kerimeler boğazlanmak istenen bu çocuğun adını tayin etmemektedir. Fakat ayet-i kerimelerin akışı ve bundan sonra Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın doğumu ile müjdelenmesi, boğazlanması istenenin Hz. İsmail olduğunu göstermektedir. Bunun ise Sâffât suresi 99-113. ayetlerinde görüyoruz. Bu surede: “Biz de ona halim bir oğlu olacağı müjdesini verdik.” (101. ayet) buyurduktan sonra; “sonra gelenler arasında ona (güzel bir övgü) bıraktık.” (108. ayet) buyrukları yer almaktadır. Buradaki zamir boğazlanmak istenen çocuğa aittir. Daha sonra Yüce Allah: “Ve onu salihlerden bir peygamber olarak İshâk ile müjdeledik.” (112. ayet) buyurmaktadır. Boğazlanmak istenen çocuğun kıssasından sonra Hz. İshak müjdesinin verilmesi de Hz. İshak’ın, boğazlanması emrolunan çocuktan ayrı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zamirin boğazlanmak istenen çocuğa ait olması ile birlikte, İshak adının da açıkça zikredilmesi boğazlanmak istenen çocuk ile İshak’ın farklı olmasını gerektirir.

Yahudilerin görüşüne göre boğazlanmak istenen Hz. İshak’tır. Böylece onlar, henüz daha küçükken Rabbine itaat uğrunda kendisini feda edenin ataları olduğunu ileri sürerek övünmek istemektedirler.

Boğazlanmak istenenin bizzat Hz.İsmail olduğunu yine Tevrat’ın kendisi de ortaya koymaktadır. Çünkü boğazlanmak istenen çocuk Hz. İbrahim’in biricik evladı olmakla nitelendirilmektedir. Biricik evladı boğazlamaya yönelmek ise Allah’a kulluğun bizatihi kendisidir. Hz. İshak ise hiç bir zaman Hz. İbrahim’in biricik evladı olmamıştır. Çünkü Hz. İshak dünyaya geldiğinde Hz. İsmail Tevrat’ta da açıkça belirtildiği gibi 14 yaşında idi. Hz. İsmail de Hz. İbrahim’in vefatına kadar hayatta kalmış, onun vefat ve gömülmesinde hazır bulunmuştur. Hz. İshak’ın boğazlanması ise Yüce Allah’ın Hz. İbrahim’e Yakub adında bir torununun olacağı vaadine de aykırıdır. Diğer taraftan çocuğun boğazlanması meselesinde yer Mekke’dir. Hz. İsmail ise ileride gelecek olan ve Buharî’de yer alan hadiste belirtildiği gibi daha süt emen bir çocuk iken babası tarafından oralara götürülmüştür.

Zemahşerî de Keşşafta zikrettiği: “Ben iki zebihin (boğazlanmak istenip de fidye ile kurtarılanların) oğluyum (soyundan gelenim.)” hadisini de Hâkim, Menâkıb’ da rivayet etmiştir.

Hz. İsmail ve Annesi Hacer Mekke’de:

Mekke’de Beytullah’tan sonra Kusay b. Kilâb’m döneminde İslâm’dan önce iki aşıra kadar hiç bir bina kurulmadı. Kusayy, Daru’n-Nedve’yi inşa etti. Daha sonra Kureyşliler Mescidin çevresinde inşaat yapmaya devam ettiler.

Buharî’de İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kadınların kuşak sarmaya başlamaları İsmail’in annesi ile olmuştur. O, Sara tarafından izleri görülmesin diye bir kuşak edinmişti. Daha sonra İbrahim onu, oğlu İsmail ile birlikte süt emziriyor iken getirip Beyt’in yakınında mescidin üst taraflarında Zemzem’in yukarısında büyük bir ağacın yakınında bıraktı. O günde Mekke’de hiç bir kimse yoktu, orada su da yoktu. İbrahim ikisini orada bıraktı. Yanlarına da içinde hurma bulunan bir çıkın ile su bulunan bir su kabı bıraktı. Sonra İbrahim arkasını dönerek yola koyuldu. İsmail’in annesi arkasından gidip: “Ey İbrahim! Nereye gidiyorsun? Hiç bir insanın ve hiç bir şeyin bulunmadığı bir vadide bizi terk edip nereye gidiyorsun?” diye seslendi. Bu sözü ona defalarca tekrarladığı halde İbrahim ona dönüp bakmıyordu. Sonra ona: “Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?” diye sorunca İbrahim: “Evet,” dedi. Bunun üzerine İsmail’in annesi: “O bizi zayi etmez,” deyip geri döndü.

İbrahim yola koyuldu. Nihayet kendisini görmeyecekleri bir yer olan tepeye varınca yüzünü Beytullah’a döndürüp ellerini kaldırıp şöyle dua etti: “Rabbimiz! Ben soyumun bir kısmını senin mukaddes olan Evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır; umulur ki şükrederler…” (İbrahim, 14/37).

Annesi İsmail’i emzirip o sudan içmeye koyuldu. Nihayet kaptaki su bitti. O da oğlu da susuzluk çekmeye başladı. Onun kıvranmakta olduğunu gördü. Onu görmek istemediğinden dolayı ayrılıp gitti. Safâ’nm bölgede kendisine en yakın tepe olduğunu görünce üzerine çıktı, sonra vadiye dönüp birisini görürmüyüm diye baktı. Ancak kimseyi göremedi. Safâ’dan indi, aradaki vadiye ulaşıncaya kadar yürüdü. Daha sonra üzerindeki elbisenin bir kenarını kaldırdı, ve bitkin düşmüş bir insan gibi gayretle yürümeye çalıştı, nihayet vadiyi aştı sonra Merve’ye geldi. Merve üzerinde de durdu, kimseyi görür müyüm diye baktı, fakat kimseyi göremedi. Bu işi de yedi defa tekrarladı.”

İbni Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “İşte insanların (hacıların) Safa ile Merve arasındaki sa’yleri burdan gelir.”

Merve’ye çıkınca bir ses işitti. Bir dinleyeyim, dedi yine kulak kabarttı, yine o sesi işitti. Dedi ki: Senin sözün işitildi, eğer bir yardım yapabileceksen (haydi yap). Ansızın Zemzemin çıktığı yerde meleği gördü. Melek topuğu ile -veya kanadıyla- orayı su çıkıncaya kadar eşti. İsmail’in annesi suyu kabına doldurmaya başladı, eliyle şöyle yapmaya koyuldu: Kabıyla sudan doldurmaya başladı, o da doldurdukça kaynayıp taşıyordu.” İbni Abbas şöyle der: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Allah, İsmail’in annesine rahmet buyursun. Zemzem’i bıraksaydı, ya da sudan alıp doldurmasaydı, Zemzem kesilmeyen bir pınar olurdu.”

Annesi oğlunu emzirdi, melek de kendisine: “Zayi olmaktan korkmayınız. Çünkü burada Allah’ın evi vardır. Şu çocuk ve babası onu bina edecektir ve şüphesiz Allah ehlini zayi etmez” dedi… Hadis böylece devam eder.

Beytullah’ın Bina Edilmesi:

İbrahim (a.s.) zaman zaman oğlu İsmail’i ziyaret ederdi. Bu ziyaretlerden birisinde Yüce Allah Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’e Beyti inşa etme emrini verdi. Onlar da bu emir üzerine Kabe’yi inşa ettiler. İnşa tamamlanınca Yüce Allah ona, insanlara Allah’a ibadet etmek için bir ev inşa ettiğini ve onların bu Beyt-i haccetmekle yükümlü olduklarını bildirmesini emretti. Hz. İbrahim ile İsmail de Yüce Allah’tan yapmaları gereken ibadet yerini kendilerine göstermesini dilediler. (Bu hususu açıklayan ayet-i kerimeler şunlardır: Bakara, 2/125-129; İbrahim, 14/35-37; Hacc, 22/26-37.)

Kabe, Yüce Allah’a ibadet etmek üzere insanlar için yapılmış ilk binadır. (Âl-i İmrân, 3/96-97)

Hz. İsmail’in Hayatı ve Çocukları:

Hz. İsmail’in her birisi kabile başkanı olan 12 çocuğu vardı. 173 yıl yaşadı, Mekke’de vefat etti. Annesi ile birlikte Beyt’in yakınlarında Hicr’de defnedildi.

Açıklaması

“Kitapta İsmail’i de an.” Ey peygamber! Kur’ân-ı Kerim’de İbrahim Halil’in oğlu İsmail’in halini ve niteliklerini de söz konusu et. İsmail bütün Hicaz bölgesi Araplarınm atasıdır. Bu ayetlerde Hz. İsmail’in dört niteliği söz konusu edilmektedir:

1- “Çünkü o sözüne sadık idi.” Verdiği sözü yerine getirmekte oldukça titizlenmekle ünsalmıştı. Allah’a veya insanlara ne kadar söz verdiyse mutlaka onu yerine getirmiştir. Rabbine itaat türünden emrolunduğu hiç bir şeye muhalefet etmezdi. İnsanlara herhangi bir şeyi vadettiğinde mutlaka o sözünü yerine getirirdi. Onu ve babasının samimiyetini anlamak için boğazlanmaya sabretmesi yeterli bir örnektir. O bu konuda verdiği söze bağlı kalmıştır: “Allah’ın izniyle beni sabredenlerden bulacaksın.” (Sâffât, 37/102).

Verilen sözde durmak her zaman ve her yerde övgüye değer niteliklerdendir. Verilen sözde durmamak ise yerilen nitelikler arasında yer alır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nezdinde büyük bir hışmı gerektirir.” (Saff, 61/2-3). Rasulullah (s.a.) da Buharî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî’nin Ebu Hureyre’den yaptıkları rivayete göre şöyle buyurmuştur: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, ona bir emanet verildiğinde hainlik eder.” Bunlar münafıkların nitelikleri olduklarına göre bunların aksi de müminlerin nitelikleridir. Verilen sözde durmamanın Müslümanlar arasında özellikle de ticaretle uğraşanlar ve çeşitli meslek erbabı arasında yaygınlık kazanmış olması üzülmeyi gerektiren hususlar arasındadır.

2- “Ve hem bir rasul ve hem bir peygamberdi.” Allah Hz. İsmail’e bu iki sıfatı da vermişti. Tıpkı babası ve Musa (hepsine selâm olsun) da olduğu gibi. O Mekke’dekilere gönderilmiş bir rasuldü. Onlara İbrahim’in şeriatini tebliğ etmekle, Allah’ın indirdiğini onlara haber vermekle yükümlüydü. Bu ise rasule bağımsız, başlı başına bir kitabın indirilmesinin şart olmadığının delilidir. Ayrıca bu buyrukta Hz. İsmail’in kardeşi Hz. İshak’tan daha üstün bir şerefe sahip olduğuna da delâlet vardır. Çünkü Hz. İshak yanızca peygamberlikle nitelendirilmiş iken Hz. İsmail hem peygamberlik hem risalet ile nitelendirilmektedir. Tirmizî’nin rivayetine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah İbrahim’in çocuklarından İsmail’i seçip üstün kıldı.”

3- “Ehline namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi.”  O ümmetine, aşiretine, aile halkına oldukça önemli olan bu iki önemli şer’î ibadeti emrediyor du. O Rabbine itaat üzere sabreden bir kimse idi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Pek yakın akrabanı korkut”   (Şuarâ, 26/214); “Aile halkına namaz kılmalarını emret ve sen de ona (namaza devama) sabret.” (Tâ-Hâ, 20/132). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyunuz ki…” (Tahrîm, 66/6) Ebu Dâvud ve İbni Mace, Ebu Hureyre’nin şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “Geceleyin uyanıp da namaz kılan ve sonra da hanımını uyandıran, kalkmak istemezse yüzüne su serpen bir kocaya Allah rahmet eylesin. Yine geceleyin uyanıp da namaz kılan ve kocasını uyandıran, uyanmak istemezse yüzüne su serpen bir hanıma da Allah rahmet buyursun.” Yine Ebu Dâvud, Nesaî -ve lafız kendisinin olmak üzere- İbni Mace’nin Ebu Said ve Ebu Hureyre’den riva yetlerine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Bir koca geceleyin uyanır da hanımını uyandırır, her ikisi ikişer rek’at namaz kılacak olurlarsa, Allah’ı çokça anan erkekler ile çokça anan kadınlardan diye yazılırlar.”

4- “Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.” Hoşnutluğa ermiş, tertemiz, salih bir kimse idi. Rabbine itaatte kusurlu hareket etmeyen, amelinden razı olunan bir kimse idi. O halde mümin kimsenin ona uyması gerekir.