9

٩

وَقِهِمُ السَّيَِّاتِ وَمَنْ تَقِ السَّيَِّاتِ يَوْمَءِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُ وَذلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظيمُ

(9) vekihimüs seyyiat ve men tekis seyyiati yevmeizin fe kad rahimteh ve zalike hüvel fevzül aziym
Onları kötülüklerden koru o gün sen kimi kötülükten korursan şüphesiz onu rahmetine kavuşturmuşsundur işte bu en büyük kurtuluştur

(9) And preserve them from ills and any whom thou dost preserve from ills that day, on them wilt thou have bestowed mercy indeed: and that will be truly the highest Achievement.

1. vekı-him : onları koru
2. es seyyiâti : kötülükler, kaybedilen dereceler
3. ve men : ve kim
4. tekı : sen korudun
5. es seyyiâti : kötülükler, günahlar, kaybedilen dereceler
6. yevme izin : izin günü
7. fe : öyleyse, artık, o zaman
8. kad : olmuştu
9. rahimte-hu : sen ona rahmet ettin
10. ve zâlike : ve işte bu
11. huve : o
12. el fevzu el azîmu : fevzül azîm, büyük kurtuluş


AÇIKLAMA

“Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rabblerini överek teş­bih ederler. O’na inanırlar ve müminler için şöyle diyerek mağfiret dilerler.” Arş’ı taşıyan melekler ve Arş’ın etrafında bulunan melekler -ki onlara Kerûbiyyûn denir ve onlar meleklerin en üstünüdür- Allah Tealâ’nın her tür­lü noksanlıktan uzak olduğuna delâlet eden teşbih (tenzih) cümlelerini, öv­gü ve yüceltme sıfatlarının ispatını (kabul ve ikrarını) gerektiren tahmid ile birlikte söylerler. Allah Tealâ’nın varlığını ve birliğini tasdik ederler, O’na kulluk etmekten büyüklenmezler. Onlar O’na huşu içinde boyun eğer­ler, O’nun önünde zelildirler ve yeryüzünde, iman edenlerin -ve gaybe ina­nanların- bağışlanmasını isterler.

Bu, meleklerin -hepsine selâm olsun- seciye ve özelliklerinden olunca, onlar, müminin diğer mümin kardeşinin gıyabında yaptığı duaya amin derler. Nitekim Sahih-i Müslim’de şöyle rivayet edilmiştir: “Bir müslüman, kardeşi için onun gıyabında dua ettiği zaman Melek(ler), “Amin, bir misli de senin için olsun.” der.”

Biz, meleklerin Arş’ı taşıdığına inanırız. Ancak bunun nasıl olduğu ve bu meleklerin sayısının kaç olduğu gibi hususları Allah’a havale ederiz. Ba­zı müfessirler buradaki “taşıma”nın, Arş’ı idare ve muhafaza etme olduğu­nu söylemişlerdir. Arş, mahlukâtın en azametlisidir ve biz ona, nasslarda varit olduğu şekliyle ve nasıl olduğu konusunda yoruma gitmeden inanırız.

İbni Kesîr, bugün Arş’ı taşıyan meleklerin sayısının dört olduğunu söylemiştir. Kıyamet günü geldiğinde ise bunların sayısı sekiz olacaktır.

Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır: “O gün Rabbinin Arş’ını üstle­rinden sekiz melek taşır.” (Hakka, 69/17).

Burada meleklerin, Allah’ı teşbih ve O’na hamd ettikleri daha önce zikredilmiş olmasına rağmen, ardından Allah’a iman ettiklerinin de belir­tilmesinin anlamı şudur: Burada imanın şerefi, üstünlüğü ortaya konmak­ta ve insanlar da imana teşvik edilmektedir. Nitekim Kur’an’da, pek çok yerde peygamberler de Allah’a inanmakla tavsif buyurulmuşlardır. Nite­kim şu ayette Allah’a iman, hayır işlemekten sonra zikredilmiştir: “Sonra iman edenlerden olmak…” (Beled, 90/17). Dolayısıyla burada imanın üstün­lüğü beyan edilmiş olmaktadır. Bunun bir diğer anlam ve faydası da şudur: Meleklerin imanının da diğer yaratıkların imanı gibi, bizzat müşahede ve görme ile değil, ancak akıl yürütme ve istidlal sonucu olduğuna dikkat çek­mek.

Meleklerin, müminler için mağfiret talebinde bulundukları zaman kullandıkları ifade şudur:

“Rabbimiz! Rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe edip senin yo­luna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru.” Yani senin rah­metin ve ilmin her şeyi içine almıştır. Dolayısıyla günahlardan tevbe eden­lerin ve Allah yoluna -ki o, İslâm dinidir- uyanların günahlarını ört ve on­ları cehennemin azabından koru.

Halef b. Hişâm Bezzâr Kâri şöyle demiştir: “Selîm b. İsa’dan kıraat dersi alıyordum. “Müminler için şöyle diyerek mağfiret dilerler.” ayetine geldiğim zaman ağladı, sonra da şöyle dedi: “Ey Halef! Ghafir Allah için ne kadar kıymetlidir! Kendisi yatağında uyurken melekler onun için mağ­firet diliyor!”

“Rabbimiz! Onları babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olan kimseleri, onlara söz verdiğin Adn çenetlerine sok. Şüphesiz Aziz ve Hakim olan sensin sen!” Rabbimiz! Onları, elçilerinin diliyle kendilerine vaad etti­ğin, sonsuz ikamet yeri olan cennetlere koy. Onlarla birlikte babalarından, eşlerinden ve soylarından, mümin, muvahhid olan ve salih amel işleyen salih kimseleri de oraya koy. Onlara olan nimetlerini tamamlamak ve sevinçlerini tam kılmak bakımından onlarla bu(sayıla)nları bir araya getir. Zira kişinin, ehliyle bir araya gelmesi, mutluluk için önemli bir durumdur. Mu­hakkak ki sen, mağlup edilmeyen galip ve kuvvet sahibi, takdirine ve şeriatine ilişkin fiil ve kavillerinde hikmet sahibi olansın.

Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: “Kendileri inanmış, zürriyetleri de imanda kendilerine uymuş olan kimselerin zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; kendi amellerinin sevabından da hiçbir şey eksiltmemişizdir.

Herkes, kendi kazandığına bağlıdır.” (Tûr, 52/21).

Mutarrıf b. Abdullah b. Şıhhîr, “Allah’ın kulları içinde müminlere en çok nasihatçi olanlar, meleklerdir.” demiş, sonra da “Rabbimiz! Onları… söz verdiğin Adn cennetlerine sok.” ayetini okumuş, sözlerine devamla şöyle de­miştir: “Allah Tealâ’nın, müminleri en çok aldatan kulları ise şeytanlardır.”

Sa’îd b. Cübeyr de şöyle demiştir: “Ghafir cennete girdiği zaman, ba­basının, oğlunun ve kardeşinin nerede olduğunu soracak. Kendisine “O, amel işlemekte senin gibi hareket etmedi.” denecek. Bunun üzerine o, “Ben hem kendim, hem de onlar için amel etmiştim.” diyecek ve böylece onlar da derece bakımından onunla aynı seviyeye getirilecek.” Bunları söyledikten sonra Sa’îd b. Cübeyr şu ayeti okumuştur: “Rabbimiz! Onları babaların­dan, eşlerinden ve çocuklarından iyi olan kimseleri, onlara söz verdiğin Adn çenetlerine sok. Şüphesiz Aziz ve Hakim olan sensin sen!”

Meleklerin bu duası iki yönlüdür; müminlerin hem cennete sokulması­nı, hem de kendilerinden cezanın kaldırılmasını ihtiva etmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onları kötülüklerden koru. O gün sen kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmişsindir. İşte büyük kurtuluş budur.” Yani onları, işlemiş ol­dukları kötülüklerin ceza veya azabından, kendilerini bağışlamak suretiyle koru ve azabın, onlara dokunacak kötülüğünden onları uzak tut. Sen kimi kıyamet gününün kötülüklerinden korur ve cennetine sokarsan, işte kendi­sinden daha üstün bir kurtuluş bulunmayan en büyük kurtuluş budur.

Tevbe eden ve kendilerine bağışlanmanın, dönülmez bir şekilde vaad edildiği salih müminler için meleklerin istiğfar etmesinin faydası, bu istiğ­farın, müminler için kerem ve sevabın ziyadeleşmesinin neticesidir.