127

١٢٧

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ فى ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ

(127) vasbir ve ma sabruke illa billahi ve la tahzen aleyhim ve la tekü fi daykim mimma yemkurun
sabret ve senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir onlara karşın mahzun olma darlık duyma kurdukları hilelere karşı

(127) And do thou be patient, for thy patience is but from Allah nor grieve over them: and distress not thyself because of their plots.

1. vasbır (ve ısbır) : ve sabret
2. ve mâ : ve değildir
3. sabru-ke : senin sabrın
4. illâ : ancak, yalnız, den başka
5. billâhi (bi allâhi) : Allah iledir
6. ve lâ tahzen : ve üzülme, mahzun olma
7. aleyhim : onlara, onların yüzünden
8. ve lâ teku : ve olma
9. fî daykın : sıkıntı içinde
10. mimmâ (min mâ) : şeyden dolayı, sebebiyle
11. yemkurûne : hile yapıyorlar, tuzak kuruyorlar


SEBEB-İ NÜZUL

Bu âyet-i kerimelerin nüzul zamanı hakkında başlıca üç rivayet vardır: Mekke’de, Uhud Gazvesinde, Mekke’nin fethi günü nazil olmuştur. Şimdi bu rivayetleri verelim:

l. Tirmizî’nin kendi isnadıyla Übeyy ibn Ka’b’den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Uhud günü Ansar’dan 64, Muhacirlerden de içlerinde Hamza’nın da bulunduğu 6 kişi şehid olmuş ve onlara müşrikler tarafından işkence edilmişti. Ansar (şehidlere işkence yapılmış olduğunu görünce): “Bir gün biz de onlardan böylelerini öldürürsek elbette onlara daha fazlasını yapacağız.” dediler. Mekke’nin fethi günü olduğunda Allah Tealâ: “Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu. sabredenler için en hayırlı olandır.” âyet-i kerimesini indirdi de bir adam:

‘Bugünden sonra artık Kureyş yok!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa): ‘Kavim (Kureyş)ten elinizi çekin, dört kişi müstesna (onları Ka’be’nin örtüsüne sarılmış halde bulsanız bile öldürün).” buyurdular.

Hadisin Müsned’deki rivayetinde âyet-i kerimenin, bilinmeyen bir adamın (Mekke’nin fethi günü): “Bugünden sonra Kureyş yok!” demesinden sonra âyet-i kerimenin nazil olduğu, Uhud günü “elbette biz onlara daha fazlasını yapacağız.” diyenlerin de sadece Ansar olmayıp Hz. Peygamber (sa)’in ashabı olduğu kaydedilmiştir ki makama uygun olan da budur.

2. Vâhıdî’nin kendi isnadıyla İbn Abbâs’tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Uhud gazvesi günü müşrikler Uhud’daki ölülerin bulunduğu yerden ayrılınca Rasûlullah (sa) da oradan ayrıldı ve gördüğü manzara onu çok üzdü: amcası Hamza’yı gördü ki karnı yarılmış, burnu ve kulakları kesilerek kendisine işkence yapılmıştı. Bunu görünce: “Kadınlar üzülmeyecek veya benden sonra bir gelenek olarak kalmıyacak olsa, Allah onu vahşi hayvanların ve kuşların karınlarından toplıyarak haşredinceye kadar onu bu halde bırakırdım. Mutlaka onun yerine onlardan (müşriklerden yetmiş kişiyi öldüreceğim.” buyurdular. Sonra bir örtü isteyerek yüzüne örttüler, ama (örtü küçük gelerek) ayakları örtünün altından çıktı. Ayaklarının üzerine de bir miktar izhir ağacı koyarak örttüler, sonra da onu önüne koyarak on tekbirle (cenaze namazını) kıldılar. Amcası üzerine kılınan cenaze namazından sonra şehidler -ki sayıları yetmiş idi- birer birer getirilip Hamza’nın yanına konuldu ve hepsine ayrı ayrı cenaze namazı kıldı. Böylece Hamza üzerine yetmiş namaz kılmış oldu. Şehidler defnedilip Hz. Peygamber oradan ayrılırken “Sabret, senin sabrın ancak Allah içindir”e kadar olmak üzere “Rabbının yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et…” âyet-i kerimeleri nazil oldu.

Yine Vâhıdî’nin kendi isnadıyla Ebu Hüreyre’den rivayetine göre Uhud günü Rasûlullah (sa) amcası Hamza’yı yerde öldürülmüş (ve kendisine işkence edilmiş) olarak görünce kalbine, o zamana kadar girmemiş bir acı girdi ve: “Allah’a yemin ederim ki sana karşılık onlardan yetmişini öldüreceğim.” buyurdular da bunun üzerine “Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için en hayırlı olandır.” âyet-i kerimesi nazil oldu.

Taberânî’deki rivayette Hz. Peygamber (sa)’in, amcası Hz. Hamza’ya işkence edildiğini görünce o zamana kadar duymadığı bir acı duyarak: “Allah’ın Rahmeti senin üzerine olsun; çok sıla-i rahimde bulunur, çok hayır işlerdin. Senden sonrakilerin sana hüznü olmasaydı vahşi hayvanların içlerinden toplanıp haşrolununcaya kadar seni bu halde bırakmak beni sevindirirdi.” dediği, sonra da orada dururken yemin ederek: “Vallahi senin yerine, sana karşılık onlardan yetmişine işkence edeceğim.” buyurduğu ve henüz yerinden ayrılmadan sûrenin sonuna kadar olmak üzere “Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için en hayırlı olandır.” âyet-i   kerimelerinin nazil olduğu; bunun   üzerine Hz. Peygamber (sa)’in, yemininin keffâretini vererek o isteğini (müşriklere işkence edeceğine dair sözünü) yerine getirmekten kendini alakoyduğu kaydedilmektedir.

İbn Abbâs’tan gelen başka bir rivayette de Efendimiz (sa)’in, amcasına işkence yapılmış olduğunu görünce: “Eğer Kureyş’i bir ele geçirirsem onlardan yetmiş kişiye işkence yapacağım.” buyurduğu, bunun üzerine bu âyet-i kerimenin inmesiyle: “Elbette sabredeceğiz Rabbım.” dediği ve dolayısıyla amcasına işkence yapılmasına işkenceyle karşılık vermekten vazgeçtiği başka bir rivayette de yemininin keffâretini verdiği belirtilmiştir.

Vahidî, bu rivayetleri verdikten sonra der ki: eş-Şeyhu’l-İmam el-Evhad Ebu’l-Hasen der ki: Burada, Hamza’nın öldürülüşünü de anmaya ihtiyaç duyuyoruz. (…) Cafer (veya Hafs) ibn Amr ibn Ümeyye ed-Damrî’den rivayette o şöyle anlatıyor: Ben ve Ubeydullah ibn Adiyy yola çıktık ve Hıms’a uğradık. Ubeydullah bana: “Ne dersin, Vahşî’ye varıp Hamza’yı nasıl öldürdüğünü bir sorsak.” dedi. Ben: “İstiyorsan yapalım.” dedim. Onu nerede bulabileceğimizi sorduğumuz bir adam bize: “Onu evinin avlusunda bulabilirsiniz. Kendini içkiye verdi. Eğer onu ayık bulabilirseniz istediklerinizin bazısını yanında bulabileceğiniz bir arap adam bulacaksınız. Eğer onunla konuşmak istiyorsanız sabah gidin ancak o zaman ayık bulabilirsiniz.” dedi. Yanına varınca selâm verdik, başını kaldırdı, biz: “Hamza’yı nasıl öldürdüğünü bize anlatman için geldik.” dedik. “Rasûlullah (sa) bunu bana sorduğunda nasıl anlatmışsam size de aynısını anlatacağım.” diyerek söze başladı ve şöyle anlattı: “Ben, Cübeyr ibn Mut’im ibn Adiyy ibn Nevfel’in kölesiydim. Onun amcası Tuayme ibn Adiyy Bedr günü öldürülmüştü. Kureyş Uhud’a doğru yola çıkınca Cübeyr ibn Mut’im bana: “Amcam Tuayme’ye karşılık Muhammed’in amcası Hamza’yı öldürürsen sen hürsün.” dedi. Ben habeşli idim ve habeşlilerin usulüyle attığım harbe ise nadiren hedefinden şaşardı.

Uhud’da iki ordu karşılaştığında Hamza’yı aramaya çıktım ve onu ordunun ortasında gördüm. İnsanları kılıcıyla önüne katmış sürüyor ve karşısında hiç kimse duramıyordu. Ben, harbemi ona atmaya hazırlandım ve bir taşın, bir ağacın arkasına gizlene gizlene bana yaklaşmasını bekledim. Birden önümde Sibâ’ ibn Abdüluzzâ belirdi. Hamza onu görünce: “Haydi ey Maktaatu’l-Buzûr’un oğlu deyip üzerine hamle etti ve vallahi ona öyle bir vurdu ki vuruşu onun başını şaşırmadı. Tam o sırada harbemi şöyle bir tarttım ve ona fırlattım. Harbe kasığından (veya karnından) girip ayaklarının arasından çıktı. Üzerime hücum etmek istediyse de güç yetiremeyip yere yıkıldı. Ölünceye kadar bekledim, sonra yanına varıp harbemi aldım, sonra da insanların yanına döndüm ve ordugâhta oturdum. Ondan başkasıyla bir işim yoktu. Onu da hür olabilmek için öldürmüştüm. Mekke’ye gelince hür kaldım ve orada İslâm neş’et edinceye kadar ikamet ettikten sonra çıkıp Taife gittim. Bir süre sonra Taifliler Rasûlullah (sa) ile barış yapmak isteyince benim için başka gidecek (ve kaçacak) yerde kalmadı. Beni üzüntülü olarak gören birisi üzüntümün sebebini sorunca olanları anlattım, “Şu adam (yani Muhammed), amcasını öldürdüm. Şimdi Taifliler onunla barış yapmaya kalkıştılar. Bilmiyorum ki nereye gideceğim.” dedim. “Vallahi o, yanına gelip de şehadet getiren kimseyi öldürmez.” dedi. Taifliler Rasûlullah (sa)’a bir takım insanlar (elçi olarak) gönderirlerken ben de onların yanına katıldım ve Hz. Peygamber (sa)’e geldim. Beni görünce: “Sen Vahşî misin?” diye sordu. Ben: “Evet.” deyip şehadet getirdim. “Hamza’yı sen mi öldürdün?” diye sordu, ben: “O iş sana ulaştığı gibi oldu.” dedim. “Yüzünü benden uzak tutabilir misin?” buyurdu. Allah’ın Rasûlü (sa) vefat ettikten sonra müslümanlar Müseylimetu’l-Kezzâb’a karşı Yemâme’ye hareket edince: “Mutlaka Müseylimetu’l-Kezzâb’a karşı ben de çıkacağım. Belki onu öldürürüm de Hamza’yı öldürmeme karşılık olur.” dedim ve insanlarla birlikte ben de çıktım ve onun durumu da olduğu gibi oldu (yani onu da ayni şekilde öldürdüm)

3. Nehhâs ise âyet-i kerimenin Mekke’de nazil olduğunu ve nüzulünün Hz. Hamza’ya yapılan işkence ile bir ilgisinin olmadığını söyler.

Bu âyet-i kerimelerin nüzul vaktini Mekke’de, Uhud’da, Mekke’nin fethi günü olmak üzere üç ayrı zamanda gösteren yukardaki rivayetlerin hepsi de sahih olmakla bazı âlimler (İbnu’l-Hassâr gibi) nüzulünün tekrarlandığını söylemekle rivayetlerin arasını cem’etmeye çalışmışlardır