35

٣٥

اُولءِكَ فى جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَ

(35) ulaike fiy cennatin mukremune
İşte bunlar cennetle ikram olunurlar

(35) Such will be the honoured ones in the Gardens (of Bliss).

1. ulâike : işte onlar
2. : içinde, de
3. cennâtin : cennetler
4. mukremûne : ikram olunan kimseler

أُوْلَئِكَişte bunlarفِي جَنَّاتٍcennetlerdeمُكْرَمُونَağırlanırlar


AÇIKLAMA

“Gerçekten insan cimri (helûl) olarak yaratılmıştır.” Yani o kendisine zarar erişirse feryadı basandır. “Ona hayır dokunsa cimrilik edip, infak et­meyendir.” Yani tahammülsüzlük insanın mayasında vardır. Yahut helûl, aşırı tutkun ve az sabırlı demektir. Belâya sabretmeyen, nimetlere şükret­meyen kişinin vasfıdır. Aynı şekilde bu fakirlik, ihtiyaç, hastalık ve benzeri bir sıkıntı gelip çattığında çokça tahammülsüzlük gösteren ya da çokça üzülüp şikâyet eden kimse diye de açıklanmıştır. Buna zenginlik, bolluk ya da makam, mevki yahut güç, sağlık ve benzeri nimetler verilecek olursa da kimseye bir şeyler vermez, başkasına karşı oldukça cimrilik gösterir, eli sı­kı davranır.

İmam Ahmed’in ve Ebu Davud’un rivayetine göre Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “Bir adamdaki en kötü şey, kişiyi mal toplamaya iten cimrilik ve korku zamanlarında kalbin alabildiğine zaaf gösterdiği korkaklıktır.”

Daha sonra Yüce Allah aşağıdaki on niteliğe sahip kimseleri istisna etmektedir:

1, 2- Namazı kılmak ve ona devam etmek: “Ancak namaz kılanlar müstesna. Onlar ki namazlarına devam ederler.” Yani hayra iletilen ve bu hususta kendilerine başarı verilen kimseler dışındaki insanlar yerilmeye değer niteliklere sahiptirler. Bu müstesna kimseler namazlarını eda eder­ler. Vakitlerine, farzlarına gereği gibi riayet edenler. Onlar hiçbir zaman namazlarını terketmezler. Hiçbir iş onları namaz kılmaktan alıkoymaz. Namazın farzlarından, sünnetlerinden birisini ihlâl etmezler. Namazın hakikatinin gerektirdiği Allah ile irtibatlı olmak, huzur ve sükûn içerisinde Allah’ın önünde saygı ile durmak emrini yerine getirirler. Bunlar hiçbir şe­kilde cimrilik, sabırsızlık, başkalarını hayırdan mahrum etmek gibi o sıfat­lara sahip değildirler. Onlar imanları ve ruhlarındaki hak dinin yer edin­miş olması sebebiyle övülmeye değer niteliklere ve hoşnut olunan özellikle­re sahiptirler.

Bu buyruk, ibadete devam etmenin gereğine bir delildir. Nitekim sa­hih hadiste Aişe (r.a.)’den rivayete göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuş­tur: “Allah için amellerin en çok sevileni az dahi olsa devamlı olanıdır.” Bir başka lafızda: “Ameli işleyenin devamlı işlediği ameldir.” şeklindedir. Aişe (r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a.) bir amelde bulundu mu onu devamlı işlerdi yahutta üzerine sebatla devam ederdi.

Bu durumda ayet ile namazı vakitlerinde devamlı kılanlar kastedil­mektedir. Namazın durumunu önemsemek ise namazdan önce birtakım hususları yerine getirmeye dikkat etmekle gerçekleşir. Abdest, avretin ör­tülmesi, kıbleye yönelmek ve diğer hususlar. Vaktin girmesiyle birlikte kal­bin namazla meşgul olması namaz ile birlikte dikkat edilmesi gereken hu­şu, riyakârlıktan sakınmak gibi hususlarla nafileleri ve tamamlayıcı diğer amelleri yapmak suretiyle ortaya çıkar. Ayrıca boş işlerden sakınmak, ita­ate aykırı hususlardan uzak durmak gibi namaz ile ilgisi olan hususların gözönünde bulundurulması da bunu gerçekleştiren hususlar arasındadır. Çünkü namaz hayasızlıktan ve münkerden alıkoyar. Namazdan sonra masiyetin işlenmesi o namazın kabul olunmadığının delilidir.

3- Zekâtı ve diğer malî görevleri yerine getirmek: “Onlar ki malların­da bilinen bir hak vardır: Dilenene ve yoksula.” Onların mallarında ihtiyaç sahipleri için ayrılmış belirli bir pay vardır. İster dilensinler, ister iffetli davransınlar. Bu farz zekâtları ve insanın kendisini yükümlü tuttuğu adak yahut sürekli (cari) bir sadaka ya da sürekli bir yardım (vakıf) gibi bütün hususları kapsar. İşte bu da ruhu eğiten, ahlâkî hedefi ve üstün dinî amacı bulunan ibadetlerin farz oluşundan sonra, toplumsal hedefleri bulunan malî ibadetin farz oluşunun delilidir. Buna göre haktan maksat farz olan zekâttır. Bunun delili de “bilinen” olmakla nitelendirilmesi ve namazın de­vamı ile birlikte söz konusu edilmiş olmasıdır. Zekâtın dışındaki infaklar hakkında olduğu da söylenmiştir. O takdirde bu mendupluk ve müstehaplık ifade eder.

4- Amellerin karşılıklarının verileceği günü tasdik etmek: “Ve onlar ki hesap gününü tasdik ederler.” Yani onlar kıyamet gününe yahut ölümden sonra dirilişe, hesaba ve cezaya (amellerin karşılıklarının görüleceğine) ke­sinlikle inanırlar. Bugünün geleceğinde hiç şüphe etmezler, onu inkâr et­mezler. Bu sebeple onlar sevap ve mükâfatı ümit eden, cezalandırılmaktan korkan kimselerin ruh hali ile amel ederler. Bu da amelin itikadı, sözü ve fiili tashihe iten bir amacının bulunduğunun bir delilidir.

5- Allah’ın azabından korkmak: “Ve onlar ki Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü Rablerinin azabından yana güven altında olunmaz.” Yani onlar farzları terkedip, yasakları işleyecek olurlarsa Allah’ın azabından korkarlar, çekinirler. Çünkü azap kesinlikle gerçekleşecektir. Herhangi bir kimsenin o azaptan yana kendini güvenlikte hissetmemesi gerekir. Herke­sin o azabtan korkması icab eder.

Bu ayetin bir benzeri de şu buyruklardır: “Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.” (Enfâl, 8/2); “Verdikle­rini verirlerken Rablerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri ürperenler…” (Müminûn, 23/60)

İşte bu azaptan korkmanın kişiyi itaate götüren, masiyetten de alıko­yan bir etken olduğunun ve kimsenin Allah’ın azabından -ileri derecede itaatkâr birisi dahi olsa- kendisini güvenlik altında görmemesi gerektiği­nin delilidir.

6- İffetli davranmak ve hayasızlıklardan uzak durmak: “Onlar ki baş­kalarına karşı ırzlarını korurlar, eşlerine yahut sağ ellerinin sahip oldukla­rına karşı müstesna. Çünkü onlar kınanmazlar. Ama kim bundan ötesini isterse işte bunlar sınırı aşanlardır.” Mahrem yerlerini haramdan alıkoyup Yüce Allah’ın izin vermediği hallerden onları alıkoyan kimselerdir. Allah’ın izin verdikleri ise eş ve cariyeler demek olan sağ ellerin sahip olduklarıdır. Bunlardan meşru olan bir yolla yararlanmakta kınanacak bir taraf yoktur. Kim bundan başka bir arayışa geçecek olursa o haddi aşmış, kendilerini de, ümmetlerini de zarara sokan taşkın kimselerdirler.

Bu da evlilik ve -dünyada köleliğin mevcut olduğu dönemlerde- cariye­lerle yararlanmanın dışındaki bütün yolların haram olduğunun delilidir.

7, 8- Emanetleri eksiksiz yerine getirmek ve ahidlere bağlı kalmak: “Onlar ki emanetlerine ve ahidlerine uyarlar.” Yani onlar kendilerine veri­len emanetleri sahiplerine tastamam geri verirler. Antlaşmalarını da ek­siksiz yerine getirirler. Kendi adlarına bağlandıkları antlaşmalarından hiç­bir şeyi ihlâl edip bozmazlar. Onlara bir şey emanet edilecek olursa hainlik etmezler. Ahidleştiklerinde de sözlerinde durmamazlık etmezler.

İşte bunlar müminlerin nitelikleridir. Bunların zıttı ise münafıkların nitelikleridir. Nitekim sahih hadiste şöyle buyurulmuştur: “Münafığın alâ­meti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, ona bir şey emanet edilirse hainlik eder.” Bir başka rivayette de şöyle denilmekte­dir: “Konuşursa yalan söyler, antlaşırsa ahdini bozar, tartışırsa haddi aşar.”

9- Şahitliği hak ve gerçek ile eksiksiz yerine getirmek: “Onlar ki şehadetlerini dosdoğru yerine getirirler.” Hakimlerin huzurunda hak ile şahitlik ederler. Eksiksiz ve fazlasız olarak onu yerine getirirler. Yakın ya da uzak, üstün ya da aşağı konumdaki hiçbir kimseye iyi davranmaya kalkışmazlar, şahitliği gizlemez ve onu değişikliğe uğratmazlar.

10- Namaza gereken dikkati göstermek: “Onlar ki namazlarını gereği gibi kılarlar.” Namazların vakitlerine, rükünlerine, farzlarına, müstehaplarına dikkat ederler. Bunların hiçbirisini ihlâl etmezler. Başka şeylerle uğraşıp namazı unutmazlar. Namazdan sonra da namazla çelişen yahut onunla bağdaşmayan bir iş yapmazlar. Çünkü o takdirde namazın sevabı gider, ecri boşa çıkar. Bu sebepten onlar namazlarına gayret ve şevkle baş­lar, namazı kılarken dünyevi meşgaleleri kalplerinden uzaklaştırırlar, oku­dukları Kur’an’ı yahutta tekrarladıkları zikirleri düşünür, kalpleri ile Allah’ın huzurunda durur, Kur’an ayetlerini anlayarak okurlar.

“İşte onlar cennetlerde ağırlanırlar.” Yani sözü geçen bu sıfatlara sahip kimseler ebedilik cennetlerinde kalacak, türlü lütuflarla, çeşitli lezzet ve sevinçlerle ikrama mazhar olacaklardır. Nitekim Bezzar’ın ve Evsat’ta Taberani’nin Ebu Said’den rivayet ettikleri hadiste şöyle buyurulduğu nakle­dilmektedir: “Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırına gelmeyen şeyler vardır.”