76

٧٦

وَيَزيدُ اللّهُ الَّذينَ اهْتَدَوْا هُدًى وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَرَدًّا

(76) ve yezidüllahül lezinehtedev hüda vel bakiyatüs salihatü hayrun inde rabbike sevabev ve hayrum meradda

Allah daha da arttırır hidayeti kabul edenlerin hidayetini baki kalan salih işlerdir Rabbinin yanında hayırlıdır sevap bakımından ve sonuç olarak daha hayırlıdır

(76) And Allah doth advance In guidance those who seek Guidance: and the things That endure, Good Deeds, Are best in the sight Of thy Lord, as rewards, And best in respect of (Their) eventual returns.

1. ve : ve
2. yezîdu allâhu : Allah artırır
3. ellezîne : onlar
4. ihtedev : hidayete erdi, hidayet üzere oldu, hidayette oldu
5. huden : hidayet
6. ve el bâkıyâtu es sâlihâtu : ve bâki olan salih ameller
7. hayrun : daha hayırlı
8. inde rabbi-ke : Rabbinin katında, indinde
9. sevâben : sevap olarak
10. ve hayrun : ve daha hayırlı
11. meredden : dönen, karşılığı olan


AÇIKLAMA
“Ayetlerimiz kendilerine apaçık okunduğunda kâfirler müminlere derler ki: Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlıdır, meclisi daha iyidir?” Yüce Allah’ın indirmiş olduğu Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, apaçık belgeler olarak okunduğunda kâfirler bundan yüz çevirdiler ve uydukları batıl dinin doğruluğuna delil getiren bir üslupla dediler ki: İki kesimden (müminlerle kâfirlerden) hangisinin mevki ve meskeni daha iyi, makamı daha üstün, yardımcıları daha çoktur. Ayet-i kerimedeki “nâdî” konuşma yeri ve meclis demektir. Erkeklerin konuşup oturmak üzere toplandıkları yere denilirdi. İşte biz nasıl olur da batıl üzere oluruz da şu zayıf, fakir, Daru’l-Erkam’da gizlenip saklananlar hak üzere olabilirler? Nitekim Yüce Allah bir başka ayet-i kerimede onların bu durumlarını şöylece haber vermektedir: “Kâfirler iman edenlere dediler ki: Eğer o (iman) hayır olsa idi bizden önce ona sahip olamazlardı” (Ahkaf, 46/11). Bu ise dünya hayatında zahiren görülen hale bakıp aldanmaktır. Onlar zengin ve varlıklı olanın hak ve doğruluk üzere olduğunu, buna karşılık fakir olanın da batıl üzere olduğunu vehmediyorlardı.

Yüce Allah onların bu şüphelerini şu ayeti ile reddetmektedir:

“Bunlardan önce nice nesilleri helak etmişizdir ki, onlar varlıkça ve gösterişçe daha iyi idiler.” Bu onların bu husustaki şüphelerine verilen ilk cevaptır. Yani peygamberlerini yalanlayan geçmiş ümmetlerden pek çoğu küfürleri sebebiyle helak olmuştur. Oysa onlar hem servet, hem de gösteriş bakımından sizlerden ileri idiler. Ayette geçen “esas” kelimesi genel olarak bütün malı ifade eder. Deve, koyun, inek ve eşyalar anlamındadır. Özel olarak yatak, yorgan, elbise, perde, sergi, koltuk, kanape gibi ev eşyası anlamına da gelir. “Gösteriş” ise elbisenin güzelliği yahut bedenlerin güzelliği ve nimet içerisinde olması gibi, insanların takdirine göre görünürde olan durum demektir.

Ayetin anlamı şudur: Servet, nüfuz ve üstünlüğün görünür belirtileri Allah nezdinde de durumun iyiliğinin delili değildir. Allah refah içerisinde olanları helak etmiş, salih fakirleri de kurtarmıştır. İşte bu aynı zamanda zengin, ama cahil günahkâr bir takım Müslümanların dünya hayatındaki iyi hallerinin Allah’ın kendilerinden razı oluşuna, ahiretteki hallerinin de iyiliğine bir delil kabul etmelerine karşı bir tehdittir.

Daha sonra yüce Allah bu tehdidi daha bir pekiştirerek ve ileriye götürerek şöylece buyurmaktadır:

“De ki: Kim dalâlette olursa Rahman olan ona mühlet verir.” Bu da kâfirlerin konu ile ilgili şüphelerine verilen ikinci cevaptır. Ey Muhammed! Sen kendilerinin hak, sizin ise batıl üzere olduğunuzu iddia eden, Rablerine ortak koşan bu müşriklere şunu söyle: Bizden olsun sizden olsun, her kim dalâlette olursa ve her kim dünya hayatında kendi hevasına göre gelişigüzel davranırsa, Yüce Allah onu bir müddet sapıklığı içerisinde bırakacak, azgınlığında terk edecek, içinde bulunduğu halde kendisine mühlet verecek, ona alabildiğine süre tanıyacak ve (derece derece azaba yaklaştırmak üzere) ona meydan verecektir ki, günahı daha çok artsın. Bu Rabbinin huturuna çıkacağı ecelinin geleceği vakte kadar böyle sürüp gidecektir.

İşte zalim ve isyankârları derece derece azaba yaklaştırmak hususunda Allah’ın sünneti budur. Allah onları sapıklıklarında bırakır. Hatta dünya hayatı nimetlerini ve hayatın lezzet ve zevk alınan yönlerini daha da artırır. Ta ki, kendileri için bir yol kabul ettikleri o kötü hallerinde daha ısrarlı bir şekilde kalıp devam etsinler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Günahlarını artırsınlar diye biz onlara süre tanıyoruz.” (Al-i İmran, 3/178); “Onları azgınlıkları içinde şaşırmış halde terk ederiz.” (En’âm, 6/110).

“Nihayet kendilerine vaadolunanı (ya azabı veya kıyameti) görünce kimin yerinin daha kötü ve yardımcılarının daha zayıf olduğunu bileceklerdir.” Nihayet onlar gözleriyle tehdit olundukları -ya Bedir gününde görüldüğü gibi öldürülüp esir alınma şeklinde- dünya hayatında azabı yahut da ansızın gelecek kıyamet günündeki ve onun kapsamına giren ahiret azabını görünce, işte o vakit kimin makam ve mevkisinin daha kötü, yardımcılarının da daha güçsüz olduğunu öğreneceklerdir. İşte o zaman dünya hayatında iken mevkilerinin daha hayırlı, meclislerinin daha güzel olduğu şeklindeki kanaatlerinin tam aksi olduğunu görecekler. İşin gerçeğini açık seçik anlayacaklar, kendi mevkilerinin daha kötü olduğunu, yardımcılarının daha güçsüz olduğunu, müminlerden daha güçlü ve daha iyi bir halde olmadıklarını göreceklerdir. İşte bu onların daha önce söyledikleri: “Bu iki fırkadan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi daha iyidir?” sözlerine bir cevaptır. Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de şudur: “Allah’tan başka kendisine yardım edecek bir topluluk da yoktu, kendisi de öc ala bilecek değildi.” (Kehf, 18/43).

Şanı Yüce Allah sapıklara sapıklıkları içerisinde mühlet verilişini söz konusu ettikten sonra, hidayet üzere olanların hidayetlerinin artışlarını da şöyle haber vermektedir: “Allah hidayete erenlerin hidayetini artırır. Baki olan salih ameller ise sevapça da Rabbin yanında hayırlıdır, akıbetçe de hayırlıdır.” Elbette ki Allah, imana ermek suretiyle hidayet bulanların muvaffakiyetlerini ve hayra yol bulma imkânlarını daha da artırır. Çünkü istenen bir hayır, bir başka hayra götürür.

İşte müminlerle kâfirler arasındaki bu apaçık karşılaştırma hallerinin bir birinin zıddı olduğunu ortaya koymaktadır. Şanı Yüce Allah müminlerin mükâfatı olarak yakinlerini artırır. Kâfirlerin cezası ise sapıklıkları içerisinde onlara mühlet vermesidir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Bir sure indirildiği zaman içlerinden bazıları: Bu hanginizin imanını artırdı? der. îman edenlere gelince, her zaman imanlarını artırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler. Fakat kalplerinde hastalık bulunanlar ise onların küfürleri ne küfür katıp artırdı ve onlar kâfir olarak öldüler.” (Tevbe, 9/124-125).

Şüphesiz, ebedî mükâfata götüren Rabbe itaattir. Mükâfat itibariyle hayırlı olan dönüş ve akibeti daha iyi sahibine daha çok fayda sağlayacak olan; mal, mülk, servet ve meclisler (kendileriyle oturulup kalkılanlar) değildir.