160

١٦٠

اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذى يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

(160) iy yensurkümüllahü fe la ğalibe leküm ve iy yahzülküm fe min zellezi yensuruküm mim ba’dih ve alellahi felyetevekkelil mü’minun

eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur eğer sizi yalnız bırakırsa ondan sonra kim size yardım edebilir mü’minler yalnız Allah’a tevekkül etsinler

(160) If Allah help you, non can overcome you: if he forsakes you, who is there, after that, that can help you? in Allah, then, let Believers put their trust.

1. e fe men : artık o kimse … midir
2. ittebea : tâbî oldu, uydu
3. rıdvâne allâhi : Allah’ın rızası
4. ke men : kimse gibi
5. bâe : uğradı
6. bi sehatin : gazaba
7. min allâhi : Allah’tan
8. ve me’vâ-hu : ve onun barınağı, sığınağı
9. cehennemu : cehennem
10. ve bi’se el masîru : ve kötü varış yeri, dönüş yeri

إِنْ يَنْصُرْكُمْ size yardım ederseاللَّهُ Allahفَلَا غَالِبَ kimse galip gelemezلَكُمْ sizeوَإِنْ يَخْذُلْكُمْ sizi yardımsız bırakırsaفَمَنْ kimذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ size yardım edebilirمِنْ بَعْدِهِ ondan sonraوَعَلَى اللَّهِ ancak Allah’aفَلْيَتَوَكَّلْ tevekkül etsinlerالْمُؤْمِنُونَ mü’minler de


AÇIKLAMA

Yüce Allah müminlere hitap ettikten sonra peygamberine de hitap etmek­te, ona da müminlere de şu hususu hatırlatarak lütfunu belirtmektedir: Allah peygamberinin kalbini, emrine uyarak yasaklarını terk eden, ona uyan ümme­tine karşı yumuşatmıştır. Ya Muhammed, Allah’ın sana ve onlara olan rahmeti ve tevfiki dolayısıyla Allah senin onlara karşı yumuşak davranmanı, onlarla güzel bir şekilde geçinmeni takdir buyurmuştur. Onlara latif sözlerle hitap eder, güzel konuşursun. Onları irşat etmek ve Uhud gazasında kusurlarıyla il­gili özürlerini kabul hususunda onlara yumuşak söz söylersin.

İşte bu, önderliğin yüceliğini, başkanlığın hikmetini, peygamberliğin ahlâ­kını açıkça ortaya koymaktadır. Bu Yüce Allah’ın, “Şüphesiz ki sen büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem, 68/4) buyruğu ile, “Andolsun size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkündür, müminlere gerçekten şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128) buy­ruklarını andırmaktadır.

Yine Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “İmamın (devlet başkanının) ge­niş kalpliliğinden, yumuşak davranmasından Yüce Allah’ın daha çok sevdiği bir şey yoktur. Yine bir imamın cahilliğinden ve ahmaklığından Allah’ın daha çok buğzettiği bir cahillik yoktur.”

Ey Peygamber! Eğer sen kaba sözlü, onlarla muamelelerinde katı kalpli, sert tabiatlı birisi olsaydın etrafından şüphesiz dağılırlar, seni terk ederlerdi. Fakat Allah onları etrafında topladı, kalplerini ısındırmak için seni de onlara karşı yumuşak davranışlı kıldı. Nitekim Abdullah b. Amr şöyle demiştir: “Ben Allah Rasulünün niteliklerini önceki kitaplarda şöyle gördüm: O sert değildir, kaba değildir. Çarşılarda bağırıp çağırmaz. Kötülüğe karşı kötülükle ceza ver­mez; fakat affeder, bağışlar.”

Muhammed b. İsmail et-Tirmizî de Hz. Aişe’den şöyle dediğini rivayet et­mektedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Şüphesiz Allah bana farzları uygula­mayı emrettiği gibi insanları da güzellikle idare etmeyi emretti.”

Ey Muhammed, sen bu ahlâka sahip olduğuna göre onları affet. Onlardan sadır olanları bağışla. Allah’tan onlara mağfiret dile ki onları bağışlasın. Genel siyaseti ilgilendiren hususlarda savaş ve barışa dair ümmetin maslahatları ko­nusunda ve bütün dünyevî maslahatlar ile ilgili olarak onlarla istişare et.

Gerçekten de Resulullah (s.a.) bütün işlerde bir taraftan onların kalplerini hoşnut etmek, diğer taraftan insanların onun fiilini sünnet bilip ardından gitmele­ri için istişarede bulunurdu. el-Hasen (r.a.) dedi ki: “Allah biliyordu ki peygambe­rinin onlara bir ihtiyacı yoktur fakat onlardan (Ashabdan) sonra gelenlerin onun sünnetine uymalarını dilemiştir.” Peygamber (s.a.), el-Maverdî’nin naklettiğine gö­re şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk müşavere etti mi mutlaka işleri hakkında en doğru olana iletilirler.” Ebu Hureyre (r.a.) de Tirmizî’nin rivayetine göre şöyle de­miştir: “Resulullah (s.a.)’tan daha çok müşavere eden hiç bir kimse yoktu.”

Bedir günü kervanın peşine gitmek hususunda Ashab-ı kiramla müşavere etti. Onlar şöyle dediler: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bizi alıp şu denize sokacak ol­san seninle birlikte oraya gideriz. Eğer bizi alıp Berk el-Gımad’a götürsen se­ninle beraber yola koyuluruz. Biz sana Musa kavminin Hz. Musa’ya dediği gi­bi, “Sen ve Rabbin gidiniz, çarpışınız, işte biz de buracıkta oturuyoruz” deme­yiz. Biz sana şöyle diyoruz: Haydi git, biz de seninle beraber önünde, sağında ve solunda çarpışmak üzere geliyoruz.”

Yine Bedir savaşında nerede yerleşeceklerine dair onlarla müşavere etti. Hatta el-Münzir b. Amr ona kâfirlerin önüne doğru ilerlemesi teklifinde bulundu.

Uhud günü Medine’de kalmak yahut düşmana karşı çıkmaktan hangisi­nin yapılması gerektiği hususunda onlarla müşaverede bulundu. Onların ço­ğunluğu kâfirlerin karşısına şehrin dışına çıkma görüşünü açıklayınca, o da onların görüşüne uydu.

Hendek günü, o yılın Medine mahsullerinin 1/3’ünü verme karşılığında sa­vaşa katılan Ahzâb ile barışmaya dair Ashab-ı kiram ile danıştı, fakat Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde bunu kabul etmeyince, bu işten vazgeçti.

Hudeybiye günü müşriklerin çoluk çocuklarına hücum etmek hususunda Ashab-ı kiramla istişare etti; Ebu Bekr es-Sıddık ona şöyle dedi: “Bizler savaş­mak için gelmedik, bizler umre yapmak üzere geldik.” Hz. Peygamber de onun dediğini kabul etti.

Yine Hz. Peygamber İfk olayında şöyle demişti: “Ey Müslümanlar toplulu­ğu, aile halkından kötü şekilde söz eden, onlara iftirada bulunan kimseler hak­kında bana görüş belirtiniz. Allah’a yemin ederim ben ailem hakkında kötü bir şey bilmiyorum. Aile halkıma kiminle iftirada bulundular. Allah’a yemin ede­rim, ben o kimse hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum.”

Yine Hz. Aişe’den ayrılmak hususunda Hz. Ali ve Hz. Üsâme ile danıştı.

Şûranın pek çok faydalan vardır. En önemlisi kendileriyle danışılanları takdir etmektir. Diğer taraftan değişik bakış açılarını değerlendirdikten sonra teklif edilen görüşler olgunlaştırılır. İnsanlar tek bir çalışma şekli üzerinde bir­leşir ve doğru olan görüş kabul edilir. Ebu Davud’un Musannefinde Ebu Hu-reyre’den şöyle dediği nakledilmektedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Kendisi ile istişare olunan kimse, güvenilen bir kimsedir.”

Azmedip karar verdin mi Allah’a tevekkül et. Yani iş hususunda onlarla müşavere edip bir işe karar verdiğin takdirde Allah’a tevekkül et. Çünkü şüp­hesiz Allah kendisine tevekkül edenleri ve güvenenleri sever. Onlara yardımcı olur ve onları kendileri için hayırlı olana iletir. Tevekkülün manası, hazır yiyi­cilik ve sebepleri ihmal etmek değildir. Tevekkül Allah’a güzel bir şekilde da­yanmak, O’na güvenmek, sebepleri yerine getirdikten sonra sonuçları O’na ha­vale etmektir.

Razî der ki: Ayet-i kerime, tevekkülün insanın bir takım bilgisizlerin söy­ledikleri gibi nefsini ihmal etme anlamına gelmediğinin delilidir. Aksi takdirde istişareyi emretmek tevekkülü emretmeye aykın düşer. Aksine ona tevekkül, insanın zahiri sebeplere gereken riayeti göstermesidir. Fakat mümin kalbiyle, her şeyi o sebeplere bağlamaz. Aksine bu işi ilâhî hikmetin kusursuzluğuna bağlar.

Kazanç ve maişet hususunda yeryüzünde çalışıp çabalamak kaçınılmaz­dır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O yerin omuzlarında yürüyün, onun rızkından yiyin. Sonunda dönüşünüz yalnız O’na olacaktır.” (Mülk, 67/15).

Siyaset ve savaşta uyanık ve dikkatli olmak, düşman güçlerine denk ha­zırlıklarda bulunmak gerekir: “Ey iman edenler, korunma tedbirlerinizi alınız.” (Nisa, 4/71); “Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet… hazırlayın.” (Enfal, 8/60).

Dünya ve ahiret için salâh, dosdoğru yolda yürümek ve takvayı azık edin­mek gereklidir: “Ve azık edininiz. Çünkü azığın hayırlısı takvadır.” (Bakara, 2/197).

Her şeyde tevekkül sa’y ile (çalışmak ile) birlikte olmalıdır. Ahmed, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mace şöyle bir hadis rivayet etmektedirler: “Şayet sizler Allah’a gereği gibi tevekkül ederseniz kuşları rızıklandırdığı gibi sizi rızıklandırır. (Kuşlar) Sabahleyin aç giderler akşamleyin tok dönerler.” İbni Hibban da Sahîh’inde Resulullah (s.a.)’ın yanına gelerek devesini bırakmak isteyip de “Onu bağlayıp mı tevekkül edeyim, yoksa bağlamaksızın mı tevekkül edeyim?” diyen kimseye Resulullah (s.a.)’in, “Hayır onu bağla ve öylece tevekkül et” dediğine dair hadis-i şerifi kaydetmektedir.

Daha sonra Yüce Allah zaferin gerçek kaynağını ilân etmekte ve şunu bil­dirmektedir: Eğer Allah’a itaate bağlı kalıp sebat göstererek Allah’ın tevfik ve yardımına güven duyduğunuz vakit, Bediide size yardım etmek istediği gibi, Uhud’da da size yardım etmek isteseydi, insanlardan kimse sizi mağlup ede­mezdi. Şayet Uhud’da cereyan ettiği şekilde ellerinizin kazandıkları şeyler olan bozguna uğramak, anlaşmazlığa düşmek, size verdiği emirlerde komutana kar­şı gelmek gibi sebepler dolayısıyla size yardımını göndermeyecek olursa ve sizi yardımsız bırakıp bozguna uğratmak isterse hiç bir zaman kimse sizi zafere kavuşturamaz. O bakımdan müminler Allah’a tevekkül etmelidirler. Sebepleri edindikten sonra O’na güvenmelidirler. Çünkü O’ndan başka onlara yardım edecek yoktur. İşte bu buyruk danıştıktan, hazırlıkta bulunduktan ve şer’an teşvik edilen bir işi yapmak üzere samimi karar verdikten sonra, Yüce Allah’a tevekkül etmeye bir teşviktir.