4

٤

فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَاسَّا فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّينَ مِسْكينًا ذلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِه وَتِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَلِلْكَافِرينَ عَذَابٌ اَليمٌ

(4) femen lem yecid fesiyamu şehreyni mutetabi’ayni min kabli en yetemassa femen lem yesteti’ feit’amu sittiyne miskiynen zalike litu’minu billahi ve resulihi ve tilke hududullahi ve lilkafiriyne azabun eliymun
Fakat kim (köle) bulamazsa arka arkaya iki ay oruç tutsun temas etmeden önce ona gücü yetmeyen altmış yoksulu doyursun işte bu iman etmeniz için Allah ve O’nun resulüne işte bu Allah’ın hudududur kafireler için ise elim bir azap (vardır)

(4) And if any has not (the wherewithal), he should fast for two months consecutively before they touch each other. But if any is unable to do so, he should feed sixty indigent ones. This, that ye may show your Faith in Allah and His Messenger, those are limits (set by) Allah. For those who reject (Him), there is a grievous Penalty.

1. fe : artık, fakat
2. men : kim
3. lem yecid : bulamaz
4. fe sıyâmu : o zaman, o taktirde oruç tutsun
5. şehreyni : 2 ay
6. mutetâbiayni : ardarda, devamlı
7. min kabli : öncesinden, daha önce
8. en yetemâssâ : temas etmek, temas etmesi
9. fe : artık, fakat
10. men : kim
11. lem yestetı’ : gücü yetmez, yapamaz
12. fe : o halde, o zaman
13. it’âmu : doyursun
14. sittîne : altmış
15. miskînen : miskin, yoksul (çalışmaktan aciz, yaşlı kimseyi)
16. zâlike : işte bu
17. li : için
18. tu’minû : îmân ediyorsunuz
19. bi allâhi : Allah’a
20. ve resûli-hi : ve onun resûlüne
21. ve tilke : ve işte bu
22. hudûdu : hudutlar, sınırlar
23. allâhi : Allah
24. ve li el kâfirîne : ve kâfirler için vardır
25. azâbun : azap
26. elîmun : elîm, acıklı

فَمَنْ ama kimلَمْ يَجِدْbulamazsaفَصِيَامُ o halde oruç tutmalıdırشَهْرَيْنِiki ayمُتَتَابِعَيْنِaralıksızمِنْ قَبْلِden önceأَنْ يَتَمَاسَّاbirbirleriyle temas etmeفَمَنْ kimلَمْ يَسْتَطِعْgüç yetiremezseفَإِطْعَامُo zaman doyurmalıdırسِتِّينَ altmışمِسْكِينًاyoksulذَلِكَ buلِتُؤْمِنُواiman etmeniz içindirبِاللَّهِ Allah’aوَرَسُولِهِve Rasulü’neوَتِلْكَ bunlarحُدُودُ sınırlarıdırاللَّهِ Allah’ınوَلِلْكَافِرِينَkâfirlere iseعَذَابٌ bir azap vardırأَلِيمٌ can yakıcı


SEBEB-İ NÜZUL

a) Abdullah kanalıyla Havle bint Sa’lebe ibn Mâlik el-Hazreciyye’den rivayette o şöyle anlatıyor: Allah’a yemin ederim ki Mujadilah Sûresinin başı benim ve (kocam) Evs ibn Sâmit hakkında nazil oldu. Ben onun yanında (onunla evli) idim. Kötü huylu bir ihtiyardı. Bir gün yanıma girdi ve sözüne karşılık verdim. Buna çok kızarak bana: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” diyerek zıhar yaptı. Sonra çıkıp kavmin toplandığı yerlerden birisinde bir süre oturduktan sonra eve geldi ve beni istedi (benimle olmak istedi). Ben de: “Hayır olmaz, Havleciğin nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bana o söylediğini söyledikten sonra Allah ve Rasûlü bizim hakkımızda hükmünü verinceye kadar senin benimle olman doğru olmaz.” dedim. Üzerime atladıysa da ihtiyar olduğu için hakkından geldim, kendimi ona teslim etmedim, üzerimden atıp komşularımızdan birisine gittim, onun elbisesini ödünç alıp giydim, çıkıp Allah’ın Rasûlü’ne geldim. Önüne oturdum ve ondan (kocamdan) gördüklerimi anlattım, ondan gördüğüm kötü muameleyi Rasûlullah’a şikâyet ettim. Allah’ın Rasûlü (Ey Havle, amcanın oğludur, çok yaşlı bir ihtiyardır; onun hakkında Allah’tan takva üzere ol.” diyordu. Ben daha orada yerimden kalkmamıştım ki benim hakkımda Rasûlullah’a vahy inmeye başladı. Rasûlullah’a vahy inerkenki hal onu kaplamıştı. Sonra açıldı ve: “Ey Havlecik, Allah sen ve kocan hakkında vahy indirdi.” buyurup “Ve kâfirler için elîm bir azâb vardır.”a kadar olmak üzere “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Hiç şüphesiz Allah Semî’dir, Basîrdir….” âyetlerini indirdi. Hz. Peygamber (sa): “Ona emret, bir köle azat etsin.” buyurdular. Ben: “Ey Allah’ın peygamberi, onun azat edecek bir kölesi yok ki.” dedim, “O halde peşpeşe iki ay oruç tutsun.” buyurdular. Ben yine: “Ey Allah’ın elçisi, o çok ihtiyar oruç da tutamaz.” dedim. “O halde 60 yoksula yedirsin (doyursun).” buyurdular. Ben: Ey Allah’ın peygamberi, yoksula yedirecek bir şeyi de yoktur.” dedim, “O halde bir arak (30 sâ’ veya 60 sâ’ miktarı bir ölçek) hurma ile ona yardım edelim.” buyurdu. Ben de: “Ben de ikinci bir arak hurma ile ona yardım ederim.” dedim. “Güzel söyledin, o da bunları tasadduk etsin.” Buyurdular.

Ebu Bekir ibn Ebî Şeybe kanalıyla Hz. Aişe’den gelen bir rivayette Havle’nin Hz. Peygamber (sa)’e kocasından şikâyette bulunurken “Ey Allah’ın elçisi, gençliğimi yedi bitirdi, ben ona karnımı açtım (ona çocuklar doğurdum). Ne zaman ki yaşım ilerledi (kemiklerim zayıfladı), çocuktan kesildim, tuttu bana zıhar yaptı. Ey Allahım, (ondan) sana şikâyette bulunuyorum.” dediği ve daha oturduğu yerden ayrılmadan o ve kocası hakkında âyetler indiği” ayrıntılarına yer verilmiştir

b) Taberî’nin Ebu Küreyb kanalıyla İbn Abbâs’tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Câhiliye devrinde bir kimse karısına: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” dediği (zıhar yaptığı) takdirde karısı kendisine haram olurdu ve İslâm’ın başlangıcında da bu böyle idi. İslâm’da ilk zıhar yapan Evs ibnu’s -Sâmit oldu. Amcasının kızı Havle bint Huveylid ile evliydi. Ona zıhar yaptı ama çok geçmeden pişman oldu ve karısına: “Öyle sanıyorum ki şimdi sen bana haram oldun.” dedi. Karısı da ona aynısını söyledi. Evs, karısına: “Hz. Peygamber (sa)’e git ve ona sor.” dedi. Kadın da Rasûlullah (sa)’a geldi. Hanımlarından birisi O’nun saçlarını tarıyordu. “Ey Havlecik, senin bu durumunla ilgili olarak bize bir emir gelmedi.” buyurdular. İşte bunun üzerine Allah Tealâ, Rasûlü’ne vahy indirdi de Hz. Peygamber (sa): “Ey Havlecik, sana müjdeler olsun.” buyurdu. Havle: “Hayırdır.” dedi. Hz. Peygamber (sa): “karısıyla temas etmeden önce bir köle azat etmeleri gerekir”e kadar “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir…” âyetlerini tilâvet buyurdular. Havle bunu işitince: “Bizim kölemiz mi var. Vallahi, o benden başka köle bulamaz.” dedi. Hz. Peygamber (sa): “Kim de bulamazsa temas etmeden önce birbiri peşinden iki ay oruç tutmalıdır.” âyetini okudu. Havle: “Vallahi o bir günde üç kere su içmezse gözleri kör olacak.” dedi. Hz. Peygamber (sa): “Buna da gücü yetmeyen altmış yoksulu doyurur.” kısmını tilâvet buyurdular. Havle: “Bunu nereden bulacak ki, ancak bir defalık yiyeceği var.” dedi. Hz. Peygamber de bir vesak’ın yarısı kadar ona yardımda bulundu -Bir vesak 60 sâ’ idi- ve: “60 yoksula bunu yedirdin, ondan sonra sana ric’atte bulunsun, seni tekrar nikâhlasın.” Buyurdular.

Hz. Aişe’den gelen bir rivayette bu Evs ibnu’s-Sâmit’in karısının adı Cemile olarak verilmiştir.

Yine Taberî’nin Yahya ibn Bişr kanalıyla İbn Abbâs’tan rivayetle zikrettiği bir hadiste olay şöyle anlatılıyor: Câhiliye devrinde zıhar, talâk sayılırdı. İslâmî devrede ilk zıhar yapan Ubâde ibnu’s-Sâmit’in kardeşi Evs ibnu’s-Sâmit oldu. O, karısı hazredi Havle bint Sa’lebe ibn Mâlik’e zıhar yapmıştı. Evs’in zıhar yapması üzerine karısı, bunun talâk olduğunu sandı ve onu tutup Hz. Peygamber (sa)’e getirdi: “Ey Allah’ın elçisi, Evs bana zıhar yaptı ve eğer biz ayrılacak olursak helak olduk demektir. Ben ona karnımı açtım ve ona çocuklar doğurdum. Onunla beraberliğimiz eskidi.” diyor, bu durumdan şikâyette bulunup ağlıyordu. Bu Hususta Hz. Peygamber (sa)’e bir şey de gelmiş değildi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: “Ve kâfirler için elîm bir azâb vardır”a kadar olmak üzere “Allah, kocası hakkında seninle tartışan kadının sözünü işitmiştir…” âyetlerini indirdi

c) İbn Ebî Hatim’in Muhammed ibn Abdurrahman el-Herevî kanalıyla Ebu’l-Aliye’den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Düleyc kızı Havle Ansar’dan bir adamın nikâhı altındaydı. O adamın gözü zayıf, fakir ve kötü huylu idi. Câhiliye ehlinin boşamaları şöyle idi: Bir kişi karısını boşamak istediği zaman ona: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” derdi. Havle’nin ondan bir veya iki muhtaç çocuğu da vardı. Bir gün bir konuda onunla tartıştı ve o Havle’ye: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” deyiverdi. Havle de üzerine elbisesini geçirip Hz. Peygamber (sa)’in yanına geldi. Hz. Peygamber (sa), Hz. Aişe’nin evinde idi ve Hz. Aişe, Rasûlullah (sa)’ın başının bir tarafını yıkıyordu. Hz. Peygamber (sa)’in yanına geldiğinde çocukları da yanındaydılar. Dedi ki: Ey Allah’ın rasûlü, kocamın gözü hastalıklıdır. Kendisi hiçbir şeyi olmıyan bir fakirdir, huyu da çok kötüdür. Ben kendisiyle bir konuda tartıştım, bana kızdı ve: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” dedi. Bununla beni boşamak istemedi. Çünkü benim ondan bir -veya iki- çocuğum var.” Rasûlullah (sa): “Benim bildiğim bir şey varsa o da senin ona haram olduğundur.” buyurdu. Kadın: “Ben, bana ve çocuklarımın babasına verdiğinden dolayı Allah’a şikâyette bulunuyorum.” dedi.

Ebu’l-Aliye anlatmaya şöyle devam eder: Hz. Aişe, dönüp Hz. Peygamber (sa)’in başının öbür yarısını da yıkamak istedi. Kadın da Hz. Aişe ile birlikte dönüp: “Ey Allah’ın Rasûlü, kocamın gözleri sakattır, kendisi de fakirdir ve huyu da kötüdür. Benim ondan bir -veya iki- çocuğum var. Kendisiyle bir konuda tartıştım, kızdı ve: “Sen bana anamın sırtı gibisin.” dedi. Ancak bununla beni boşamak istiyor değildi.” Havle der ki: Hz. Peygamber (sa) başını bana doğru çevirip: “Senin durumun hakkında ona haram olmandan başka bildiğim bir şey yoktur.” buyurdu. Ben yine: “Ben, bana ve çocuğumun babasına gelenden dolayı Allah’a şikâyette bulunuyorum.”

Ebu’l-Aliye şöyle anlatır: Hz. Aişe o sırada Rasûlullah (sa)’ın yüzünün değiştiğini farkedip kadına: “Geriye çekil.” dedi. Kadın geri çekildi. Rasûlullah (sa), Allah’ın dilediği kadar vahyin inmesi halinde kaldı, vahy kesilince dedi ki: “Ey Aişe, o kadın nerede?” Hz. Aişe kadını çağırdı, kadına: “Git ve kocanı bana getir.” buyurdu. Kadın koşarak gitti ve kocasını getirdi. Bir de baktılar ki kocasının gözleri zor görüyor, fakir ve huysuz birisi. Rasûlullah (sa): “Semî ve Alîm olan Allah’a sığınırım.” diye söze başladı ve besmeleyle “Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin (ikinizin) konuşmanızı iştir. Muhakkak ki Allah Semî’dir, Basîr’dir… Karılarından zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alanların karısıyla temas etmeden önce bir köle azat etmeleri gerekir…” kavline kadar bu âyetleri okudu, sonra şöyle buyurdu: “Karınla temasta bulunmadan önce azat edecek bir köle bulabilir misin?” Adam: “Hayır.” dedi. “Ardarda iki ay oruç tutabilir misin?” diye sordu. “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ben, iki veya üç kere yemek yemiyecek olursam gözüm neredeyse kör olup kapanır.” dedi. Rasûlullah (sa): “Altmış yoksulu doyurabilir misin?” diye sordu, “Hayır, ancak sen bana yardım edersen doyurabilirim.” dedi.

Ebu’l-Aliye der ki: Rasûlullah (sa) ona yardım etti ve o da altmış yoksulu doyurdu. Böylece Allah Tealâ (sen bana anamın sırtı gibisin diyenler hakkında­ki) boşanma (hükmünü) değiştirip zıhar yemini kıldı


AÇIKLAMA

“Kocası hakkında sana müracat (mücadele) eden ve Allah’a şikâyet eden kadının sözünü Allah işitti. Allah sizin konuşmanızı işitiyordu. Çün­kü Allah işitir görür.” Yani ey peygamber, kendisine ” sen bana (haramlıkta) annem gibisin.” diyerek zıhar yapan kocası hakkında sana müracat eden ve şikâyetini Allah Teâla’ya arz eden kadının kendisini üzüp kederlendiren bu durumu Allah Tealâ kabul etti. Allah zaten aranızda geçen o konuşmaları işitiyordu. Çünkü Allah Tealâ işitilecek her şeyi ve görülecek her şeyi en mükemmel şekilde işitir ve görür. Sizin o kadınla aranızda geçen konuş­ma da bunlardan biridir.

“Mujadilah” burada “muhavere” manasınadır. Muhavere de bir sıkıntı­dan çıkış yolu bulmak için konunun tekrar tekrar konuşulmasıdır. Şikâyet: Başa gelip de hoşlanılmayan şeyi haber vermektir. İşitme: Kendisiyle ses­lerin anlaşıldığı bir sıfattır ve ilim sıfatından başkadır. Burada bahsi geçen kadın Havle binti Salebe’dir. Kocası: Ensar’dan Evs. b. Samit’tir.

Daha önce de geçtiği gibi Buhari, Nesei ve daha başkalarının da Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle demişti: İşitmesi bütün sesleri kuşatan Allah’a hamdolsun, Havle binti Salebe geldi Rasulullah’a (s.a.) şi­kâyetini arzetti. Ben odanın köşesinde idim. Sözlerini tam anlayamıyordum. Hemen “Allah Tealâ kadının sözünü işitti.” ayetini indirdi.

Ayetin başındaki “kad” beklenen bir şeyin oluşunu ifade eder. Nitekim Rasulullah (s.a.) ile bu kadın, onun şikâyet ve sözlerini Allah Tealâ’nın ka­bul etmesini ve bu konuda onu rahatlatacak hükmü indirmesini gözlüyorlardı. “Allah işitti.” sözü icabet etmek ve kabul etmekten mecazdır.

Sonra Allah Tealâ zıhar yapanları azarlayarak şöyle buyurdu: “Hanımlarına zıhar yapanlar, o kadınlar onların anneleri değildir. Onların an­neleri ancak onları doğuranlardır.” Yani hanımlarına “Sen bana annemin sırtı gibisin, yani sen bana annem gibi haramsın.” diyerek onları anneleri­ne benzetenlere gelince: Bu onların yalanıdır. Çünkü hanımları onların an­neleri değildir. Gerçekte anneleri, onları doğuranlardır. Bu ifade de bir tevbih (azarlama) ve itab vardır.

“Bununla beraber onlar şüphesiz çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar Muhakkak Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.” Yani bu zıharı yapanlar bu sözleriyle, nasıl ki akıl kabul etmiyorsa aynı şekilde dinin de kabul etmedi­ği, cevaz vermeyip kabih gördüğü çirkin ve yalan bir söz söylemiş oluyor­lar. Allah’ın affı ve mağfireti çoktur. Zira vermeleri lâzım gelen keffareti onları bu münkerden kurtarmak için meşru kılmıştır. Allah Teâla günah işleyip sonra tevbe edenleri affettiği gibi istediklerini tevbesiz de affeder Ayet-i kerimede “Şirkin dışında dilediklerini affeder.” buyuruluyor.

Allah Tealâ, hanımı anneye benzetmek olduğu için zıharı “çirkin” ve “yalan” olarak vasıflandırdı. Bu, dinin kabul etmediği ve tanımadığı çirkin bir söz, yalan bir haberdir. Bu ifade zıhar yapmanın haram olduğuna delâ­let eder. Zıhar, Şafiilere göre de büyük bir günahtır. Çünkü bu, Allah’ın iz­ni olmadan O’nun hükmünü değiştirmeye yeltenmedir. Bunu yapan yalan­cıdır, dine muarızdır.

Zıhar, cahiliye devrinde ebedî haramlığı gerektiren ve dönüşü olma­yan bir talâk sayılırdı.

Şafii ve Hanbelilere göre zıharın sahih olmasının ölçüsü şudur: Talâkı sahih olan herkesin zıharı sahihtir. Buna göre âkil baliğ olanın zıharı sa­hihtir ve bu konuda müslüman, kâfir müsavidir. Dolayısıyla “hanımlarına zıhar yapanlar…” ayeti umumi olduğu için bu mezhepler nezdinde zımmınin talâkı sahih olduğuna göre zıharı da sahihtir. Hanefi ve Malikilere göre ise müslüman, âkil baliğ olan her kocanın zıharı sahihtir. Buna göre zımmınin zıharı sahih olmaz, üzerine hiçbir hüküm terettüp etmez. Çünkü “Sizden hanımlarına zıhar yapanlar” ayetinin zahiri müminlere hitap et­mektedir. Dolayısıyla bu, zıharın müminlere has olduğuna delâlet eder Çünkü sahih bir zıharın getireceği hükümlerden biri de hanımına dönmek isteyip de köle azadından aciz kalan kişinin oruç tutmasının vacip olması­dır, bu haliyle zımmiye orucun vacip olması mümkün değildir.

Ahmed b. Hanbel hariç cumhura göre kadının kocasına “Sen bana an­nemin sırtı gibisin.” diyerek zıhar yapması sahih değildir. Evzâi’ye göre bu bir yemindir, keffaret verir. Razi’ye göre bu görüş isabetli değildir. Çünkü zıharda erkek asıl olduğu halde ona yemin keffareti lâzım gelmiyor, kadına nasıl lâzım gelsin. Ve yine zıhar sözle haram kılmaktır. Halbuki kadın talâ­ka malik olmadığı için buna da malik değildir.

Ahmed b. Hanbel’den gelen kuvvetli bir rivayete göre ise kocasına zı­har yapan hanıma zıhar keffareti vacip olur. Çünkü o, “çirkin” ve “yalan” sözü söylemiştir. Ahmet’den gelen diğer bir rivayete göre yemin keffareti vacip olur. Bu, onun mezhep esaslarına daha uygundur.

Zıharda hanımın benzetildiği kadına gelince: Hanefilere göre bu, ister nesep ister süt ister hısımlık sebebiyle olsun kişiye nikâhı ebediyyen ha­ram olan kadındır veya sırtı, karnı gibi bakması helâl olmayan bir uzvu­dur. Şafii mezhebi de böyledir. Ancak onlar oğlun hanımını ve zıhar yapa­nın süt kızını istisna ettiler. Çünkü bu ikisi bir zaman ona helâl idiler. O zamanı kastetmiş olması muhtemeldir.

Malikilere göre benzetilen varlık, cinsî teması kocaya asla helâl olma­yan her hangi bir varlık olabilir. Bu erkek olur, kadın olur veya hayvan ola­bilir. Bu itibarla kişinin hanımını veya saçı ve eli gibi bir cüzünü annesine benzetmesiyle zıhar sahih olur.

Hanbelilere göre de benzetme ister tamamına ister eli, yüzü, kulağı gi­bi bir uzvuna yapılsın zıhar sahih olur. Ayrıca ister nesep ister süt ister hı­sımlık sebebiyle olsun kendisine ebediyyen haram olan kadınların hepsine şamildir. Mesela anneler, nineler, teyzeler, halalar ve kızkardeşler buraya dahildir. Ve yine hanımın kızkardeşi veya halası gibi muvakkaten haram olan kadınlara, erkekler, hayvanlar veya ölüler gibi aslen haram olanlara da şamildir. Yani bunlara benzetmek zıhar olur.

Sonra Allah Tealâ zıhar keffaretini beyan ederek şöyle buyurdu: “Ha­nımlarına zıhar yapıp sonra söylediklerinden dönecek olanlar birbiriyle te­mas etmeden evvel bir köle azat etsinler. İşte size bu öğütleniyor. Allah, yaptı­ğınız her şeyden haberdardır.” Yani kendilerinden zıhar sadır olanlar sonra bunu bozmak ve temasın mubah olduğu önceki hallerine dönmek isterlerse, söyledikleri bu söz sebebiyle, temas etmeden önce bir köle azat etmeleri üzerlerine vaciptir. Keffaret vermeden temasta bulunmaları caiz değildir. İşte size emredilen hüküm veya keffaret budur. Ya zıhar günahını irtikap etmekten vaz geçersiniz veya bu emirlere uyarsınız. Allah amellerinizden haberdardır, hiçbir şey ona gizli kalmaz. Bunların karşılığını verecek O’dur.

Bu ayette geçen “dönmek” kelimesi ile ne kastedildiği hususunda alimler ihtilâf etmişlerdir: Zahiriyye mezhebi ve Ebulaliye’ye göre zıhar lafzının tekrar edilmesidir. Buna göre zıhar lafzını tekrar etmedikçe keffa­ret lâzım gelmez. Bu görüş batıldır. Hanefi ve Malikilerde meşhur olan görüşe göre “dönmek” temasta bulunmaya karar vermektir. İmam Şafii’ye gö­re bunun manası zıhardan sonra kocanın hanımını, boşaması mümkün ola­cak kadar bir müddet tutması ve boşamamasıdır. Çünkü onu annesine benzetmesi hanım olarak tutmamasını gerektirir. Tutmuşsa sözünden dön­dü, demektir.

Ahmed b. Hanbel’e göre ise temasa dönmesi veya buna karar vermesi­dir. Keffaret vermedikçe bu ona helâl olmaz.

Kısacası bu konuda üç veya dört görüş vardır: Zıhar lafzının tekrarı, temasa karar verme, önden temas ve boşayabileceği kadar bir müddet tutması Zahiriyye mezhebinin görüşüne cumhur şu cevabı vermiştir: Bu gö­rüş ilk zıharın keffaret gerektirmediğini ifade eder ki Havle kıssası bunu reddetmiştir. Zira “tekrar” rivayet edilmemiş, Rasulullah da böyle bir şey sormamıştır.

“Bir köle azat etmek” her azası tam olan bir köle azat etmektir veya bir köle azat etmek üzerlerine vaciptir. Burada köle, iman şartı olmadan mutlak gelmiştir. Bu da kâfir olsun mümin olsun herhangi bir köle azat et­menin yeterli olmasını gerektirir. Hanefi ve Zahiriler nassın bu şekilde za­hirine göre hükmetmişlerdir. Çünkü iman şart olsaydı Allah Teâla hata ile öldürme kefaretinde olduğu gibi burada da beyan ederdi. O halde Allah Tealâ’nın mutlak getirdiği yerde mutlak, mukayyed getirdiği yerde mukayyed yapmak vaciptir, şu halde herbiriyle kendi yerinde amel edilmelidir. Hanefilerin görüşü şu esasa bina edilmiştir: “Burada imanı şart koşmak nassa bir ilâvedir, bu ise nesihtir. Halbuki Kur’an ancak Kur’an ile veya mütevatir veya meşhur haber ile nesholunur. Mutlak mukayyede ancak aynı hükümde ve aynı hadiste olursa hamlolunur.”

Cumhur ise mutlakı mukayyede hamlederek nasıl kölenin mümin ol­ması hata ile öldürmede nas ile şart kılınmışsa diğer kefaretlerde de şart­tır demiştir. Çünkü hepsinde mucip aynıdır; köle azat etme. İmam Malik’in kendi senediyle siyah cariyenin kıssası hakkında Muaviye b. Hakem es-Sulemi’den rivayet ettiği Rasulullah’ın (s.a.) “Onu azat et. Çünkü o cariye müminedir hadisi ile de bu görüş kuvvet kazanmaktadır.

“Birbiriyle temas etmeden” sözünde bahsedilen şahıslar, daha önce sö­zü geçen zıhar yapan koca ile zıhar yaptığı hanımıdır. “Temas” cinsel ilişki­den kinayedir. Bu sebeple kefaretten önce ilişki haramdır. Hanefi’lere göre öpme gibi ilişkiye hazırlayan hareketler de haramdır. Çünkü haramın yolu da haramdır. Şafiilerde azhar olan görüşe göre bu, haram değildir. Tıpkı hayızlı kadın ve oruçlu insan gibi, temas haramdır, teması hazırlayan ha­reketlerde bulunması haram değildir.

“Kim bunu bulamazsa temas etmeden önce aralıksız iki ay oruç tutsun.” Yani elinde kölesi olmayan, zaruri ihtiyacından fazla olarak köle pa­rası da bulamayan veya zamanımızda olduğu gibi köle bulunmadığı için satın alıp azat edemeyen kişi, Kur’an nassının emri ile cinsi münasebette bulunmadan önce aralıksız iki ay oruç tutması vaciptir. Bu orucun aralık­sız olması üzerinde alimler icma etmiştir. Bir mazeretten dolayı bir veya birkaç gün tutmasa veya gece yahut gündüz bilerek münasebette bulunsa cumhura göre yeniden başlar. İmam Ebu Yusuf ve Şafii’ye göre gece temas­ta bulunursa yeniden başlamaz, çünkü gece oruç zamanı değildir.

Malikilere göre hastalıkla, unutarak oruç tutmamakla, tehdit altında orucu bozmakla, henüz fecir doğmadı veya güneş battı zannederek yiyip iç­mekle ara vermiş sayılmaz.

Hanefilere ve Şafiilerde karar kılınan sonraki görüşe göre, hastalık gi­bi oruç bozmayı mubah kılan bir mazeret sebebiyle oruç tutmazsa ara ver­miş sayılır. Cinnet getirme sebebiyle tutmasa ara vermiş sayılmaz.

Hanbelilere göre zıhar yapan kişi iki ay boyunca bir mazeretten dolayı oruca ara verirse kaldığı yerden devam eder, özürsüz bozarsa yeniden başlar.

Alimler “kifaf miktarı”nda ve maddi durumunun iyi olup olmamasının zamanı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Malik’e ve İmam Şafii’nin azhar olan görüşüne göre kefareti eda zamanındaki haline itibar edilir. Çün­kü kefaret, teyemmümün abdeste, namazda oturmanın kıyama bedel sa­yılması gibi bedeli kendi cinsinden olmayan bir ibadettir. Dolayısıyle eda vaktindeki haline itibar edilir. Ahmed b. Hanbel ise kefarette ibadet değil ukubet tarafının galip olduğunu esas alarak, vücub vaktine itibar etmiştir.

İki ayın hesaplanmasında neyin esas alınacağına gelince; en meşhur olanı hilâllerin esas alınmasıdır. Kamerî ayın tam veya noksan olması ara­sında fark yoktur. Ayın başında başlayan kişi ay noksan bile olsa hilâle gö­re iki ayı tamamlar. Kamerî ayın başında başlamayana gelince; ondan son­ra gelen ayı hilâle göre tamamlar. Önceki ayın gününü ise diğer aydan otu­za tamamlar. Çünkü başında başlamadığı için onda hilâle göre sayması mümkün olmaz. Hanefilere göre ise mutlaka altmış gün tutmalıdır.

“Buna da gücü yetmeyen altmış yoksul doyursun.” Yani yaşlılıktan ve­ya müzmin hastalıktan veya adeten tahammül edilmeyecek ağır bir me­şakkatten dolayı aralıksız iki ay oruç tutamazsa, altmış yoksul doyurması vacip olur. Hanefilere göre bunun miktarı fıtır sadakası gibi ya yarım sa’ buğday veya bir sa’ (ikibin yediyüz ellibir gram) hurma veya arpadır. Bu da yine temastan önce verilmelidir ve fıtır sadakasının verildiği yerlere ve­rilir. Kur’an’ın zahirine göre ister ibaha (yemek olarak yedirme) ister tem­lik (eline verme) şeklinde olsun caizdir. Çünkü vacip olan it’âmdır. İfâmın hakikati ise imkân vermedir. Bu da ibaha ve temlik yolu ile yerine gelmiş olur.

Malikilere göre eğer beldenin ana gıda maddesi buğday ise buğdaydan üçte iki müdd her bir yoksula temlik eder, arpa veya darı veya başkaların­dan veremez. Şayet ana gıda maddesi buğdaydan başka bir şey ise o gıda­dan miktar olarak değil ama doyurma açısından üçte ikisi müdd buğdaya denk miktarı temlik eder. Üçte iki müdde ulaşmak şartıyle öğle ve akşam yemeklerini yedirmesi (yani ibaha yolu) da yeterlidir.

Şafii ve Hanbeliler de temliki şart koşarlar. Her fakire verilecek mik­tar ise buğdayda bir müdd, hurma ve arpada yarım sa’dır. Temliki şart koşmalarındaki delil kıyastır. Bunu zekâta ve fıtır sadakasına kıyas ederler.

“Altmış yoksul doyursun” ayetinin zahiri mutlaka “altmış” sayısının bulunmasını gerektirmektedir. Bundan dolayı Hanefiler hariç cumhura gö­re bir kişiyi altmış gün doyursa sahih olmaz. Çünkü ayetin zahiri altmış kişiyi doyurmayı vacip kılmıştır. Zahire riayet edilmesi vaciptir. Hanefilere göre ise bu caizdir, zira maksat muhtacın ihtiyacını gidermektir. Her gün bu miktar aynı kişiye verilirse, her gün tekerrür eden o ihtiyacı giderilmiş olur.

Ancak bu görüş nassın zahirine muhaliftir. Bir kişi hakkında ihtiyacın tekerrür etmesiyle bu altmış fakir olmaz. Maksat ihtiyaç gidermektir, şek­lindeki talil, nassın muktezasını iptal etmektedir. Dolayısıyla bu caiz olmaz.

Alimler zıhar keffaretinin ayetlerdeki tertibe göre verilmesi lâzım gel­diğinde ittifak etmişlerdir. Önce köle azadı, sonra oruç, sonra fakir doyur­ma. Buhari ve Müslim’in de rivayet ettiği, Ramazanda hanımına yakın olan kişinin kıssası ile ilgili hadis-i şerifler de bu tertibi emretmektedir.

Yine fakihler, kefareti ödemeden hanımına yaklaşan kişinin emr-i ilâ­hiye muhalefet ettiği için günahkâr olacağında ittifak etmişlerdir. Bu halde de kefaret sakıt olmaz, kefaret verinceye kadar hanımı kendisine haram olmaya devam eder. Bu hüküm azat etme, oruç ve fakir doyurmanın her üçüne de şamildir.

Kefareti eda ederken hanımına yakın olsa bu hareketin hükmü hak­kında fakihler şu farklı görüşleri serdettiler:

Malikilere göre kefaret öderken münasebet haramdır, yaptığı kefare­ti iptal eder ve neresinde olursa olsun yeniden başlar.

Şafiilere göre zıhar yapan kişi oruç tutarken gece temasta bulunsa gü­nahkâr olur. Çünkü kefaretten önce temasta bulunmuştur. Ancak yeniden başlamaz, çünkü gece yemek yemiş gibi sayılır ve bu teması “aralıksız tut­macına zarar vermez. Aynı şekilde fakir doyurma şeklinde eda ederken te­masta bulunsa yine devamına zarar vermez.

Hanefi ve Hanbeliler ise şu tafsilatı getirdiler: Kefareti oruç tutarak eda ederken temasta bulunsa tuttuğu oruçlar fasit olur, yeniden başlamadır. Ama fakir doyurarak eda ederken temasta bulunsa yedirdikleri batıl olmaz, iadesi lâzım gelmez. Çünkü ayet-i kerimeler köle azadında ve oruç tutmada bunların temastan önce yapılması şartını getirdikleri halde fakir doyurmada bu şart zikredilmemiştir.

“Bunlar Allah ve Rasulüne iman etmeniz içindir ve bunlar Allah’ın sı­nırlarıdır. Kâfirler için elim bir azap vardır.” Yani beyan ettiğimiz zıhar se­bebiyle kefaret vacip olması hükmü, sizin Allah’ın Tealâ dinini ve emrini ve Rasulünü (s.a.) tasdik etmeniz, dinin koyduğu sınırları çiğneyip geçme­meniz ve orada durmanız, çirkin ve yalan bir söz olan zıharı bir daha yap­mamanız içindir. Zikredilen bu hükümler Allah’ın koyduğu sınırlar yani haramlardır, onlara riayet edin ve çizdiği bu sınırları geçmeyin. Zira Allah Tealâ zıharın bir masiyet olduğunu, adı geçen zıhar kefaretinin affı ve mağfireti sağlıyacağının umulacağını, bu sınırlara riayet etmeyip çiğneyen kâfirler için ise bu küfürlerine karşılık dünyada olduğu gibi ahirette de acı bir cehennem azabı olduğunu beyan etmiştir.

Haccın Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkı olduğunu beyan eden ayetin sonunda “Kim bu hakkı inkâr ederse (tanımazsa) bilsin ki Allah alemlerden müstağnidir.” (Ali İmran, 3/97) ifadesinde olduğu gibi burada da vebalin ağırlığını hissettirmek için sınırlan tecavüz edenler için “kâfir” kelimesi kullanılmıştır