37

٣٧

وَلَهُ الْكِبْرِيَاءُ فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ

(37) ve lehül kibriyaü fis semavati vel erdi ve hüvel azizül hakim
Göklerde ve yerde büyüklük o’na mahsustur o, güçlü ve hikmet sahibidir

(37) To Him be Glory throughout the heavens and the earth: and He is Exalted in Power, Full of Wisdom!

1. ve lehu : ve onun, ona mahsus
2. el kibriyâu : ululuk, azamet, büyüklük
3. fî es semâvâti : semalarda, göklerde
4. ve el ardi : ve arz, yeryüzü, yer
5. ve huve : ve o
6. el azîzu : azîz, yüce
7. el hakîmu : hakîm, hüküm ve hikmet sahibi


AÇIKLAMA

Bu ayetler, ister mümin, ister kâfir, kıyamet gününde Allah’ın kulları hakkındaki hükmünü beyan etmektedir. Allah Tealâ birinci fırkanın hük­münü beyan ederek şöyle buyurdu:

“İnanıp iyi işler yapanlara gelince, Rableri onları rahmetine kabul eder. İşte apaçık kurtuluş budur.” Yani Allah’ı, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü tasdik edenlere ve dinin buyruklarına uygun güzel işler yapanlara gelince, Rableri onları cennete koyacaktır. İşte bu cennete giriş gerçekten istenilenin elde edilişidir. Apaçık kurtuluş ve başarı ancak budur.

Ayette cennete rahmet denilmiştir. Rahmet ise cennettir. Peygam­berimiz (s.a.) sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ cennete şöyle dedi: Sen, benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim.”

İkinci fırkanın hükmünü beyan ederek ve onları kınayarak da şöyle buyurmuştur: “Ama inkâr edenlere gelince onlara: Ayetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip, suçlu bir toplum olmuştunuz, değil mi? denilir.” Allah’ın birliğini ve ba’si (öldükten sonra dirilmeyi) inkâr edenlere gelince, onlara kınanarak şöyle denilir: Allah’ın ayetleri size okunmadı mı? Elbette okun­du, ama siz kibirlenip, iman etmemekte direndiniz, onları dinlemek ve tabi olmaktan yüz çevirdiniz. Davranışlarınızda fasık bir topluluk haline gelerek, günahları ve masiyetleri işlemeye, kalplerinizde ahireti, sevap ve cezayı yalanlamaya devam ettiniz. Bu sebeple Allah peşinden şu sözünü getirdi: “Allah’ın vaadi gerçektir, kıyamet gününde şüphe yoktur, dendiği zaman: Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, onun bir tahminden ibaret ol­duğunu zannediyoruz, (onun hakkında) kesin bir bilgi elde etmiş değiliz, demiştiniz.” Yani bu kâfirlere Allah Rasulü (s.a.) ve müminler vasıtasıyla: “Bas (öldükten sonra dirilme) hesap ve ahirette gelecek tüm konular hakkında Allah’ın vaadi haktır, mutlaka olacaktır, kıyametin kopacağında asla şüphe yoktur, o halde bunlara inanın ve sizi azaptan kurtaracak şeyler yapın!” denildiğinde siz, şöyle dersiniz: “Biz kıyametin ne olduğunu bil­meyiz, onun vukuunu sadece bir tahmin, bir zan şeklinde düşünüyoruz, onun hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Kıyametin kopacağına da inancımız kesin değil.’ O kâfirler, sanki bütün zanları yok saymışlar; sadece içinde ilim bulunmayan zannı almışlar ve şöyle demişlerdir, “…onun hakkında kesin bir bilgi elde etmiş değiliz.”

Bu sert üslûptan sonra Allah onların karşılaşacağı azabı zikretmiştir.

“Yaptıklarınızın kötülükleri onlara görünmüş, alay edip durdukları şey onları kuşatmıştır.” Yani çirkin amelleri ve kötü davranışlarının cezası onlara gözüktü ve onları çepeçevre kuşattı ve cehenneme girmek suretiyle amellerinin karşılığı kendilerine geldi, dünyada alay edip durdukları ve evham ve hurafelerden ibarettir, dedikleri şeylerle cezaya çarptırıldılar.

Sonra yüce Allah şöyle diyerek onların kurtuluş ümitlerini boşa çıkardı:

“Denilir ki: Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, biz de bugün sizi unuturuz. Yeriniz ateştir, yardımcılarınız da yoktur.” Kıyamet gününde on­lara şöyle denilir: Bugün sizi unutan kimsenin muamelesini yapacağım. Unutulup bir tarafa atılan ve önem verilmeyen bir eşyaya yapılan muamele gibi muamele edeceğim. Bugün için ameli terkettiğiniz ve son güne inanmadığınızdan dolayı, Allah’ın kitaplarında ahirete dair gelen ayetleri bilmezlikten geldiğiniz gibi ben de sizi azabın içerisinde bıraka­cağım. Sizin sığınacağınız mesken ve karargahınız ateşten başka bir şey değildir. Size yardım edecek ve sizi azaptan koruyacak yardımcılarınız da olmayacaktır.

Bununla Allah, onlara vereceği azabı üç çeşitte toplamıştır:

1- Onlardan rahmetini tamamıyla kesmesi,

2- Cehennemi onlara barınak yapması,

3- Onların, dost ve yardımcılarını kaybetmeleri.

Sahih hadiste sabit olduğuna göre: “Allah Tealâ kıyamet gününde bazı kullarına şöyle diyecektir: Sana eş nasip etmedim mi, sana ikramda bulun­madım mı, emrine atları ve develeri vermedim mi, reislik ve ganimet im­kânı vermedim mi? Bunun üzerine kul: “Evet ya Rabbi!’ diye cevap verecektir.” Allah, “Benimle karşılaşacağını düşündün mü?” diye soracak, kul da “Hayır” diyecektir. Allah da “Sen beni unuttuğun gibi bugün de ben seni unutuyorum.” diye karşılık verecektir.

Sonra Allah bu azabın sebeplerini şöyle zikretti: Bunun böyle ol­masının sebebi şudur: “Siz Allah’ın ayetlerini alaya aldınız, dünya hayatı sizi aldattı. Artık bugün ateşten çıkarılmayacaklar ve onların özür dilemeleri de kabul edilmeyecektir.” İşte başınıza gelen bu azap, Allah’ın kitabı Kur’an’ı alaya almanız, dünyanın sizi süs ve zinetleriyle aldatması, sizin de onlara meyliniz ve dünyadan başka bir yurdun olmadığını ve ba’sin (öldükten sonra dirilmenin) de olmayacağına inanmanız sebebiy­ledir. Bugün onlar cehennemden çıkarılmayacaklardır. Onlardan Allah’ın itaatına dönüp rızasını kazanmaları da istenmeyecektir. Çünkü o gün tevbenin kabul edilmeyeceği, mazaretin fayda vermeyeceği bir gündür.

Allah Tealâ ba’se (öldükten sonra diriltmeye) olan kudretini afaki ve enfüsi delillerle ispat edip, mümin ve kâfirler hakkında hükmünü zikret­tikten sonra -bize, kendisini nasıl öveceğimizi öğretmek için- zatını lâyık olduğu şekilde övdü ve şöyle buyurdu: “Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi, bütün alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Samimi hamd, birçok nimetlere karşılık eksiksiz şükür, göklerin ve yerin yaratıcısı ve her ikisindeki insanlar, cinler, hayvanlar, cisimler, ruhlar, zat ve sıfatlar gibi çeşitli dünyaların yaratıklarının sahibi bulunan Allah’a mahsustur.

“Göklerde ve yerde bütün azamet yalnız O’na aittir. O azizdir, hakimdir.” Göklerin ve yerin her tarafında azamet, ululuk, celâl ve saltanat an­cak Allah’a mahsustur. O yüce Allah, güçlüdür, hakimiyetinde ezici güce sahiptir. O’nu kimse mağlup edemez. Bütün sözlerinde, fiillerinde, buyruk­larında ve bu dünyadaki tüm hükümlerinde hikmet sahibidir.

Ahmet b. Hanbel, Müslim, Ebu Davud ve İbni Mace’nin: Ebu Hüreyre ve Ebu Said (r.a.) den rivayet ettikleri sahih kudsî hadiste Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ şöyle buyuruyor: Azamet benim izarım, kibriya ridamdır. Bunlardan biri konusunda kim benimle müna­kaşa ederse onu cehennemime koyarım.”