46

٤٦

كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحيهَا

(46) keennehüm yevme yerevneha lem yelbesu illa ‘aşiyyeten ev duhaha
Sanki onlar o kıyameti görecekleri gün hiç durmamışlar ancak bir akşam veya gündüz (durduklarını zannederler)

(46) The Day they see it (it will be) as if they had tarried but a single evening or the following morn!

1. keenne-hum : sanki onlar ….. gibi
2. yevme : gün
3. yerevne-hâ : onu görecekler
4. lem yelbesû : kalmadılar, kalmamışlar
5. illâ : den başka
6. aşiyyeten : akşam
7. ev : veya
8. duhâ-hâ : onun (günün) kuşluk vakti

كَأَنَّهُمْgibi olur onlarيَوْمَ günيَرَوْنَهَاonu gördükleriلَمْ يَلْبَثُواsanki fazla kalmamışإِلَّا عَشِيَّةًbir akşamأَوْ veyaضُحَاهَا kuşluk vaktinden


AÇIKLAMA

“Fakat o en büyük belâ geldiği zaman, insanın neye koştuğunu iyice anlayacağı gün, o alevli ateş, görecek kimseye apaçık gösterildiği (zaman)” Diğer bütün belâların üstünde olan en büyük belânın vakti geldiğinde -ki kıyamet günü ya da dirilmenin olacağı ikinci üfürme anı veya cennet ehli­nin cennete cehennem ehlinin de cehenneme sürülmesidir ve insan onun yanında önceki her şeyi unutacaktır,- Allah Tealâ mahlukât arasında hükmedecektir. Bu şart cümlesinin cevabı “Allah hükmedecektir” takdiridir.

O günün iki sıfatı vardır: O zaman insan yapmış olduğu bütün iyilik­leri ve kötülükleri görür. Çünkü onu amel sahifesinde yazılı görecektir: “İn­san o gün hatırlayacak ama, hatırlamadan ona ne?” (Fecr, 89/23). “Allah onları yazdı, onlar unuttu.” (Mücadele, 58/6). O gün cehennem ateşi, mü­min olsun kâfir olsun kimseye gizli kalmayacak şekilde ortaya çıkar: “Ce­hennem de azgınlara açılıp gösterilmiştir.” (Şuara, 26/91). Mukatil dedi ki: “Örtüsü kalkar ve halk ona bakar.” Mümin, ondan kurtulmakla Allah’ın ona nimetinin kadrini bilir. Kâfir ise, kederden kedere, hasretten hasrete düşer.

Ardından Allah Tealâ mahlukât arasındaki hükmünü açıklayarak buyurdu ki:

“Artık kim haddi aşarak küfretmiş, dünya hayatını tercih eylemişse, işte muhakkak ki o alevli ateş onun varacağı yerin ta kendisidir.” Büyüklenip, isyan eden ve küfürde isyanda haddi aşan, dünya hayatını din ve ahirete tercih eden, ona hazırlanmayan, onun için amel de yapmayan… İşte onun sonunda varacağı ve kalacağı yer yakıcı ateştir. Çünkü dünya sevgisi her yanlışın başıdır. Ayetin Nazr ve oğlu el-Haris hakkında indiği söylen­miştir. Bununla birlikte dünya hayatını ahirete tercih eden her kâfir için umumidir.

“Ama, kim Rabinin huzurunda (durmaktan) korktu, nefsini hevadan alıkoyduysa, işte muhakkak ki cennet onun varacağı yerin ta kendisidir.” Kim de Allah azze ve celle’nin önünde durmaktan korkar, kıyamet günü Allah’ın onun hakkındaki hükmünden çekinirse, Allah’ın azamet ve celâli­ni kavrar, nefsini kötülüklerden engeller, masiyet ve arzuladığı haramlara mani olur ve onu Rabbinin itaatine çevirirse, başka yer değil cennet onun varacağı yer ve makam olacaktır. Ayet Mus’ab b. Umeyr ve kardeşi Amir b. Umeyr hakkında inmiştir. Allah’tan korkan ve hevasına uymayan bütün müminler hakkında umumidir.

Bu iki vasıf Allah Tealâ’nın ateş ehlini vasıflandırdığı iki sıfata zıttır. “Ama, kim Rabbinin makamından korktu.” cümlesi “Artık kim haddi aşa­rak..” cümlesinin zıttıdır. “Nefsini hevadan alıkoyduysa” cümlesi “dünya hayatını tercih etmiş” cümlesine zıttır.

Allah’tan korkma, muhakkak Allah’ın varlığını ve birliğini tanıdıktan sonra olmalıdır. Nitekim: “Allah’tan ancak alim kulları korkar.” (Fatır, 35/28) buyurulmuştur. Allah’tan korkma hevayı defetmenin sebebi olduğu için “Nefsini hevadan alıkoyduysa” cümlesinden önce anılmıştır.

Sonra da Allah Tealâ müşriklerin alaylı yolla kıyametin vaktini sor­malarını zikrederek buyurdu ki:

“Sana o saati, onun ne zaman demir atacağını sorarlar.” Ey Peygam­ber! Dirilişi inkâr eden müşrikler sana kıyametin ne zaman demir atacağı­nı, yani meydana geleceği vakti soruyorlar. Allah’ın onu ne zaman meydana getireceğini geminin demir atma ve varıp kalacağı yere ulaşacağı zamana benzeterek soruyorlar. Bu da Peygamber (s.a.)’i kıyametin “et-Tâmme, es-Sâhha, el-Azife, el-Hâkka, el-Karia” gibi ürpertici vasıflarını andığını duydukları zamandır. Alay ederek şöyle demişlerdi: “Gelip çatması ne zaman?”

Aişe (r.a.)’nin geçen hadisinde, Rasulullah (s.a.)’ın bu ayet ininceye ka­dar kıyameti anıp onu sorduğu rivayet edilmişti. İbni Abbas dedi ki: Mekke müşrikleri Rasulallah (s.a.)’a kıyamet ne zamandır diye alay için sordular. Allah azze ve celle bu ayeti indirdi.

“Sende ona ait şey (herhangi bir bilgi) yoktur ki anlatasın. Onun niha­yeti ancak Allah’a (dayanır)” Ey Muhammed! Senin kıyamete dair bir bilgin yoktur ki bunu sana soruyorlar. Yani bu konuda senin elinde bir şey yoktur. Bu, onu çokça anması karşısında bir hayret ifadesidir. Sanki şöyle denmiştir: Onun bilgisi ne sende ne de bir başkasındadır. Aksine kayna­ğı, dayanağı ve bilgisinin nihayeti Allah azze ve celle’dir. Sadece O, kıyametin vaktini tam olarak bilir, başkası değil. Ondan sana nasıl sorarlar, meydana geleceği vaktin açıklamasını nasıl isterler? Onlar onu sorup du­ruyorlar, sen de onlara cevap vermek istiyorsun.

Bu ayetin benzeri şu ayetlerdir: “Kıyametin vukuunun ne zaman oldu­ğunu sana sorarlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin nezdindedir. O’nun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz. Göklere de, yere de ağır basmış­tır o. O, size ancak ansızın gelir.” “Tam manasıyla biliyormuşsun gibi sana onu sorarlar. De ki: Onun ilmi ancak Allah katındadır.” (A’raf, 9/187) “Kı­yametin ilmi Allah nezdindedir.” (Lokman, 21/34). Bu nedenle, Cebrail (a.s.) Rasulullah (s.a.)’a kıyametin vaktini sorduğunda, Müslim’in Ömer’den yaptığı rivayette şöyle buyurmuştu: “Kendisine sorulan, soran­dan daha bilgili değildir.”

“Sen ondan korkacak kimselere ancak o tehlikeyi haber verensin.” Seni insanları Allah’ın azap ve cezasından uyarasın ve korkutasın diye gönder­dim. Sen sadece, kıyametten korkanı korkutucusun. Kim Allah’tan ve tehdidinden korkarsa sana uyar ve kurtulur, kazanır. Kim de kıyameti yalan­lar ve sana aykırı davranırsa kaybeder, zarara uğrar. Sorumlu olmadığını bırak, emredildiğin uyarma işini yap. Uyarmayı korkanlara özelleştirmesi, onların uyarıdan yararlanmaları dolayısıyladır.

“Onlar bunu görecekleri gün sanki (günün) bir akşamından, yahut bir kuşluğundan başka durmamışlardır.” Şu sordukları gün, kesinlikle olacak­tır. Onlar kabirlerinden mahşere kalkıp kıyameti gördüklerinde, dünya ha­yatının süresini azımsayacaklar. Onu gündüzün bir saati ya da bir akşamı veya bir kuşluk vakti gibi görecekler. Burada amaç, kıyametin şiddetini gördüklerinde, dünya da geçirdikleri süreyi onların gözünde az göstermek­tir. Onu gördüklerinde sanki bir gün kalmış gibi olacaklar. Dendi ki: Kabirlerinde sadece bir akşam ya da bir kuşluk kalmışlardır. Bu da, o günün korkunçluğunu gözleri ile görünce, kabirde kaldıkları süreyi azımsamadandır.