12

١٢

لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا اُذُنٌ وَاعِيَةٌ

(12) linec’aleha lekum tezkireten ve te’iyeha uzunun va’iyetun
Bunu yapalım diye size bir öğüt ve bunu belleyen kulaklar bellesin (diye)

(12) That We might make it a Message unto you, and that ears (that should hear the tale and) retain its memory should bear its (lessons) in remembrance.

1. li nec’ale-hâ : onu kılalım diye
2. lekum : sizin için
3. tezkireten : ibret
4. ve teiye-hâ : ve onu bellesin
5. uzunun : kulaklar
6. vâiyetun : belleyen, işiten

لِنَجْعَلَهَاonu kılalımلَكُمْ sizeتَذْكِرَةًbir uyarıوَتَعِيَهَاve onu anlasın diyeأُذُنٌ kulak daوَاعِيَةٌanlayışlı


SEBEB-İ NÜZUL

Ebu Bekir et-Temîmî kanalıyla Büreyde’den rivayette o şöyle anlatmıştır: Rasûlullah (sa), Hz. Ali’ye: “Umarım ki Allah bana, seni kendime yaklaştırma­mı ve asla uzaklaştırmamamı, sana öğretmemi ve senin de iyice anlamanı -ki senin iyice anlaman Allah üzerine bir haktır -bana emredecektir.” buyurdu da bunun üzerine Allah Tealâ: “Anlayışlı kulaklar anlasın diye” âyet-i kerimesini indirdi.

AÇIKLAMA

Yüce Allah Haqqah suresini bu halin azametine, durumun büyüklüğü­ne, gerçekleşeceği günün dehşetine delâlet edecek ifadeler ile başlatarak şöyle buyurmaktadır: “Gerçekleşmesi muhakkak olan. Nedir o gerçekleşme­si muhakkak olan ve o gerçekleşmesi muhakkak olanın ne olduğunu sana ne bildirdi?” Burada gerçekleşmesi muhakkak olan (Hâkka)’dan kasıt kı­yamettir. Ona bu adın veriliş sebebi, işlerin o günde öylece gerçekleşmesi­nin hak oluşundan, şüphesiz ve tereddütsüz olarak gerçekleşeceğinden do­layıdır. “Haqqah” hak gün demektir. Çünkü o günde bütün hakikatler açıkça ortaya çıkar. Yani vaadin ve tehdidin gerçekleşmesi gerekli, geleceği kesin olan saatin tahakkuk edeceği kıyametin durumu ve nitelikleri nelerdir? Onun şanı pek büyüktür, dehşeti çetindir. Onun hakikatini Yüce Allah’tan başka idrak etmez ve niteliklerini kimse tasavvur edemez. Ey rasul peygamber! Sana onu ne bildirdi? Çünkü o şanının azameti, dehşetinin büyük­lüğü dolayısıyla yaratılmışların bilgilerinin sınırları dışındadır.

Yahya b. Sellam dedi ki: Bana ulaştığına göre Kur’an-ı Kerim’deki: “Sana ne bildirdi?” diye zikredilen ifadelere dair bilgileri Yüce Allah ona bildirmiş ve öğretmiştir. “Sen nerden bileceksin” diye buyurduğu her bir husus ise, ona bilgisini öğretmediği hususlardandır.

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Yüce Allah’ın hakkında: “Sana ne bildirdi” diye geçen hususlar ona bildirilmiştir. Hakkında “sen nerden bileceksin” di­ye buyurduğu hususlar da bildirilmemiştir.

Daha sonra Yüce Allah Mekkelileri ve başkalarını korkutmak için kı­yamet gününü yalanlamış bulunan geçmiş ümmetlere verdiği azap türünü söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

“Semud ve Ad kalpleri dehşetle ürperteni yalanladılar.” Yani Salih’in kavmi olan Semud kabilesi ile Hud’un kavmi olan Ad kabilesi kıyamet gü­nünü yalanladı. Kıyamet günü dehşetleriyle insanların kalplerini çalan, maddeyi patlatıp darmadağın eden demektir. Daha sonra Yüce Allah türlü azapları ve sonuçlarını etraflıca açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

“Semud’a gelince, onlar aşırı şiddetli olan ile helak edildiler.” Salih (a.s)’in kavmi olan Semud topluluğu aşırı şiddetli olan ile büsbütün helak edildiler. Bundan maksat ise ya şiddetli çığlık, yahut yıldırım ya da haddi aşacak kadar ileri sarsıntılardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O zulmedenleri ise korkunç bir ses yakaladı.” (Hud, 11/67) Burada kastedi­len yıldırımdır. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bunun üzerine şiddetli bir sarsıntı onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökenler oluverdiler.” (Araf, 7/78-91) Burada da kastedilen zelzeledir. O halde lafızlar farklı olmakla birlikte anlamları birdir.

“Ad’a gelince onlar da ıslıklı ve azgın bir fırtına ile helak edildiler. O rüzgarı onlara yedi gece ve sekiz gün peşpeşe musallat kıldı.” Hud (a.s)’un kavmi, Ad kabilesi çığlıklı, oldukça soğuk, son derece şiddetli esen, mahve­dici bir rüzgarla helak edildiler. Dehşetinin şiddeti, süresinin uzunluğu, so­ğuğunun fazlalığı oldukça sınırı aşmış, şefkatsiz ve acımasız bir şekilde on­ların üzerinden geçmiş, Allah o rüzgarı onlara musallat etmiş ve yedi gün, sekiz gece boyunca dinmeksizin, kesilmeksizin sürekli olarak onların üzeri­ne göndermiştir. Esen bu rüzgar ardı arkasına getirdiği çakıl taşlarıyla on­ları öldürüyor ve yok ediyordu. Onların kökünü kesip imha ediyordu.

Buraya kadar görülen Kur’an-ı Kerim’de Ad kıssasının, Semud kıssa­sından önce söz konusu edilmesidir. Fakat burada aksini görüyoruz. Çün­kü Semud kıssasından çok kısa bir şekilde söz edilmiştir. Daha kısa olanı öne almak ise Arapların (anlatımdaki) adetlerindendir.

“O kavmi o süre içinde içleri boşalmış hurma kütükleri imişler gibi yere yıkılmış görürdün. Şimdi onlardan geriye kalanı görüyor musun?” Yani şayet sen o kavim ile kendi topraklarında ya da o gün ve gecelerde hazır bulunup, onların yere düşmüş yahut çürümüş hurma kütükleri gibi yıkıl­dıklarını, geriye de onlardan bir şey kalmadığını görseydin, onların kalıntı­larından geriye kalan bir kimseyi farkeder miydin? Aksine onlar bir kişi kalmamak üzere helak oldular. Yüce Allah onlardan geriye kimse bırakma­dı. Nitekim bir başka yerde: “Onların meskenlerinden başka bir şey görün­mez oluverdi.” (Ahkâf, 46/25) diye buyurmaktadır.

Buhari ile Müslim’de sabit olduğuna göre Rasulullah (s.a.) şöyle bu­yurmuştur: “Saba” sabah vakti doğudan esen (rüzgar) “ile bana yardım olundu. Ad kavmi ise (batıdan esen rüzgar olan) debûr ile helak edildi.”

“Firavun da, ondan öncekiler de altı üstüne gelen kasabalar halkı da hep hata işlediler.” Yani azgın Firavun ile ondan önce gelen kâfir ümmetler ile Lût kavminin altı üstüne gelen kasabalarının halkı, şirk ve masiyetler demek olan hatalı işler işlediler.

“Böylelikle kendilerinin rasulüne isyan ettiler. Bundan ötürü o da ken­dilerini oldukça şiddetli bir yakalayış ile yakalayıverdi.” Her ümmet kendi­sine gönderilen rasule karşı çıktı. Allah da onları helak edip, yok etti. On­ları diğer kâfir ümmetlere verdiği cezadan daha ağır, oldukça çetin ve acık­lı bir azab ile yakalayıverdi.

Ayetin baş taraflarının bir başka benzeri Yüce Allah’ın şu buyrukları­dır: “Onların herbiri rasullerini yalanladılar. Bu sebeple azabım hak oldu.” (Sad, 38/14); “Bunların hepsi peygamberleri yalanladı da benim azabım hak oldu.” (Kaf, 50/14) Bir rasulü yalanlayan bir kimse hepsini yalanlamış demektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Nuh kavmi rasulleri yalanladılar.” (Şuara, 26/105); “Ad kavmi rasulleri yalanladılar.” (Şuara, 26/123); “Semud kavmi rasulleri yalanladılar.” (Şuara, 26/141); “Lût kavmi rasulleri yalanladılar.” (Şuara, 26/160)

“Şüphesiz ki su haddini aştığı sırada sizleri gemide biz taşıdık. Onu sizin için bir ibret kılalım ve onu belleyen kulak da bellesin diye.” Nuh (a.s) zamanında su haddini aşıp Allah’ın izniyle yükselerek tufan gerçekleşti­ğinde sizler onların sulblerinde olduğunuz halde mümin olan atalarınızı suyun üzerinde akıp giden gemide taşımıştık. Böylelikle boğulmaktan kur­tulmalarını ve müminlerin kurtulup kâfirlerin suda boğulmalarını ibret ve öğüt kılmak istedik. Siz de bunu Yüce Allah’ın büyük kudretine, harikula­de sanatına ve çetin intikamına delil görmeniz, işittiğini belleyen her bir kulak da bunu duyup dinledikten sonra onu kavrayıp bellemeniz için yap­tık. Buna göre Yüce Allah’ın: “Onu… kılalım ve onu bellesin” buyruğundaki zamir bilinen vakıaya aittir ki; bu da müminlerin kurtarılıp, kâfirlerin su­da boğulmalarıdır.

İbni Ebi Hatim ve İbni Cerir’in, Mekhul’den naklettikleri mürsel bir rivayete göre o şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.)’ın üzerine: “Ve onu belleyen bir kulak da bellesin diye” buyruğu nazil olunca Rasulullah (s.a.) şöyle bu­yurdu: “Ben de Rabbimden onu Ali’nin kulağı kılmasını diledim.” Mekhûl dedi ki: Ali şöyle diyordu: Rasulullah (s.a.)’dan işitip de unuttuğum hiçbir şey yoktur. Bu ayetin Ali (r.a.) dolayısıyla indiğine dair Bureyde’den gelen haber ise, sahih değildir