١٢٦
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّا اِلَّا اَنْ امَنَّا بِايَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَاءَ تْنَا رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمينَ
(126) ve ma tenkimü minna illa en amenna bi ayati rabbina lemma caetna rabbena efriğ aleyna sabrav ve teveffena müslimin
senin bizden intikam alman ancak iman ettik (diyendir) Rabbimizin ayetleri bize gelince Rabbimiz üzerimize sabır yağdır (ruhumuzu) müslüman olarak al
(126) But thou dost wreak thy vengeance on us simply because we believed in the Signs of our Lord when they reached us our Lord pour out on us patience and constancy, and take our souls unto thee as Muslims (who bow to thy will)
1. | ve | : ve |
2. | mâ | : şey, olmama, yapmama |
3. | tenkımu | : intikam alıyorsunuz |
4. | min-nâ | : bizden |
5. | illâ | : ancak, yalnız, başka |
6. | en âmen-nâ | : bizim inanmamız |
7. | bi âyâti | : âyetler |
8. | rabbi-nâ | : Rabbimizin |
9. | lemmâ | : …dığı zaman |
10. | câet-nâ | : bize geldi |
11. | rabbe-nâ | : Rabbimiz |
12. | efrıg | : yağdır |
13. | aleynâ | : bize, üzerimize |
14. | sabren | : sabır |
15. | ve teveffe-nâ | : ve bizi öldür (vefat ettir) |
16. | muslimîne | : müslüman, (ruhu, fizik vücudu, nefsi, iradesi) teslim olmuş olanlar |
وَمَا تَنقِمُ sen intikam alıyorsunمِنَّا bizdenإِلَّا ancakأَنْ آمَنَّا iman ettiğimiz içinبِآيَاتِayetlerineرَبِّنَا Rabbimizinلَمَّا جَاءَتْنَا onlar bize geldiğindeرَبَّنَا Rabbimizأَفْرِغْ yağdırعَلَيْنَا üzerimizeصَبْرًا sabırوَتَوَفَّنَا ve canımızı alمُسْلِمِينَmüslümanlar olarak
AÇIKLAMA
Bu, Musa (a.s.)’rn Firavunla olan kıssasının altıncı bölümüdür. Bu bölümde Allahu Teâlâ, Musa (a.s.)’a inandıkları zaman Firavun’un sihirbazlara yaptığı tehdidi, onların da Allah’ın emrine teslim oldukları cevabını verdiklerini bildiriyor.
“İman mı ettiniz?” sorusuyla Firavun, onların tasdik ettiklerini anlatmakta ve böylece onları azarlamaktadır. Yani: “Ben size izin vermeden, Musa’ya iman edip ona tabi mi oldunuz?” demektedir.
Şüphesiz yaptığınız bu şey ve bugün onun size üstün gelmesi, karşılıklı olarak planladığınız bir işti. Tıpkı diğer bir ayette: “Muhakkak ki o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür” (Tâ-Hâ, 20/71) demesi gibi. Siz bunu, sihrinizle Mısırlıları bu şehirden çıkarmak ve İsrailoğulları ile oraya yerleşmek için düşündünüz. Bu tuzağınız ve hileniz üzerine, size nasıl azab edeceğimi bileceksiniz.
Firavun’un bu sözü halkın sihirbazlara uyup iman etmemeleri için uğradığı yenilgiyi örtbas etmeye yönelik olarak yanlışı doğru gösterme arzusundan başka bir şey değildir. Nitekim Cenab-ı Hak, bu konuda şöyle buyurur: “(Firavun) kavmini böylece hafife aldı. Onlar da ona itaat ettiler” (Zuhruf, 43/54). Firavun, bu sözlerinin boş ve yersiz olduğunu biliyordu. Mısır’ın çeşitli yerlerinde bulunan sihirbazları toplamak için adamlar gönderen ve onlara büyük mükâfatlar vaad eden oydu. Musa (a.s.) sihirbazlardan hiçbirini tanımıyordu ve onların hiçbirini görmemiş, hiçbiriyle bir araya gelmemişti. Bu durumu Firavun da biliyordu.
İşte Firavun, mübarezeden önce Hz. Musa ile ileri gelen sihirbazlar arasında geçen tartışmayı gizli anlaşma ve tuzak şeklinde yorumlayarak bundan yararlanmak istedi. Rivayet olunduğuna göre Musa (a.s.) büyük sihirbaza: “Seni yenersem bana inanır mısın?” demiş, o da: “Ben, öyle bir sihir yaparım ki, onu hiçbir sihir yenemez. Eğer bana üstün gelirsen, elbette sana inanırım” demiştir. Firavun da bunu duymuş, onun için bu şekilde konuşmuştur.
Firavun: ‘Yakında bileceksiniz” sözüyle kısaca tehdit ettikten sonra, bunu genişleterek: “Mutlaka ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da muhakkak topunuzu astıracağım” dedi. “Hurma dallarına asacağım” (Tâ-Hâ, 20/71). Bana tuzak kuranlara ve otoritemden dışarı çıkanlara bir ibret olsun diye. İbni Abbas: “İlk idam ettiren ve çaprazlama elleri ve ayakları kestiren Fi-ravun’dur” demiştir.
Firavun’un tehdidine karşı sihirbazlar şu cevabı verdiler: Şüphesiz biz öldürülmeye ve ölüme önem vermeyiz. Çünkü biz, Allah’a döneceğimize kesin olarak inanıyoruz. Ceza ve mükâfat günü olan ahirette Allah, ellerimizin ve ayaklarımızın kesilmesi ve asılmamıza karşı bizi mükâfatlandıracaktır. Biz Allah’ın azabından kurtulmak istiyoruz. Çünkü O’nun azabı, senin azabından çok daha şiddetlidir. Bugün biz senin azabına sabrederek Allah’ın azabından kurtulacağız: “(Sihirbazlar) dediler ki: “Bize zarar yoktur. Şüphesiz ki biz, Rab-bimize dönücüleriz. Biz gerçekten umarız ki (senin halkından) ilk biz iman ettiğimiz için- Rabbimiz günahlarımızı mağfiret eder” (Şuarâ, 26/50-51).
Zemahşeri’nin dediği gibi, mananın şöyle olması muhtemeldir: Biz ve sen ey Firavun! Hepimiz Allah’a döneceğiz. O, aramızda hüküm verecek. Bunda, onun rububiyet iddiasını yalanlama ve Allah katında olan şeyi, onun geçici dünya arzularına tercih etme vardır.
Sen bizi, sadece Allah’ın ayetlerine inandığımız için ki bu iman, amellerin en hayırlısı ve bütün övünülecek şeylerin aslıdır- bizi ayıplıyorsun. Bunda kendisine hiçbir dönüş olmayan bir kararın ilânı vardır. Sanki onlar şöyle diyorlardı: Sakın, imanımızdan döneceğimizi ümit etme.
Ey Rabbimiz! Bize öylesine geniş bir sabır lütfet ki, eşyaların suda gömüldüğü gibi biz de o sabır denizinde gömülerek senin dinine sabır ve sebat ile sarılalım.
Anlaşıldığına göre Firavun tehdidini bilfiil uygulamıştır. Nitekim Yüce Allah’ın kıssanın başındaki şu sözü buna işaret eder: “Bak, fesatçıların sonu nice oldu!.” Yani Firavun ve topluluğunun rivayete göre Firavun sihirbazları yakaladı ve onları, nehir kıyısında kestirdi. Sihirbazlar Musa’ya iman ettiğinde, halktan da altı yüz bin kişi iman etti.
“Bizi müslümanlar olarak öldür.” İslâm üzere kararlı ve peygamberin Musa’ya tabi olanlar kıl. Firavun’a şöyle dediler: “Bize gelen açık mucizelerin ve bizi yaratanın üzerine seni tercih etmeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatında hükmedersin. Gerçekten biz Rabbimize iman ettik ki, bizim günahlarımızı ve bizi işlemeye zorladığın sihir konusunda bizi affetsin. Allah hayırlı ve daha kalıcıdır. (Kıyamette) bir kimse Rabbine mücrim haliyle gelirse, muhakkak onun için cehennem vardır. O, ölmez de, dirilmez de. Kim de O’na mümin olarak salih amelde bulunmuş olarak gelirse, onlar için en yüksek dereceler vardır” (Tâ-Hâ, 20/72-75).
İbni Kesir, İbni Abbas ve diğer müfessirlerden şunu nakleder: Günün başında sihirbaz idiler, günün sonunda masum şehitler oldular.