140

١٤٠

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزيزُ الرَّحيمُ

(140) ve inne rabbeke le hüvel azizür rahiym
Şüphesiz senin Rabbin o, güçlü merhamet sahibidir

(140) And verily thy Lord is He, the Exalted in Might, Most Merciful.

1. ve inne : ve muhakkak
2. rabbe-ke : senin Rabbin
3. le huve : elbette o
4. el azîzu : azîz, yüce
5. er rahîmu : rahmet nuru gönderen, rahîm esması ile tecelli eden


AÇIKLAMA
Hz. Hud (A.S.) İle Kavmi Kıssası

“Âd” kavmi de gönderilen “peygamberleri yalanladı. Bir zaman kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: Siz hiç Allah’tan korkmaz mısınız? Şüphesiz ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Ben bu davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim mükâ­fatım ancak âlemlerin rabbine aittir.”

Yani Âd kabilesi de Allah tarafından gönderilen peygamberlerin peygam­berliğini yalanladılar. Bir zaman Hz. Hud (a.s.) kavmine şöyle demişti:

Siz Allah’tan sakınmaz mısınız? O’nun azabından korkmuyor musunuz? Şüphesiz ben Allah tarafından olan risaletimde güvenilir bir elçiyim.

O halde emrettiği ve nehyettiği hususlarda Allah’tan korkun. Size emret­tiğim ve nehyettiğim hususlarda bana itaat edin ki durumunuz düzelsin, dün­yanız ve ahiretinizde saadete nail olasınız. Ben sizden peygamberliği tebliğ et­meye karşılık hiçbir ücret ve mal talep etmiyorum. Bununla hiçbir mevki ve makam arzu etmiyorum. Benim ecrim ve mükâfatım sadece Rabbime aittir. Şunu bir bilseniz! dedi. Ama kavmi Hz. Hud’u yalanladılar ve O’na eziyette bu­lundular.

Bu söz Nuh, Hud, Salih, Lût ve Şuayb peygamberlerin diliyle aynı şekilde ifade edilmiştir. Bununla Allah’ın birliğine, O’na itaate ve O’ndan başkasına tapınmayı terk etmeye davet eden peygamberlerin risalet birliğine dikkat çe­kilmektedir.

Daha sonra Hz. Hud (a.s.) onlarla üç hususu konuştu:

1- “Siz her tepeye bir bina kurup onunla mı eğleniyorsunuz?” Siz her yük­sek yere kuvvet, izzet ve zenginliğe alâmet olacak böbürlenmek için sağlam, muazzam ve göz kamaştırıcı bir bina inşa ediyorsunuz, bunu da bir ihtiyaç ol­duğu için değil, sadece oyun, eğlence ve güç gösterisi olarak yapıyorsunuz.

Bundan dolayı onların durumunu yadırgamıştı. Çünkü bu hem zaman kaybı, hem de bedenleri faydasız yere yormak hem de dünya ve ahirette fayda verme­yecek bir şeyle meşgul olmaktı.

2- “Dünyada ebedî kalacağınızı umarak sağlam köşkler mi ediniyorsu­nuz?” Siz sizden öncekilerin geçip gittiği gibi sizler de geçip gideceğiniz halde sanki dünyada ebedî kalacakmışsınız gibi muazzam köşkler ve muhkem kale­ler ediniyorsunuz?

İbni Ebî Hatim anlatıyor: Ebu Derda (r.a.) müslümanlarm Şam diyarında icad ettikleri binaları ve ağaç dikmelerini görünce mescitte ayağa kalkıp:

– “Ey Şam ehli! dedi ve halk etrafında toplandı. Ebu Derda Allah’a hamdü sena etti. Sonra şöyle dedi:

– Siz hiç utanmıyor musunuz? Siz hiç utanmıyor musunuz? Yemeyeceğiniz şeyleri topluyorsunuz. Oturmayacağınız binalar inşa ediyorsunuz. Erişemeye­ceğiniz şeyleri ümid ediyorsunuz. Sizden önce de mal toplayıp yığan, bina inşa edip bunlar, sağlam şekilde inşa eden, ümit besleyen ve tul-i emel peşinde olan bir takım kabileler vardı. Onların emelleri aldanma vesilesi oldu. Malları he­lak oldu. Evleri mezar oldu. Dikkat edin! Âd kavmi Aden’le Amman (bugünkü Yemenle Ürdün) arasını dolduracak atlar ve develere sahiptiler. Bugün kim Ad kavminin mirasını iki dirheme benden satın alır?”

3- “Birini elinize geçirdiğiniz zaman ona zorbaca mı davranıyorsunuz.” Ya­ni sizler bu israf ve hırsla beraber başkalarına zorba muamelesi yapıyorsunuz. Çünkü sizler katı kalpli, sert, azgın ve zorba kavimsiniz.

Kısaca: Yüksek binalar inşa etmek yükseklik arzusuna, muazzam köşkler edinmek ebedîlik arzusuna, zorbalık yükseklikte yalnızlık arzusuna delâlet et­mektedir. Onlar yüksekliği, yüksekliğin devamlılığını ve yükseklikte yalnızlığı arzu ettiler. Bu sıfatlar ise ilâhın sıfatlarıdır. Bu vasıflar kul için imkânsız va­sıflardır. Bu ise dünya sevgisine, kulluk tarifinin dışına çıkmaya ve rabb olma iddiası etrafında dolaşmaya delâlet etmektedir.

Burada dünya sevgisinin bütün hataların başı ve her küfür ve masıyetin başlangıcı olduğuna dikkat çekilmektedir. Bunun için Hz. Hud (a.s.) şöyle de­miştir:

“O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” Allah’ın azabından sakının, Rabbinize itaat edin, Rasulü’nüze itaat edin. Bu sizin için daha devamlı ve da­ha faydalıdır. Zira bu dünyada hiçbir kimse için ebedîlik yoktur.

Hz. Hud (a.s.) daha sonra Allah’ın üzerlerindeki nimetlerini tafsilatıyla hatırlattı.

“Size bildiğiniz nimetleri bol bol veren Allah’tan sakının. O size bol bol hayvanlar ve evlâtlar verdi. Bahçeler… pınarlar… (verdi).” Yani size bol nimet­ler veren, size eti yenen çeşitli hayvanlar ve bol evlâtlar, bahçeler, tatlı ve coş­kun nehirleri nzık olarak veren Allah’tan sakının. Bu nimetlerin mukabilinde size bunları veren Allah’a ibadet edin.

“Doğrusu ben sizin için o büyük günün azabından korkuyorum.” Siz yalan­larsanız, muhalefet eder ve küfür üzerine ısrar ederseniz sizin için son derece korkunç günün azabından korkuyorum.

Bu ifade Hz. Hud’un Allah’a iman etmeye son derece güzellik, teşvik, kor­kutma ve açık beyan ile davet etmeye delâlet etmektedir. Onların cevabı şu idi:

“Öğüt versen de öğüt verenlerden olmasan da bizim için eşittir.” Yani bize göre bize vaaz edip sakındırman da asla vaaz etmemen de birdir. Zira biz için­de bulunduğumuz durumdan dönmeyiz. Bu, aynen şu ayetteki ifade gibiydi: “Biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz. Sana inanacak da deği­liz. ” (Hud, 11/53); “Şüphesiz ki inkâr edenleri korkutsan da korkutmasan da birdir, onlar inanmazlar.” (Bakara, 2/6).

Onların iman etmemekte bahaneleri şu idi:

“Bu durum öncekilerin geleneğinden başka bir şey değildir. Biz öyle azaba uğratılacak kimselerden de değiliz.” Yani getirdiğin şey öncekilerin uydurması, iftirası ve yalanlarıdır “dediler.” Nitekim onlar “Bunlar öncekilerin masalları­dır.” demişlerdi. Ya da bizim üzerinde olduğumuz din önceki babaların ve dede­lerin dinidir. Biz sadece onlara tabiyiz. Onların yolunda yürürüz, onların yaşa­dıkları gibi yaşarız. Nihayet onlar gibi ölürüz. Ne dirilme vardır, ne de ahiret. Ne sevap var ne ceza, ne de hesap görme! Ne cennet var ne de cehennem! Biz asla azap görecek değiliz. Durum senin söylediğin gibi değil, dediler.

“Bu şekilde O’nu yalanladılar. Biz de kendilerini helak ettik.” Yani netice şu oldu. Hud kavmi getirdiği hususlarda Hud’u yalanladılar. Ona muhalefet et­tiler ve inatçılıkta devam ettiler. Allah da onları sert esen bir fırtına ve son de­rece soğuk şiddetli bir kasırga ile helak etti. Onların helak olmalarının sebebi amellerinin cinsinden oldu. Zira onlar en azgın ve en zorba kimselerdi. Allah’da onlara onlardan daha sert ve daha güçlü olan fırtınayı musallat etti.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Görmedin mi Rabbin Ad kavmi­ne nasıl yaptı? O sütunlar sahibi İrem’e …” (Fecr, 89/6-8). Bunlar ilk Âd kavmi­dir. Yine Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “O ilk Âd kavmini helak etti.” (Necm, 53/50). Bunlar Hz. Nuh’un torunu olan İrem b. Sam b. Nuh nesli idiler. “Zatil İmad” sütunlarla dolu yerde yaşayanlar demektir. İrem belde ismi değildir.

Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: “Âd kavmine gelince: Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş?” dediler. Onlar kendilerini yaratıp durmakta olan Allah’ı hiç düşünmediler mi ki O Allah bunlardan pek çok kuvvetlidir. Onlar bizim muci­zelerimizi bilerek inkâr ediyorlar.” (Fussilet, 41/15).

Kasırga onlara ait her şeyi silip süpürmüştü. “Rabbin emriyle her şeyi yok eder.” (Ahkaf, 46/25).

“Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çoğu yine iman etmedi­ler. Şüphesiz ki Rabbin Azizdir, Rahimdir.”

Yani peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle Ad kabilesinin helak edilme­sinde kendilerine Allah’ın ulvî mesajı ulaşan bütün kavimler için ibret vardır.

Bu helak olanların çoğu bizim ezelî ilmimizde mümin değillerdi. Şüphesiz ki Rabbin düşmanlardan intikam alıcıdır. Kullarından mümin olanlar tevbe edip islah olurlarsa onlara da çok merhamet edendir.