45

٤٥

فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمينَ

(45) fe kutia dabirul kavmillezine zalemu vel hamdü lillahi rabbil alemin

böylece o zulüm eden kavmin kökü kesildi hamd, Allah’a mahsustur alemlerin Rabbi (olan)

(45) Of the wrongdoers the last remnant was cut off. Praise be to Allah, the Cherisher of the worlds.

1. fe kutia : böylece kesildi, kurutuldu
2. dâbiru : ardı, gerisi
3. el kavmi : kavim, topluluk
4. ellezîne : onlar ki
5. zalemû : zulmettiler
6. ve el hamdu : ve hamd
7. li allâhi : Allah’adır
8. rabbi : Rab
9. el âlemîne : âlemler

فَقُطِعَ böylece kesildiدَابِرُ arkasıالْقَوْمِ topluluğununالَّذِينَ ظَلَمُوا zalimlerوَالْحَمْدُ hamdلِلَّهِ Allah’adırرَبِّ Rabbi olanالْعَالَمِينَ alemlerin


AÇIKLAMA

Yüce Allah, dilediğini yapanın, dilediği şekilde yarattıklarında tasarruf edenin kendisi olduğunu, kimsenin hükmüne karşı gelemeyeceğini, yarattıkla­rı hakkında verdiği hükmü hiç kimsenin geri çeviremeyeceğini haber vermek­tedir. O kendisinden dilekte bulunulduğu vakit dilediği kimsenin istediğini ye­rine getiren, ortağı olmayan bir ve tek olandır.

Ey peygamber! Müşriklere de ki: Bana haber veriniz, sizden önceki ve size benzeyen ümmetlerin başına gelen yerin dibine geçirilme, fırtınalar, yıldırım­lar ve tufan gibi Allah’ın azabı size gelse yahut da bütün dehşetleriyle, alçaltıcılığı ve ibret verici cezalarıyla kıyamet size gelip çatacak olsa, başınıza gelen bu belâların açılması (giderilmesi) için Allah’tan başkasına dua eder misiniz; yoksa, onunla birlikte başka tanrılar edinmekte doğru söyleyen kimseler ise­niz, sığındığınız putlarınıza mı dua edersiniz?

Daha sonra susturmak ve onları ister istemez kabul etmek zorunda bırak­mak maksadıyla kendilerine yöneltilen bu soruya, önce geçen hususların söz konusu olmayacağını belirtmek üzere “hayır” diye cevap vermektedir. Bu soru­nun cevabı şudur: Sizler sıkıntı, darlık, mihnet ve zorluk zamanlarınızda Allah’tan başka hiç bir kimseye dua etmezsiniz. Sizler başınıza gelen hastalıkla­rı, sıkıntıları açıp gidermesi için Allah’a dua edersiniz. O da meşietine uygun olarak bu sıkıntınızı açıp giderir. Bu arada ortak koştuğunuz ilâhlarınızı unu­tursunuz, böyle bir zamanda Allah’tan başkasını hatırlamazsınız. Yüce Allah’ın şu buyruklarında dile getirildiği gibi: “Denizde size bir sıkıntı isabet etti­ği zaman ondan başka taptığınız herkes kaybolur gider.” (İsra, 17/69); “Gemiye bindiklerinde dinlerini yalnız ona halis kılanlar olarak Allah’a yalvarırlar. On­ları karaya (çıkarıp)kurtarınca da bakarsın ki onlar (Allah’a) ortak koşarlar.” (Ankebût, 25/65); “Onları gölgeler gibi dalgalar kapladığında dinlerini halis kı­lanlar olarak Allah’a dua ederler. Onları kurtarıp karaya çıkarınca onlardan kimileri orta yolu tutar. Esasen bizim ayetlerimizi ancak çokça haksızlık eden­ler ve nankörlük edenler inkâr eder.” (Lokman, 31/32)

Çünkü Yüce Allah insan fıtratına, tevhidi ve kudreti her şeyin üstünde olan, yerde ve göklerde hiç bir kimse tarafından aciz bırakılamayan gerçek ya­ratıcıya itaatle boyun eğme duygusunu yerleştirmiştir. Şirk ise ilkel kavimler­den miras olarak alınan geçici ve arızî bir şeydir. Nihayet sıkıntı baş gösterince insanlar Yüce Allah’a yalvarıp yakarırlar: “Allah’ın insanları üzerine yarattığı Allah’ın fıtratına (yönel). Allah’ın yaratışı hakkında değiştirme söz konusu de­ğildir.” (Rum, 30/9)

Daha sonra Yüce Allah, geçmiş ümmetleri örnek göstermekte ve hem ibret olsun, hem de sapıklıklarından dönüp akıllarını başlarına alsınlar diye kulları­nı sıkıntılara düşürmenin sünneti gereği olduğunu bildirmek için kıyas yapa­cak şekilde örnek vermektedir ve şöyle buyurmaktadır: “Andolsun senden önce­ki ümmetlere biz…” Yani andolsun, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Onlar kendi ümmetlerini tevhide, Allah’a ibadete çağırdılar, fakat onların çağrılarına icabet etmediler. Biz de onları sıkıntılarla, hastalıklarla im­tihan ettik; yani onları fakirlik, geçim darlığı, hastalık ve acılarla sınadık. Bel­ki Allah’a döner, Allah’a yalvarıp yakarır ve ona itaatle boyun eğerler diye. Çünkü sıkıntılar ruhları cilâlandırır. Sıkıntılar yiğit insanları doğurur ve ahlâ­kı arındırır. Bu ayet-i kerime kendisinden önceki buyruklar ile birbirine yakın iki dilimin ilişkisi gibi ilişkilidir. Çünkü müşrikler peygamberlerine muhalefet hususunda kendilerinden öncekilerin yolunu izlediler. O bakımdan şimdi mu­halefet edenler de kendilerinden öncekilerin başlarına gelen belâ ve musibetle­rin benzerlerinin başlarına gelip çatmasına maruzdurlar.

Daha sonra Yüce Allah yalvarıp yakarmaya teşviki şöylece pekiştirmekte­dir: Bizim verdiğimiz sıkıntılar, onlara gelip azabın ön habercileri orataya çık­tığında, bize itaatle ve tevbe ederek yalvarıp yakarmaları gerekmez miydi? Fa­kat onlar böyle bir iş yapmadılar, kalpleri katılaştı. Yani kalpleri incelmedi ve itaatle boyun eğmediler. Kalpleri adeta taş gibi katılaştı veya taştan da daha katı oldu. İbret almadılar. Şeytan onların şirk, ahlâksızlık, inatlaşma ve masiyet gibi işlerini onlara süsledi, güzel gösterdi ve atalarının üzerinde oldukları halde kalmaları için kendilerine vesveseler verdi.

Daha sonra sebebi ve şekilleri açıklanmak suretiyle onlara azap indi. Yü­ce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bunlar kendilerine hatırlatılanı unutunca…

Yani peygamberlerinin kendilerine hatırlattıkları korkutma ve müjdelemelerden yüz çevirip bunları unutur gibi yaparak küfür ve inatları üzerine ısrar edince, üzerlerine rızkın her türlü kapılarını, rahat geçim, sağlık, güvenlik ve buna benzer tercih ettikleri şeylerin kapılarını ardına kadar açtık. Bu ise Allah’ın onlara, azaba derece derece yaklaştırmak için tanıdığı bir mühletti. Ni­hayet onlar kendilerine verilen mal, evlat ve rızıklarla sevinip şımarınca, ansı­zın onları kökten imha eden azapla yakalayıverdik. Aniden onların kurtuluş­tan ve her bir hayırdan ümit kestiklerini görürsün.

Peygamberleri yalanlamak ve şirk üzere kalmak suretiyle kendilerine zul­meden o topluluk helak oldu ve kökten imha edildiler. Onlardan hiç bir kimse geriye kalmadı. Katıksız övgüler, peygamberlerine, itaat ehline verdiği nimet­leri, küfür ve fesat ehlini cezalandırması sebebiyle âlemlerin rabbi olan Allah’ındır. Bu da şuna işaret etmektedir: Fesatçıların yok edilmesi Allah’ın bir nimetidir. Darlık ve sıkıntılarda ibret ve öğüt vardır. Lüks ve rahat geçime gö­mülmek kimi zaman bir istidraç olabilir. Her işin sonunda da Allah’ın anılması bir görevdir (vaciptir).

Ahmed, Ukbe b. Âmir’den Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Eğer Allah’ın, masiyetlerine rağmen bir kula dünyadan sevdiği şeyleri verdiğini görürsen şunu bil ki, o ancak ve ancak bir istidraçtır (derece derece onu azaba yaklaştırmak ve azabını daha çok artırmak içindir.)” Daha sonra Resulullah (s.a.) şu ayet-i kerimeyi okudu: “Bunlar kendilerine hatırlatı­lanı unutunca üzerlerine her şeyin kapılarını açtık…”

Taberânî ile Beyhakî’nin rivayetinde ise şöyle denmektedir: “Masiyetleri üzerinde devam edip gittiği halde bir kula Yüce Allah’ın istediğini verdiğini gö­rürsen, şunu bil ki bu, ancak Allah’tan ona bir istidraçtır.”

Mümin ise nimete aldanmaz, sıkıntıya da sabreder. Müslim, Suhayb er-Rûmî yoluyla Hz. Peygamberden merfi olmak üzere şu hadisi rivayet eder: “Müminin işi hayret edilecek bir iştir. Onun bütün işleri hayırdır. Böyle bir im­kân ise müminden başka hiç bir kimseye verilmemiştir. Ona bir bolluk isabet ederse şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Ona bir sıkıntı isabet ederse sab­reder, bu da onun için bir hayır olur.”