75

٧٥

اِذًا لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصيرًا

(75) izel le ezaknake di’fel hayati ve di’fel memati sümme la tecidü leke aleyna nesiyra
o zaman biz sana tattırdık hayatın ve ölümün acısını kat kat sonra bulunamazdın bize karşı kendine yardımcı da

(75) In that case we should have made thee taste an equal portion (of punishment) in this life, and an equal portion in death: and moreover thou wouldst have found none to help thee against us

1. izen : o taktirde, o zaman
2. le ezaknâ-ke : elbette sana tattırdık (tattırırdık)
3. di’fa el hayâti : hayatın zayıflığı (sıkıntısı)
4. ve di’fa el memâti
(di’fa)
: ve ölümün zayıflığı (sıkıntısı)
: (kat kat, iki kat), (zayıflık, güçsüzlük, sıkıntı)
5. summe : sonra
6. lâ tecidu : bulamazsın
7. leke : senin için
8. aleynâ : bize karşı
9. nasîran : bir yardımcı


SEBEB-İ NÜZUL

Bu âyet-i kerimelerin biri Mekke-i Mükerreme’de, biri de Medine-i Münevvere’de nüzulüne işaret eden nüzul sebebleri rivayet edilmiştir. Şöyle ki:

l. Sa’d’den rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (sa) Haceru’l-Esved’i istilâm ederken Kureyş müşrikleri gelip onu bundan alakoydular ve: “Küçücük de olsa bizim tanrılarımıza ilgi göstermedikçe onu Haceru’l-Esved’i istilâm etmeye bırakmıyacağız.” dediler. Hz. Peygamber (sa) de içinden geçirdi ki: “Mademki beni Haceru’l-Esved’i istilâm etmeye bırakacaklar kerhen onların tanrıları ile ilgilensem ne olur? Herhalde benim bunu kerhen yaptığımı Allah bilip dururken bana bir zararı olmaz.” Ancak Allah Tealâ bunu kabul etmiyerek “Onlar neredeyse sana vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi Bize karşı uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi….” âyet-i kerimesini indirdi.

Saîd ibn Cubeyr der ki: Müşrikler Hz. Peygamber (sa)’e: “Bizim tanrılarımıza velev parmağının ucuyla olsa ilgi göstermedikçe sana karşı çıkmaktan vazgeçmiyeceğiz.” dediler. Hz. Peygamber (sa): “Allah benim hak üzere olduğumu biliyorken bunu yapıversem herhalde bana bir zararı olmaz.” diye düşünmüştü ki Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.

Suyûtî olaya karışanları zikredip olayı daha müşahhas hale getirir ve İbn Abbâs’tan rivayetle şöyle anlatır: Ümeyye ibn Halef, Ebu Cehl ibn Hişâm ve Kureyş’ten diğer bazıları Rasûlullah (sa)’a gelerek: “Ey Muhammed, gel, bizim tanrılarımızı bir kerecik meshediver ki biz de seninle birlikte senin dinine girelim.” dediler. Hz. Peygamber (sa), kavminin İslâm’a girmelerini çok istiyordu. Onların İslâmına sebep olacağı için neredeyse bu isteklerine meyletmek üzereydi ki Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi. Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde rivayet edilenlerin en sahihi bu olup  ve bunu destekleyen başka rivayetler de vardır.

Katâde isim vermeden ve sadece hadiseyi Kureyş müşrikleriyle ilişkilendirerek yukardakinden biraz daha farklı şekilde şöyle anlatır: Bir gece Kureyş müşrikleri sabaha kadar Hz. Peygamber (sa)’le birlikte yalnız kalarak onunla konuştular, ona saygılarını gösterdiler, onun efendileri olduğunu, onun akrabaları olduklarını söylediler ve: “Ey efendimiz, sen bizim efendimizken insanlardan hiç kimsenin getirmediği bir şey getirdin.” dediler. Böyle konuşmaya devam ettiler ve sonunda onu, neredeyse istediklerinden bazısına yaklaştırdılar da Allah Tealâ onu bundan korudu ve bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Muhammed ibn Ka’b el-Kurazî’den gelen bir rivayette de. bu âyet-i kerimelerin nüzulü Garânîk olayı ile ilişkilendiriliyor. O şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (sa) müşriklere Necm Sûresini okuyordu. “Lât ve Uzzâ’yı gördünüz mü?…” (âyet: 19) âyet-i kerimesine ulaşınca şeytan “Onlar beyaz yüce kuğulardır ki şefaatleri umulur.” sözünü atıverdi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) “Biz, senden evvel hiçbir rasûl, hiçbir nebî göndermedik ki o bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun dileği hakkında ille bir fitne ortaya atmış olmasın. Nihayet Allah, şeytanın atacağı o fitneyi giderir, iptal eder…” (Hacc, 22/52) âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar üzüntüden kendini kurtaramadı.

Bu rivayetler âyet-i kerimelerin Mekke-i Mükerreme’de inmiş olduğuna delâlet etmektedir. Bunların yanında Medine-i Münevvere’de inmiş olduğu intibaını veren ve İbn Abbâs’tan gelen rivayetler de vardır:

2. İbn Abbâs’tan rivayetle Atâ der ki: Sakîflilerden gelen hey’et hakkında nazil oldu. Bu hey’et haddi aşan isteklerde bulundular ve: “Bir sene Lât’a tapınmamıza izin ver. Mekke’yi haram kıldığın gibi bizim vadimizi de ağacıyla, kuşuyla vahşi hayvanlarıyla haram kıl.” dediler. Hz. Peygamber onlardan yüzünü çevirip cevap vermeyince umutlanarak isteklerini artırmaya başladılar: “Arapların, bizim onlardan üstün olduğumuzu bilmelerini isteriz. Eğer söylediklerimizden hoşlanmadıysan ve arapların: “Bize vermediğini onlara neden verdin.” demelerinden korkuyorsan “Bunu bana Allah emretti.” dersin.” dediler. Rasûlullah (sa) yine onlara cevap vermediler. Efendimiz (sa)’in susmasından daha da umutlanmışlardı ki Ömer bağırdı: “Getirdiğiniz isteklerinizden hoşlanmadığı için Rasûlullah (sa)’ın size cevap vermediğini görmüyor musunuz?” dedi. Rasûlullah (sa), onlara, istediklerini vermeye niyyetlenmişti ki Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Yine İbn Abbâs’tan gelen başka bir rivayette de Sakîflilerin: “Bize bir sene müsaade et; tanrılarımıza gelmesini beklediğimiz hediyyeler var. O hediyeleri aldıktan sonra müslüman olalım ve tanrılarımızı biz kendimiz kıralım.” dedikleri ve Hz. Peygamber (sa)’in de onlara bir yıl süre vermeye niyyetlenirken Allah Tealâ’nın bu âyet-i kerimeyi indirdiği belirtilmektedir.

Bu nüzul sebebi Zemahşerî tarafından râvisi belirtilmeden, bunlardan daha geniş ve ayrıntılarda bir takım farklarla verilmiştir. Şöyle ki:

Sakîfliler Hz. Peygamber (sa)’e dediler ki: “Araplara karşı övünebileceğimiz bir takım hasletleri bize tanımadıkça senin emrine girecek değiliz: Bizden öşür alınmıyacak, cihada çıkmamız istenmiyecek (veya zekâtımızı edâ etme zamanı bir yerde toplanmamız istenmiyecek zekât memurları ayağımıza gelecekler), namazda rükû ve secde bize farz kılınmıyacak (veya bizi namaz emrinden muaf tutacaksın), bizim alacağımız faizler yine bizim olacak (onları vadesi geldiğinde alacağız), bizim vereceğimiz faizler ise affedilecek (ve vadesi geldiğinde o faizleri ödemiyeceğiz), Lât (adlı putumuz hemen kırılmıyacak ve) bir sene daha bizde kalacak ve bir senenin sonunda biz onu ellerimizle kırmayacağız, bizim vadimizi de (Mekke gibi) kuşlarıyla, ağaçlarıyla haram ilân edeceksin. Araplar “Bunu onlara neden verdin?” diyecek olurlarsa “Bunları bana Rabbım emretti.” dersin.”

Bunları yazmaları için kâtiblerini de getirdiler ve yazmaya başladılar: “Rahman Rahîm Allah’ın adıyla. Bu, Allah’ın Rasûlü Muhammed’den Sakîflilere mektuptur: Onlardan öşür alınmıyacak, cihada çıkmayacaklar…” onlar: “Namazda rükû ve secde etmiyecekler.” yaz, dediler, Rasûl-i Ekrem sustular. Onlar tekrar kâtibe: “Yaz: Namazda rükû ve secde etmiyecekler.” dediler. Kâtib, Böyle yazayım mı? der gibi Rasûlullah (sa)’a baktı. Hz. Ömer yerinden kalktı, kılıcını çekti ve: “Ey Sakîf topluluğu, Peygamberimizin kalbini tutuşturdunuz (onun kalbini incittiniz), Allah sizin de kalblerinizi ateşle doldursun.” dedi. Sakîfliler: “Biz seninle konuşmuyoruz, biz ancak Muhammed’le konuşuyoruz.” dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Yine rivayete göre Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber (sa)’e: “Rahmet âyetini azâb âyeti, azâb âyetini de rahmet âyeti yap ki sana iman edelim.” dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Ancak Suyûtî’nin işaret ettiği üzere bu rivayetin isnadı zayıftır.