١٠٨
وَاَمَّا الَّذينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدينَ فيهَا مَا دَامَتِ السَّموَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ
(108) ve emmellezine süidu fe fil cenneti halidine fiha madametis semavatü vel erdu illa ma şae rabbük ataen ğayra meczuz
ama sait olanlar cennettedir onun içinde ebedi kalacaklardır semavat arz devam ettiği müddetçe ancak Rabbinin dilediği (hariç) kesilmeyen ata ve lütuftur
(108) And those who are blessed shall be in the Garden: they will dwell therein for all the time that the heavens and the earth endure, except as thy Lord willeth: a gift without break.
1. | ve emmâ | : ve fakat |
2. | ellezîne suidû | : mutlu olanlar, said olanlar |
3. | fe | : artık, böylece |
4. | fî el cenneti | : cennette |
5. | hâlidîne | : ebedî kalanlar |
6. | fî-hâ | : onun içinde, orada |
7. | mâ dâmeti | : devam ettikçe, durduğu müddetçe |
8. | es semâvâtu | : gökler, semalar |
9. | ve el ardu | : ve yeryüzü, arz |
10. | illâ | : başka, hariç |
11. | mâ şâe | : dilediği şey |
12. | rabbu-ke | : senin Rabbin |
13. | atâen | : lütuf, bağış, ihsan olarak |
14. | gayre | : olmayan |
15. | meczûzin (gayre meczûzin) |
: kesinti, kesilmiş : (kesintisiz, devamlı, kesilmeyen) |