104

    RevelationCuzPageSurah
    92 594Nisa(4)

١٠٤

وَلَا تَهِنُوا فِى ابْتِغَاءِ الْقَوْمِ اِنْ تَكُونُوا تَاْلَمُونَ فَاِنَّهُمْ يَاْلَمُونَ كَمَا تَاْلَمُونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّهِ مَا لَا يَرْجُونَ وَكَانَ اللّهُ عَليمًا حَكيمًا

(104) ve la tahinu fibtiğail kavm in tekunu te’lemune fe innehüm ye’lemune kema te’lemune ve tercune minellahi mala yercun ve kanellahi alimen hakima

gevşeklik göstermeyin (düşman) kavmi takip etmekte eğer bir elem çekiyorsanız muhakkak onlarda sizin gibi elem çekiyorlar ama sizin Allah’tan ümit edeceğiz şeyleri onlar ümit edemiyorlar Allah bilen, hikmet sahibidir

(104) And slacken not in following up the enemy: if ye are suffering hardships, they are suffering similar hardships but ye have hope from Allah, while they have none. And Allah is full of knowledge and wisdom.

1. ve : ve
2. lâ tehinû : gevşeklik göstermeyin
3. fî ibtigâi : arama konusunda, aramakta
4. el kavmi : kavim
5. in : eğer
6. tekûnû : siz oluyorsunuz
7. te’lemûne : acı çekersiniz, acı duyarsınız
8. fe : sonra, ayrıca
9. inne-hum : muhakkak ki onlar
10. ye’lemûne : acı çekiyorlar
11. kemâ : gibi
12. te’lemûne : siz acı çekiyorsunuz
13. ve tercûne : ve ümit ediyorsunuz
14. min allâhi : Allah’tan
15. : şey
16. lâ yercûne : ümit etmiyorlar
17. ve kâne : ve oldu, …dır
18. allâhu : Allah
19. alîmen : en iyi bilen
20. hakîmen : hüküm ve hikmet sahibi

وَلَا تَهِنُوا gevşeklik göstermeyinفِي ابْتِغَاءِ izlemekteالْقَوْمِ o topluluğuإِنْ تَكُونُوا تَأْلَمُونَ siz acı duyuyorsanızفَإِنَّهُمْ muhakkak onlar daيَأْلَمُونَ acı duyuyorlarكَمَا تَأْلَمُونَ sizin acı duyduğunuz gibiوَتَرْجُونَ üstelik siz umuyorsunuzمِنْ اللَّهِAllah’tanمَا لَا يَرْجُونَ onların ummadığı şeyleriوَكَانَ şüphesiz olandırاللَّهُ Allahعَلِيمًا Alîmحَكِيمًا ve Hakim


SEBEB-İ NÜZUL

l. İbn Abbâs’tan rivayet ediliyor: Uhud günü müslümanların başına gelenler geldikten sonra Allah’ın Rasûlü ve ashabı dağa çıktılar. Aşağıdan Ebu Süfyan geldi ve: “Ey Muhammed, yara, yaraya karşılıktır. Savaş böyle sırayladır; bir gün size ise bir gün de bizedir.” dedi. Allah’ın Rasûlü (sa) ashabına: “Şuna cevap versenize.” buyurdu, onlar: “Ortada eşitlik yok: Bizim ölülerimiz cennette, sizinkilerse cehennemde.” dediler. Ebu Süfyân: “Uzzâ bizimdir, sizin Uzzâ’nız yok.” dedi. Allah’ın Rasûlü (sa): “Allah bizim Mevlâmızdır, sizinse mevlânız yok.” deyiniz.” buyurdular. Ebu Süfyân: “Yücel ey Hübel!, yücel ey Hübel!” dedi. Hz. Peygamber: “Allah en yücedir, en Uludur!” deyiniz.” buyurdular. Ebu Süfyan: “Bizim ve sizin buluşma yerimiz Bedr es-Suğrâ olsun.” dedi. O gün müslümanlar yaralı olarak uyudular. İkrime der ki: İşte orada “Eğer size bir yara değmişse o kavme de o kadar yara değmiştir. Biz o günleri insanlar arasında leh ve aleyhlerine döndürür dururuz…” (Alu İmrân, 3/140-141) âyetleri ile “Kavmi arayıp takip etmekte gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız, şüphesiz onlar da sizin duyduğunuz o acı gibi acı duyuyorlar. Halbuki siz Allah’tan, onların umut edemiyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.” âyet-i kerimesi nazil oldu.  İbnu’l-Cevzî ise bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber (sa)ın, ashabına, Uhud’un akabinde çekilen Ebu Süfyân’in peşinden gitmelerini emrettiğinde onların yaralı ve güçsüzlüklerinden yakınması üzerine indiğini kaydetmektedir.  Ancak İbnu’l-Cevzî bu görüşü herhangi bir sahabî veya müfessire isnat etmemiştir.

2. ‘Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve Rasûlü’nün dave­tine icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve takvaya erenler için ecr-i azîm vardır.” (Alu İmrân, 3/172) âyetinin nüzul sebebinde geçtiği üzere Uhud Gazve­sinin hemen akabinde tam bir sonuç alamadan Mekke’ye doğru geri çekilen Ebu Süfyân ve ordusunu, müslümanların henüz tükenmediğini göstermek üzere ta­kip emri hakkında nâzil olduğu da söylenmiştir. Ancak Allah yolunda çıkılacak bütün cihadlar hakkında umumî olduğu da şüphe götürmez.