31

٣١

يُدْخِلُ مَنْ يَشَاءُ فى رَحْمَتِه وَالظَّالِمينَ اَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا اَليمًا

(31) yudhilu men yeşau fi rahmetihi vezzalimiyne e’adde lehüm azaben elimen
(O), koyar dilediğini rahmetine zalimler için de hazırlamıştır acıklı bir azap

(31) He will admit to His Mercy Whom He will but the wrongdoers, for them has He prepared a grievous Penalty.

1. yudhılu : dahil eder
2. men : kimse, kişi
3. yeşâu : diledi
4. fî rahmeti-hî : rahmetinin içine
5. ve ez zâlimîne : ve zalimler
6. eadde : hazırladı
7. lehum : onlar için
8. azâben : azap
9. elîmen : elîm, acı

يُدْخِلُsokarمَنْ يَشَاءُdilediğiniفِي رَحْمَتِهِrahmetineوَالظَّالِمِينَzalimlere gelinceأَعَدَّ لَهُمْonlar için hazırlamıştırعَذَابًا bir azapأَلِيمًا can yakıcı


AÇIKLAMA

Yüce Allah Rasulüne Kur’an-ı Kerim’i kısım kısım indirmiş olduğunu söz konusu ederek lütfunu dile getirmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Hiç şüphesiz ki Kur’anı sana kısım kısım biz indirdik.” Şüphesiz ben sana Kur’an’ı kısım kısım yirmi üç yıl süre içerisinde indirdim. Onu tek bir defada indirmedik ki. hıfzedilmesi, bellenilmesi, gereğince amel edilmesi kolay olsun, müminler olaylara gereken çözümleri bulmakta işi sağlam tutsun. Bu Kur’an’ı müşriklerin ileri sürdüğü gibi sen kendiliğinden ortaya koymadın.

Bundan maksat Rasulullah (s.a)’ın kâhin ve sihirbaz olduğunu söy­leyen müşriklerin iftiralarına karşı kalbine sebat vermek ve bütün insanlara onun getirdiğinin Muhammed (s.a)’ın kendiliğinden uydurduğu bir söz olmayıp Yüce Allah’ın vahyi olduğunu bildirmektir.

Bu ön açıklamadan sonra sabretmek emri ve kâfirlere itaat yasağı gel­mektedir. Yüce Allah buyuruyor ki:

“O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan günahkâr veya nan­kör hiçbir kimseye itaat etme!” Sana indirdiğim Kur’an-ı Kerim ile lütufta bulunduğum gibi, müşriklere karşı zaferini ertelemek ve hikmetinin gerek­tirdiği bir süreye kadar geciktirmek şeklindeki Allah’ın kaza ve kaderine de sabret. Sana vahyettiği risaletini tebliğ etmekte de gereken sebatı gös­ter. Çünkü her bir vadenin belli bir yazısı vardır. Rabbin en güzel şekilde işlerini çekip çevirecektir. Küfürde aşırı giden kâfirler ve münafıklardan hiçbir kimseye yahut günahkâr ve masiyet işleyen herhangi bir kimseye sana indirilenlerden seni alıkoymak istedikleri takdirde itaat etme! Aksine Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et ve yalnız Allah’a tevekkül et. Şüp­hesiz Allah insanlara karşı seni koruyacaktır.

“Günahkâr” önceden de geçtiği gibi masiyet işleyen kimse, “nankör” de nimeti inkâr eden, küfürde aşırı giden kimsedir. Buna göre her bir nankör günahkârdır, fakat her bir günahkâr nankör (kefûr) değildir.

Günahkârlara örneklerden birisi de Utbe b. Rabia’dır. Çünkü o çeşitli fasıklıkları işleyen birisi idi. Rivayete göre Peygamber (s.a)’e şöyle demişti: Sen bu işten vazgeç, seni kızımla evlendireyim. Ben Kureyş arasında çocukları en güzel olanlardanım, demişti.

Nanköre örneklerden birisi de Velid b. Muğire’dir. Çünkü o küfürde çok aşırı ve sert idi. Rivayete göre Peygamber (s.a)’e: Ben sana istediğin kadar mal vereyim. Çünkü Kureyşliler arasında malı en çok olanlardan birisiyim, demiştir. Bunun üzerine Rasulullah (s.a) kendisine Fussilet suresinin başından itibaren: “Eğer yüz çevirirlerse sen de de ki: Ben Ad ve Semud’a gelen yıldırım gibi bir yıldırımla sizi korkutup, uyarırım.” (Fus­silet, 41/13) buyruğuna kadar okumuştu. Bunun üzerine onun yanından çekip gitmişlerdi. Onlardan biri diğerine neredeyse Kabe yıkılacak sandım, dedi.

Peygamber (s.a.) onlardan hiçbir kimseye itaat etmemekle birlikte nehyin ona hitaben verilmesi, örnek ve önder olmasından dolayıdır. Aynı zamanda insanların her zaman için sürekli uyarı ve irşada gerek duy­malarına da işarettir. Çünkü insanın nefsinde şer ve fesad eğilimi de var­dır. Eğer herhangi bir kimse Yüce Allah’ın tevfikine ve irşadlarına ihtiyaç duymayacak olsaydı, hiç şüphesiz bu durum insanlar arasında herkesten çok günahtan korunmuş, Allah’ın Rasulü (s.a)’a yakışırdı. O halde her müslümanın Yüce Allah’a yönelmesi, heva ve arzularının peşinden gitmek­ten kendisini koruması hususunda O’na yalvarması gerekir. Yasağın arkasından Yüce Allah bir emir vererek şöyle buyurmaktadır:

“Sabah ve akşam da Rabbinin ismini zikret. Gecenin bir kısmında O’na secde et, gecenin uzun bir bölümünde de O’nu teşbih et.” Bütün vakit­lerde kalp ile, dil ile Allah’ı anmaya devam et. Gündüzün ilk vakitlerinde ve sonlarında Rabbin için namaz kıl. Gündüzün ilk vakitleri, sabah namazı, son vakitlerinde de ikindi namazı vardır. Aynı şekilde geceleyin de Rabbin için namaz kıl. Bu da akşam ve yatsı namazlarını kapsar. Gecenin bir bölümünde de Rabbin için teheccüd namazı kıl. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kur’an ile) gece namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni öğülmüş bir makama gönderir.” (İsra, 17/79); “Ey sarınıp bürünen (peygamber)! Birazı müstesna geceleyin kalk. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt. Yahut ona biraz ekle, Kur’an’ı da tane tane anlaşılır surette oku.” (Müzzemmil, 73/1-4)

Buna göre ayet lafızları hem beş vakit namazı, hem de teheccüdü top­lu olarak söz konusu etmektedir. İtaatkârların durumunu açıkladıktan sonra Yüce Allah, kâfirlerin ve azgınların durumunu açıklamakta, onların ve benzerlerinin dünyayı sevmelerini, dünyaya yönelmelerini, buna kar­şılık ahireti arkalarına atıp terketmelerini tepki ile karşılayarak şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten bunlar o çarçabuk geçeni severler ama çok ağır bir günü ar­kalarına atarlar.” Yani bu Mekke kâfirleri ve benzerleri çabucak geçeni, yani dünya yurdunu severler. Onun zevklerine, arzularına yönelirler fakat arkalarında pek çok dehşetli ve şiddetli halleri bulunan bir gün olan ahireti arkalarına atarlar. Ona hazırlanmazlar, ona aldırış etmezler. Kıyamet gününden “ağır bir gün” diye söz edilmesi o gündeki zorluklar ve dehşetler dolayısıyladır. Ayet-i kerime azgın kimseleri azarlamakta ve on­ları küçümseme anlamını da ihtiva etmektedir.

İşte müminler ve kâfirler arasındaki ayırıcı çizgi budur. Müminler dünya ve ahiret için çalışırlar, kâfirler ise sadece dünya için çalışırlar. On­ların bu bakışları maddeci bir bakış, yaşayışları faydayı esas alan maddeci bir yaşayıştır. Bu da onları küfre götürenin, çabucak geçene besledikleri sevgi olduğunu gösteren hususlardan birisidir.

Daha sonra Yüce Allah kudretinin kemalini açıklamakta ilk olarak yaratmayı, dönüşe ve ikinci defa yaratmaya delil olarak gösterip şöyle buyurmaktadır:

“Onları biz yarattık ve yaratılışlarını biz pekiştirdik. Dilediğimiz vakit de onlar gibilerini değiştiririz.” Bu kâfirler nasıl olur da Rablerinden ve ahiretten gafil görünüyorlar. Oysa onları yaratan organlarını, eklemlerini muhkemleştiren, onları damarlarla, sinirlerle birbirine bağlayan bizleriz.

Arzu edecek olursak onları helak ederiz ve onlardan Allah’a daha itaatkâr kimseler getiririz.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “Eğer o diler­se -ey insanlar- sizi yok eder, başkalarını getirir. Allah buna gerçekten kadirdir.” (Nisa, 4/133); “Eğer dilerse sizi yok eder ve yerinize yeniden baş­kalarını yaratır. Bu da Allah’a göre zor bir iş değildir.” (İbrahim, 19/20)

Daha sonra Kur’an’ın faydasını dile getirerek şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine doğru bir yol alır.” Yani şüphesiz bu sure içindeki öğütlerle, teşviklerle, korkutmalarla, vaadlerle, tehditlerle düşünenler için bir öğüt, gerçeği görmek isteyenler için gerçeğe bir işaret, aklı başında olanlar için bir nasihattir. Dünyada ve ahirette kendisi için hayır dileyen bir kimse iman ve itaat ile günahlardan uzak durmakla, Rabbine yakınlaşmak için bir yol tutar, dileyen Kur’an ile hidayet bulur.

Daha sonra Yüce Allah kulun dilemesinin Yüce Allah’ın dilemesi çer­çevesi içerisinde, olduğunu fakat herhangi bir zorlamanın, bir mecbur et­menin söz konusu olmadığını açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

“Ama Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz. Çünkü Allah en iyi bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.” Sizler Allah dilemedikçe kur­tulmak üzere Allah’a gidecek bir yol tutturamazsınız. Yüce Allah’ın tevfiki ile olmadıkça kimse kendisini hidayete iletemez, imana giremez, kendisine herhangi bir fayda sağlayamaz. İş bütünüyle onun elindedir. Kullarının elinde bir şey yoktur. Hayır ve şer O’nun elindedir. Tek başına kulun dilemesi ne bir hayır sağlayabilir, ne de bir kötülüğü önleyebilir. Allah’ın bu hususta izin vermesi müstesna. Fakat insan hayrı seçtiği için de sevap alır, şerri seçtiğinden ötürü de cezalandırılır. Şüphesiz Yüce Allah kimin hidayeti hak ettiğini çok iyi bilendir ve böylesine hidayet bulmayı kolaylaş­tırır. Hidayet bulmanın sebeplerini hazırlar. Kimin de saptırılmaya lâyık olduğunu çok iyi bilir. Onu da hidayete ulaşmaktan alıkoyar. Sonsuz hik­met ve kesin ve susturucu delil yalnız O’nundur, O herbir şeyi (hikmetiyle) yerli yerine koyar. Kısacası kulun yaptığı her iş Allah’ın dilemesi iledir fakat zorlama, mecbur etme söz konusu değildir.

Daha sonra Yüce Allah cennete ve cehenneme girmenin ancak Yüce Allah’ın dilemesi ile gerçekleşeceğine delâlet eden oldukça hayret verici bir şekilde sona ermektedir:

“Dilediğini rahmetine sokar. Zalimlere gelince, onlar için çok acıklı bir azap hazırlamıştır.” Yani o cennetine sokmak istediği kimseleri lütuf ve ih­sanı ile oraya sokar. Kendilerine zulmeden zalim ve kâfirleri de azaplandırır. O ahirette onlar için can yakıcı bir azap olan cehennem azabını hazır­lamıştır.