١٢٠
وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه فُؤَادَكَ وَجَاءَكَ فى هذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرى لِلْمُؤْمِنينَ
(120) ve küllen nekussu aleyke mir embair rusüli ma nüsebbitü bihi füadek ve caeke fi hazihil hakku ve mev’izatü ve zikra lil mü’minin
resüllerin bütün haberlerini sana anlatıyoruz onunla gönlünü teskin, tesbit edeceğiz sana geldi bu hususta hak olarak müminlere bir vaiz ve ihtar olarak
(120) All that we relate to thee of the stories of the messengers- with it We make firm thy heart: in them there cometh to thee the Truth, as well as an exhortation and a message of remembrance to those who believe
1. | ve kullen | : ve hepsini, hepsi |
2. | nakussu | : anlattık, naklettik |
3. | aleyke | : sana |
4. | min enbâi | : haberlerden |
5. | er rusuli | : resûller |
6. | mâ | : şey |
7. | nusebbitu | : sabitleştiririz, sağlamlaştırırız |
8. | bi-hi | : onunla |
9. | fuâde-ke | : senin kalbindeki idrak hassasını (fiziğin ötesine açık idrak) |
10. | ve câe-ke | : ve sana geldi |
11. | fî hâzihi | : bunda |
12. | el hakku | : hak |
13. | ve mev’ızatun | : ve öğüt |
14. | ve zikrâ | : ve zikir |
15. | li el muminîne | : mü’minler için, mü’minlere |