16

١٦

فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَويهُ فَتَرْدى

(16) fe la yesuddenneke anha mel la yü’minü biha vettebea hevahü fe terda
o halde seni oradan alıkoymasın kıyamet saatine inanmayan kimseye arzusuna uyan (için) sonra helak (vardır)

(16) Therefore let not such as believe not therein but follow their own lusts, divert thee therefrom, lest thou perish!.

1. fe : öyleyse
2. lâ yesuddenne-ke : seni alıkoymasın, seni men etmesin
3. an-hâ : ondan
4. men lâ yu’minu : inanmayan kimse
5. bi-hâ : ona
6. ve ittebea : ve tâbî oldu
7. hevâ-hu : hevasına, nefsinin afetlerine
8. fe : sonra, böylece, o taktirde
9. terdâ : helâk olursun


AÇIKLAMA
“Sana Musa’nın haberi geldi mi?” Hz. Musa’nın Firavun ve ileri gelenleri ile birlikte başından geçenlerin kıssası, Hz. Musa’ya ilk olarak vahyin nasıl geldiği, Allah’ın onunla konuşmasına dair bilgiler sana ulaştı mı? Soru ile  başlanması haberin (insan kalbinde) iyice yer etmesini sağlamak ve muhatabın ruhunda etkileyiciliğini gerçekleştirmektir. Arap dilinde bu, etkileyici bir üslûptur.

Müfessirler şöyle der: Musa (a.s.) annesinin yanına dönmek üzere Şuayib  a.s.’dan izin alarak yola çıktı. Yoldayken karlı ve soğuk bir kış gecesinde bir oğlu dünyaya geldi. Bir cuma gecesiydi. Yolunu kaybetmişti. Musa (a.s.) ateş yakmak istediği halde çakmağı bir türlü ateş almadı. O bu şekilde uğraşırken uzaktan yolun sol tarafında bir ateşin olduğunu gördü. O da bunu sağ tarafına düşen Tur dağının yan tarafında çobanların yaktığı bir ateş zannetti. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Hani o bir ateş görmüştü de ehline: Durun, ilerde ben bir ateş gördüm, belki ondan size bir parça kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren birini bulurum, dedi.” Hz. Musa bu ateşi Medyen’den Mısır’a doğru gittiği sırada karanlık bir gecede görmüştü. Sahih olan görüş, Râzî’nin belirttiği gibi, gerçekten bir ateş gördüğü şeklindedir. Bu ateş ona hayalen görünmüş değildi. Böylelikle verdiği haberde Hz. Musa doğru idi. Çünkü peygamberlerin yalan söylemesi caiz değildir.

Hz. Musa eşine, çocuğuna ve hizmetçisine müjde vererek şöyle dedi: Olduğunuz yerde kalınız. Çünkü ben uzakta bir ateş gördüm. Belki ben size o ateşten bir alev yahut alevli ateş veya -bir diğer ayeti kerimede belirtildiği gibi- kor  ateş getiririm. Böylelikle belki siz bununla ısınırsınız -ki bu, havanın soğuk olduğunu da göstermektedir- yahut da ateşin yanında bana yol gösterecek birisini bulabilirim. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Belki o ateşten size bir haber veya ısınasınız diye ateşten bir parça getiririm” (Kasas, 18/29). “Hu-z’â,” kendisiyle yol bulunan şey demektir, masdar isimdir. Şöyle demiş gibidir: Belki ateşin yanında kendisiyle yol bulabileceğim bir kılavuz veya bir alâmet vardır. Ateşin üst taraflarında bulunmanın anlamı da şudur: Ateş sahipleri ateşe yakın yüksek bir yerde dururlar. Ateşin alevinden ve ışığından yararlanırlar, ateşin etrafını çevirdikleri takdirde ateşin üst tarafında yer almış olurlar.

“Yanına vardığında ona: Ey Musa, diye seslenildi. Gerçek ben senin Rabbinim, pabuçlarını çıkar. Muhakkak sen Tuvâ adında mukaddes bir vadidesin.” Musa gördüğü ateşin yanına gelip yaklaşınca, şanı Yüce Allah tarafından ona seslenildi. Şu ayet-i kerimede Duyurulduğu gibi: “Sağ tarafındaki vadiden bereketli arz bölgesindeki ağaçtan: Ey Musa şüphesiz ben âlemlerin Rabbı olan Allahım, diye ona seslenildi.” (Kasas, 28/30). Burada ise: “Gerçekten ben senin Rabbinim” buyuruldu. Ey Musa! diye seslenildi. Seninle konuşan, sana hitap eden senin Rabbindir. Ayakkabılarını çıkart. Çünkü bu daha ileri derecede bir tevazu gösterisi, şerefe daha bir riayet ve edebe uygun bir davranıştır. Sen, Sina’da Tuvâ adındaki tertemiz, korunmuş bir vadidesin.

“Ben seni seçtim, sana vahyolunanı dinle!” Ben seni risalet ve peygamberlik için seçen Allah’ım. O bakımdan sana indirilecek olan şu vahiylere, onları kabul etmeye ve yerine getirmeye hazır, idrâk edici bir dikkatle kulak ver. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ben seni risaletlerimle ve kelâmımla seçip insanlara üstün kıldım.” (A’raf, 7/144). Akranın ve çağdaşın olan bütün insanlara üstün kıldım.

Daha sonra Yüce Allah Hz. Musa’ya vahyolunanı şöylece bildirmektedir:

“Ben, muhakkak ben Allah’ım, benden başka ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet et ve beni anmak için namaza kalk.” Seninle konuşan, sana seslenen Allah’tır. Bu daha önceki ifadeleri pekiştirmektedir. Mükelleflerin birinci görevi Allah’tan başka ilâh olmadığını, onun hiç bir ortağının bulunmadığını bilmektir. Sen beni tevhid et ve bana ortak koşmaksızın bana ibadet et. Çünkü şanı Yüce Allah’ın tek başına ulûhiyyeti, ibadetin de yalnızca O’na yapılmasını gerektirir. Buyruğun anlamı da şudur: Ben bir ve tek olan ve ibadete müstehak olan biricik gerçek ilâhım.

Sana emrettiğim şekilde farz namazını eda et. Rükün ve şartlarını eksiksiz yap. Namazı kılarken beni an ve yalnızca bana ihlâsla yönelerek dua et. Burada özellikle namazın söz konusu edilmesinin sebebi itaatlerin en şereflisi, ibadetlerin de en faziletlisi olmasındandır. Manası şöyle de olabilir: Sen görevini hatırlayıp beni andığın sırada namazı kıl. Çünkü İmam Ahmed, Enes’ten Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Sizden herhangi biriniz namaz kılmadan uyur veya ondan gaflete düşerse hatırladığı takdirde o namazı kılsın. Çünkü şüphesiz Yüce Allah: “Beni anmak için (burdaki hadisin ifadesine göre: Beni hatırladığın zaman) namaza kalk” buyurmaktadır.” Buharî ile Müslim’de de yine Enes’ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “Her kim namaz kılmadan uyur veya unutursa, onun kefareti o namazı hatırladığı vakit kılmasıdır; bundan başka da bir kefareti olmaz.”

Tirmizî ve İbni Mâce, Ebu Hureyre’nin şöyle dediğini rivayet etmektedir, Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “Her kim bir namazı unutacak olursa onu hatırladığında kılsın. Çünkü Yüce Allah: “Beni hatırladığında namaza kalk.” buyurmuştur.”

Hadis-i şerifte yalnızca uyku veya unutma hali söz konusu edilmiştir. Çünkü mümin bir kimsenin namazı eda görevini herhangi bir şekilde aksatmaması gerekir. Kasten terkedilecek olursa, namazın kaza edilmesi ise daha kuvvetli bir farzdır. Çünkü namazın keffareti (emrin yerine getirilmesi) ancak onu eda etmek veya kaza etmekle mümkündür.

Daha sonra Yüce Allah, -Allah’ı tevhid edip O’na ibadet edilmesinden sonra- kıyametten veya kıyamet gününün dehşetinden ve yaratıkların akibetinden söz etmektedir. Çünkü amellerden dolayı hesaba çekilme zamanı o vakittir. İşte Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak kıyamet gelecekdir. Onun vaktini gizli tutarım. Herkese yaptığının karşılığı verilsin diye.” Kıyamet kaçınılmaz olarak kopacaktır. Onun vaktini benden başkası nasıl bilir? O bakımdan Allah’a ibadet ve namaz kılmak gibi, o gün için hayırlı işler yap. Diğer taraftan Kıyametin kopması, her insana amelinin karşılığının verilmesi için kesin ve kaçınıl mazdır. Her bir nefsin o günde yaptıklarının karşılığını bilmesi için, zorunludur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sizlere ancak yapmış olduklarınızın karşılığı verilir.” (Tur, 52/16). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onu görecektir. Her kim zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onu görecektir.” (Zelzele, 99/7-8).

Yüce Allah kıyametin kopuşunu ve insanın ecelini saklı tuttuki, insan gayret ile üşenmeksizin çalışıp çabalasın, tevbeyi erteleyip durmasın ve her an ölümü gözetlesin diye. Ayet-i kerimedeki “hemen hemen, neredeyse” anlamına gelen (ekâde) kelimesi fazladan gelmiştir. Yani Kıyamet mutlaka gelecektir ve ben onu saklı tutuyorum, demektir.

“O’na iman etmeyen ve hevasına uyan kimse seni O’ndan sakın döndürmesin. Sonra helak olursun.” Ey Musa! Kâfirlerden kıyameti tasdik etmeyen ve gelip geçici haram zevklerine dalmak suretiyle nevasının ve yanlış düşünüşlerinin peşinden giden kimseler, kıyamete iman etmek ve onu tasdik etmekten seni alıkoymasınlar.

Elbette ki, hitap Allah’ın peygamberi olan Hz. Musa’ya münhasır değildir. Ona hitap ile başlanılması başkasına da bu hususu öğretmek içindir. O bakımdan bu hitap akıllı ve bulûğa ermiş bütün insanları muhatap alır.