٥٥
فَمِنْهُمْ مَنْ امَنَ بِه وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُ وَكَفى بِجَهَنَّمَ سَعيرًا
(55) fe minhüm men amene bihi ve minhüm men saddeanh ve kefa bi cehenneme seiyra
onlardan bazıları ona iman etti onlardan kimisi ondan vazgeçti (bunlara) cehennem alevi kafidir
(55) Some of them believed and some of them averted their faces from him: and enough is Hell for a burning fire.
1. | fe | : artık |
2. | min-hum | : onlardan |
3. | men | : kim, kimi |
4. | âmene | : îmân etti |
5. | bi-hî | : ona |
6. | ve | : ve |
7. | min-hum | : onlardan |
8. | men | : kim, kimi |
9. | sadde | : yüz çevirdi |
10. | an-hu | : ondan |
11. | ve | : ve |
12. | kefâ | : kâfi, yeterli |
13. | bi cehenneme | : cehennem |
14. | saîran | : alevli ateş |
فَمِنْهُمْ onlardanمَنْ kimisiآمَنَ iman ettiبِهِ onaوَمِنْهُمْ içlerindenمَنْ kimi deصَدَّ yüz çevirdiعَنْهُondanوَكَفَى doğrusu yeterبِجَهَنَّمَ cehennemسَعِيرًا yalımlı bir ateş olarak
AÇIKLAMA
Bakmadın mı şu kendilerini öven, kendilerinde bulunmayan vasıfları ve özellikler ileri sürerek “Bizler Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz, biz Allah’ın seçilmiş halkıyız” diyenlerin hâline? Ne yaparlarsa yapsınlar cehennem ateşinin onları sayılı birkaç gün yakacağını, cennete Yahudi ve Hristiyanlardan başkasının asla giremeyeceğini iddia ederler. Ölen çocuklarımız bizim için salih ameller yerine geçecektir, atalarımız bize şefaat edecek, Allah katında ayrıcalıkları olduğu için bizleri temize çıkaracaklar, derler. Ayetteki tezkiye, temizlemek, günahtan aklamak demektir.
Allah Teâlâ onların bu iddialarını şöylece reddediyor: Onların kendilerini tezkiye etmesinin, temize çıkarmasının hiç bir değeri yoktur. Çünkü tezkiye, iddialarla değil salih amel işlemek suretiyle olur. Allah Teâlâ’dır salih amel işlemeye muvaffak kılmak, sağlam ve doğru akideye, inanca, faziletli adap ve ahlâka ulaştırmak suretiyle kullarından dilediğini temize çıkaran.
Allah o kendilerini temize çıkaranların amelinin cezasından hiçbir şeyi eksiltmeyecektir.
Sonra Cenab-ı Hakk’ın ifadesiyle “Bak, Allah’a karşı nasıl olmadık yalan düzüyorlar?” Onların şaşılacak halde bulunduklarını tekit ederek diyor ki: Bak, kendilerini temize çıkarıp, başkaları üzerinde bir ayrıcalığa sahip olduklarını ileri sürenler Allah’a karşı nasıl yalan söylüyorlar? Zaten bu yalan, iftira, kendini temize çıkarma açık bir günah olarak yeter.
Ayrıca Ehl-i Kitap’tan bir kısmının halleri de tuhaftır. Bunlar müşriklere hoş gözükmeye çalışırlar, putlara, heykellere iman ederler, kendi kitaplarına ve peygamberlerine inanmakta olan müminlere karşı putperestlere yardım ederler ve “Müşrikler din bakımından Hz. Muhammed (a.s.)’in peygamberliğini tasdik eden müminlerden daha doğru bir yoldadırlar” derler. Böylece aklın ve fıtratın gösterdiği doğru yoldan mahrum kalmış, kendi dinlerinin temelini de yıkmış olurlar. Şirke ve putperestliğe yardım edip sahih bir dindarlık ve hak olan ilâhı tasdik kaidesine aykırı davranarak haktan sapmış, zalimliklerini ilân etmiş olurlar.
Varacakları son da Allah’ın rahmet ve lütuflarından kovulmaktır. Allah’ın rahmetinden uzaklaştırdığı kişi de ebediyen kendine yardım edecek bir yardımcı bulamaz.
Sonra Cenab-ı Hak onları cimrilikleri ve ahir zamanda mülk ve saltanata tamah etmeleri üzerine kınamaktadır. Zulümleri, haddi aşıp cimrilik göstermeleri yüzünden başkaca bir mülkten nasipleri bulunmadığını bildirmektedir. Zira kendini ve maddeyi sevme, yalancı gurur ve cimrilik huyları o kadar içlerine işlemiştir ki insanlara bir nakîr”i (çekirdeğin ucundaki minik bir tomurcuğu) bile vermezler. Halbuki mülk, santanat, devlet başkanlığı bütün bu hasisliklerin üstünde olmayı, cömert bir şekilde harcama yaparak, başkalarının ihtiyaçlarını görerek dostlar kazanmayı, maddî basitliklerden yüce kalmayı, insanların sevgisine mazhar olmayı gerektirir.
Daha sonra Allah Teâlâ cimrilikten de kötü olan hasetleri sebebiyle onları kınamaktadır. Çünkü onlar her türlü hayır ve imkânların kendi ellerinde bulunmasını temenni etmekte, Allah’ın nimetlerinin sadece kendilerine ait olmasını istemekte, kendilerine verilen fazlu ikramın başka bir ümmete ve millete de bahşedilmesinden hoşlanmamaktadırlar. İşte onlar sadece kendini seven (enâniyetçi, egoist), kinci, hasetçi kimselerdir. O yüzden de Allah Teâlâ tarafin-dan Hz. Muhammed (s.a.)’e lütfedilen peygamberlik, ilim, devlet ve hükümet başkanlığı, yardımcı ve taraftarlarının çokluğu gibi fazlu ikramlardan ötürü haset etmişlerdir.
Ardından Allah Teâlâ bu hasedi giderecek, Hz. Muhammed (s.a.)’e olan kıskançlıklarını hafifletecek hususları beyan ediyor. Onlar Cenab-ı Peygamber (s.a.)’e verilenlere karşı haset ederlerse hataya düşerler. Çünkü bunun bir çok benzeri ve emsali bulunmaktadır. Allah Teâlâ bu çeşit nimetleri Hz. İbrahim (a.s.) hanedanına da bahsetmiştir ki Araplar da Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail (a.s.)’in sülâlesinden geldikleri için onlardandır.
Cenab-ı Hak, bir takım kanunları koyarken, bu kanunların konulup sırlarının hikmetlerini beyan eyleyen bir kitabı da onlara vermiş, evlat ve zürriye-tine büyük bir mülk ve saltanat ihsan etmiştir.
Burada peygamberlerinin liderliğinde nübüvvet, Kur”an ve hikmete ilâve olarak Müslümanların pek büyük bir mülke sahip kılınacaklarına da işaret vardır. Bu gücün belirtileri Medine’de yavaş yavaş gözükmeye başlamıştı.
Özetle, Yahudiler mağrur, kendini beğenmiş bir kavimdir. Allah’ın rahmetinin sadece kendilerine mahsus olduğunu, başkalarına bu nimetlerin erişmeyeceğini, zaten başkalarının buna lâyık da olmadığını zannederler.
Vahamet içerisinde ve satıhta, yüzeyde kalmışlardır, dünya mülkünün kendi ellerinde bulunduğu kanaatindedirler. Ahir zaman peygamberi içlerinden çıktığı ve kendilerine kitap ve hikmeti bahşettiği için Araplara haset ederler.
Daha önce geçmiş Hz. İbrahim (a.s.) ve zürriyeti, nübüvvet (peygamberlik) hususiyetine sahip olmalarına ve kendilerine mülk ihsan edilmesine rağmen ümmetlerinin hepsi de kendilerine iman etmiş değildi. Aksine onların kimi o peygamberlere iman etmiş kimi de yüz çevirip küfründe ısrar etmişti. O halde Ey Habibim, sen kendi kavminin tavrına, sana karşı olan davranışlarına şaşırma. Ümmetlerin peygamberleriyle olan hali budur. Böylelikle kavmini eza ve cefalarına karşı sabrı, kuvvetlenmesi, iman etmelerinden ümitsizliğe düşmemesi için Efendimiz (s.a.) Hazretleri teselli olunmaktadır.
Kurtubî’ye göre “Onlardan kimi ona iman etti” cümlesindeki zamir, Resulullah (s.a.)’a aittir. “Kimi de ondan yüz çevirdi” cümlesi de Hz. Muhammed (s.a.)’den yüz çevirip O’na iman etmedi, demektir. Zamirin Hz. İbrahim’i yahut kitabı gösterdiği de rivayet edilmiştir.
Kendilerini dünyadayken bir azap yakalamasa, ahirette yakıcı, alevli ve kızgın ateşteki cehennem azabı onlara yeter. O ne kötü bir sonuçtur. Bütün bunlar batıllara uymaları, haktan yüz çevirmeleri sebebiyle başlarına gelecektir.