52

    RevelationCuzPageSurah
    103 17337Hajj(22)

٥٢

وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِىٍّ اِلَّا اِذَا تَمَنّى اَلْقَى الشَّيْطَانُ فى اُمْنِيَّتِه فَيَنْسَخُ اللّهُ مَا يُلْقِى الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللّهُ ايَاتِه وَاللّهُ عَليمٌ حَكيمٌ

(52) ve ma erselnamin kablike mir rasuliv ve la nebiyyin illa iza temenna elkaş şeytanü fi ümniyyetih fe yensehullahü ma yulkiş şeytanü sümme yuhkimüllahü ayatih vallahü alimün hakim
senden önce göndermedik ki bir resul ve ne de nebi o (bir şey) temenni ettiği zaman onun temenni ettiğine şeytan (bir şey) katmak istemesin hemen Allah giderir şeytanın kattığı şeyi sonra Allah ayetlerini muhkem kılar Allah bilir ve hikmet sahibidir

(52) Never did We send a messenger or a prophet before thee, but, when he framed a desire, Satan threw some (vanity) into his desire: but Allah will cancel anything (vain) that Satan throws in, (and establish) His Signs: For Allah is full of knowledge and wisdom:

1. ve mâ erselnâ : ve göndermedik
2. min kabli-ke : senden önce
3. min resûlin : resûlden
4. ve lâ nebiyyin : ve bir nebî, bir peygamber yoktur
5. illâ : ancak, olmayan, hariç
6. izâ temennâ : temenni ettiği zaman, dilediği zaman
7. elka eş şeytânu : şeytan ilka eder, ula��tırır
8. fî umniyyeti-hî : onun dileğinin, temennisinin içine
9. fe yensehu allâhu : o zaman Allah kaldırır, iptal eder, nesheder
10. : şey
11. yulkı : ilka eder, ulaştırır
12. eş şeytânu : şeytan
13. summe : sonra
14. yuhkimu allâhu : Allah muhkem kılar, sağlamlaştırır
15. âyâti-hî : onun âyetleri
16. vallâhu (ve allahu) : ve Allah
17. alîmun : (en iyi) bilendir
18. hakîmun : hikmet sahibidir


SEBEB-İ NÜZUL

Müfessirlerin bir çoğu bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak “Garânîk Hadisesini anlatırlar. Bu hadisenin anlatıldığı rivayetlerin hepsi de mürsel rivayetler olup sahih bir kanaldan müsned olarak rivayeti yoktur. Müfessirler, rivayetlerin ortak noktalarını alarak birbirini tamamlar halde şöyle anlatırlar:

Hz. Peygamber (sa)’e, kavmi Kureyş’in kendisinden yüz çevirmesi, onların kurtuluşu için kendilerine getirdiklerinden uzaklaşmaları zor ve ağır geliyor; onların iman etmelerine çok istekli ve hırslı olduğu için Allah’tan, kendisiyle kavmi arasını yakınlaştıracak bir şeyler gelmesini temenni ediyordu.

Bir gün Mescid-i Harâm’da Kureyş’ten bir çok kişinin bulunduğu bir mec­liste o da oturuyordu. Allah Tealâ o sırada kendisine “İndiği zaman yıldıza ye­min olsun ki…” (Necm) sûresini indirdi ve o da kendisine yeni indirilen bu su­reyi okumaya başladı. “Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı ve üçüncüleri olan o Menâfi…” âyetine gelince şeytan, kendi kendine söylemekte olduğu ve temenni ettiği sözleri atıverdi: “Onlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur.” dedi. Bu­nu duyan Kureyşliler (bunları Muhammed söyledi sanarak) çok sevindiler. Hz. Peygamber (sa) sûreyi okumaya devam ederek bitirdi, (Sûrenin sonunda secde âyeti olduğu için) secde etti, müslümanlar da (Hz. Peygamber’e uyarak) secde ettiler, o sırada orada bulunan bütün müşrikler de secde ettiler. Mü’min olsun, kâfir olsun o sırada mescidde (Mescid-i Haram) bulunan herkes secde etti. Hattâ çok yaşlı oldukları için secde edemeyen el-Velîd ibnu’l-Muğîra ve Ebu Uhayha Saîd ibnu’l-As da yerden toprak alarak alınlarına kaldırdılar ve bu toprağa secde ettiler. Sonra da oradan ayrılıp dağıldılar. Kureyşliler, oradan ayrılır­ken doğrusu çok sevinçliydiler. “Nihayet Muhammed bizim ilâhlarımızı güzel bir şekilde andı.” diyor ve şöyle devam ediyorlardı: “Biz zaten Allah’ın dirilten, öldüren, yaratan, rızık Veren olduğunu biliyorduk. Bizim tanrılarımız sadece onun katında bizim için şefaatçilerimizdir. Muhammed böylece bizim tanrıları­mıza bir pay verdiğine göre bizler de onunla beraberiz.”

Akşam olunca Cibrîl, Rasûlullah (sa)’a geldi ve: “Ne yaptın? İnsanlara, Al­lah’tan benim sana getirmediğim şeyler okudun, benim sana söylemediğim şey­ler söyledin.” dedi. Hz. Peygamber o kadar üzüldü ve Allah’tan o kadar büyük bir korkuya kapıldı da Allah Tealâ kendisine bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bunun üzerine Kureyş müşrikleri: “Muhammed, bizim tanrılarımızı hayırla anmaktan, onların Allah katında değerli olduklarını söylediğinden pişman oldu.” deyip küfür ve kötülüklerini daha da bir artırdılar.

Saîd ibn Cübeyr’den gelen başka bir rivayete göre ise Cibrîl, Hz. Peygam­ber (sa)’e, şeytanın onun diline “Onlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur.” sözünü atar atmaz gelmiş ve Hz. Peygamber (sa)’e: “Bana okuduğun Allah ke­lâmını arzet.” demiş. Onun, şeytanın diline attığı fazlalıkla okuması üzerine: “Şu “Onlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur.” kısmına gelince; ben sana bunları getirmedim. Bunlar şeytandandır.” demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir. Ebu Bekr el-Bezzâr “Bu hadisin Hz. Peygamber (sa)’den rivayet edildiğini bilmiyoruz.” Demiştir.

Ebu’l-Aliye’den gelen rivayette de Hz. Peygamber (sa)’in Kureyş’in imanı hususunda umuda kapılması onlar: “Ey Muhammed, seninle beraber oturanlar, senin meclis arkadaşların filân oğullarının kölesi, filân oğullarının kölesi. Halbuki bizim tanrılarımızı iyi bir şekilde zikretsen biz de gelir senin meclislerinde seninle birlikte otururuz. Biliyorsun sana Arapların eşraf ve ileri gelenleri de geliyor. Kavminin ileri gelenlerini senin yanında oturuyor görürlerse sana daha çok rağbet ederler.” dediği sırada olmuştur. Tam o esnada Allah Tealâ Necm sûresini indirmiş ve o da kendisine yeni indirilen bu sureyi okumaya başlamış. “Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı ve üçüncüleri olan o Menâtı…” âyetine gelince de şeytan, Efendimizin dilinden “Bunlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur ve bunlar gibisi asla unutulmaz.” sözlerini akıtıvermiş… Ebu’l-Aliye de olayın kalan kısmını yukardaki şekilde anlatmıştır.

Ancak Hz. Peygamber (sa)’in ümniyyesine Şeytanın nasıl vesvese karıştır­dığı, bu karıştırmanın mahiyet ve şekli hakkında müfessirler muhtelif rivayetler zikrederler. Bunları değerlendiren Kurtubî, anılan sözlerin Hz. Peygamber (sa)’in dilinden dökülmesinin şeriatin tebliği ile peygamberlerin emanet ve sıdk sıfatları açısından mümkün olmadığını, olsa olsa Hz. Peygamber (sa) bu âyet-i kerimeyi okurken Şeytanın gelip, sesini Hz. Peygamber (sa)’in sesine benzete­rek “Bunlar o ulu kuğulardır ki…” demiş olabileceğini söyler.

Suyûtî, bu Garânîk kıssası hakkındaki rivayeti ve bu rivayetin tanklarını zikrettikten sonra der ki: İbnu’l-Arabî ve İyâz’ın, bu rivayetler bâtıldır, aslı yok­tur.” sözüne itibar edilmez.” Ancak bu rivayetlerin hepsi mürsel rivayetler olup başka bir yönden de Hz. Peygamber (sa)’in risâleti telâkkî ve tebliğine gölge düşürdüğü için İbnu’l-Arabî ve İyâz’ın söyledikleri tercih olunmalıdır.

Fahreddin er-Râzî de bu Garânîk hadisesiyle ilgili rivayeti verdikten sonra Kur’ân, Sünnet ve akıl bu rivayetin bâtıl ve uydurma olduğunu göstermektedir.

l. Şu âyet-i kerimelerin delaletiyle Hz. Peygamber (sa)’in dilinden, kendi­sine vahyolunandan başkasının sâdır olması muhaldir:

a) “Eğer O Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı elbette O’nu kıskıvrak yakalar, sonra da onun can damarını koparır O’nu yaşatmazdık.” (Hakka, 69/44-46)

b) “Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman öldükten sonra bize ka­vuşmayı ummayanlar “Ya bundan başka bir Kur’ân getir, ya da bunu değiştir.” dediler. De ki: “Onu, kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değil­dir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam…” (Yûnus, 10/15).

c) “O, kendi arzusuna, hevâ ve hevesine göre konuşmaz.  (O’nun söyleyip bildirdikleri) O’na vahyolunandan başka bir şey değildir.” (Necm, 53/3-4).

d) “Müşrikler, sana vahyetmiş olduğumuzdan başka bir şeyi yalan yere Biz’e isnat etmen için seni, neredeyse sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.” (İsrâ, 17/73).

e) “Eğer seni sebatkâr kılmasaydık gerçekten, neredeyse onlara birazcık meyledecektin.” (İsrâ, 17/74).

f) “Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık, onu parça parça indirdik.” (Fürkan, 25/32).

g) “Elbette Biz, seni okutacağız ve sen asla unutmıyacaksın.” (A’lâ, 87/6).

2. Ayrıca Muhammed ibn İshâk ibn Huzeyme’ye bu kıssa sorulduğu zaman: “Bu, zındıkların uydurmasıdır.” deyip bu konuda müstakil bir eser kaleme al­mıştır. İmam Ebu Bekr Ahmed ibnu’l-Huseyn el-Beyhakî: “Bu kıssa nakil yö­nünden sabit değildir.” dedikten sonra bu rivayeti yapan râvîleri birer birer ele alıp hepsinin de tam olunduklarını belirtir. Keza İmam Buhârî de Sahîh’inde bu Sûre ile ilgili olarak “Hz. Peygamber (sa)’in Necm Sûresini okuduğunu ve müslümanların, müşriklerin, ins ve cinnin secde ettiğini” rivayet eder. Ancak onda, hiçbir şekilde “Garânîk”ten bahsetmez.

3. Aklî yönden meseleyi ele aldığımızda;

a) Her kim Hz. Peygamber (sa)’in putlara ta’zimde bulunduğuna inanırsa mutlaka küfre düşmüş olur. Zira O’nun bütün gayreti puta tapıcılığı ortadan kaldırmaya yönelik idi. Bütün gayretiyle kaldırmaya çalıştığı putlara ta’zimde bulunmuş olması nasıl düşünülebilir ki!

b) Hz. Peygamber (sa), risâletinin ilk günlerinde Ka’be’nin yanında açıktan Kur’ân okur namaz kılardı. Ne zaman ki O’na el kaldırmaya ve eziyet etmeye başladılar; o da geceleyin veya Ka’be’nin çevresinde müşriklerin bulunmadığı halvet hallerinde orada Kur’ân okumaya ve namaz kılmaya başladı. Dolayısıyla O, Necm Sûresini okurken etrafında müslüman ve müşrik olmak üzere bir kala­balığın bulunuyor olması hiçbir şekilde mümkün değildir.

c) Müşriklerin, Hz. Peygamber (sa) ve getirmiş olduğu dine düşmanlıkları o kadar katı, o kadar şiddetli idi ki bu kadarcık bir söz işittiklerinde onun hakika­tini anlamadan, gerçekten bu sözleri Hz. Muhammed’in söyleyip davasından vazgeçtiğine yakîn kesbetmeden hemen onun söylediklerini kabul ederek müslümanlarla birlikte secde edivereceklerini akıl kabul etmez.

d) Allah Tealâ “Senden önce gönderdiğimiz hiçbir rasûl ve hiçbir nebî yok­tur ki bir şeyi arzuladığında şeytan onun arzusuna bir vesvese karıştırmış olma­sın.” buyurduktan sonra, “Allah, şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini yerleştirir.” buyurmaktadır. Allah’ın, kendi âyetlerine ihkâm vermesi, muhkemleştirmesi ve Hz. Peygamber (sa)’in kalbine yerleştirmesi el­bette, Şeytanın onun diline Kur’ân’dan olmıyan herhangi bir sözü atmasını en­gellemesi, attığı takdirde de onu izale etmesi ile mümkündür. Herhalde Şeytanın bu ilâvesine mani olmak, bidayeten böyle bir şeye meydan vermemek -bazılarının söylediği gibi- o atılanı neshetmekten daha kolay ve daha akılcı olur.

e) Şeytanın, Hz. Peygamber (sa)’in diline böyle bir takım sözleri atmasını caiz görmek vahye güveni ortadan kaldırır ve bütün bir Kur’ân’ı şüphe altına sokar; ondaki bütün âyetler “Acaba şeytan bunlara da bir şey karıştırmış mıdır?” şüphesine konu olur ki “Ey O Rasûl, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan elbette O’nun mesajını tebliğ etmemiş olursun ve elbette Allah seni koruyacaktır.” (Mâide, 5/67) âyet-i kerimesi de bâtıl olmuş olur. Çünkü vahyedilenin noksan olarak tebliğ edilmesiyle fazla olarak tebliğ edilmiş olması eşittir.

İşte bütün bunların sonucu olarak bu “Garânîk rivayeti”nin ve bu rivayetle anlatılan hadisenin tamamen uydurma ve bâtıl olduğu ortaya çıkmaktadır.