3

٣

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَايَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ اِنَّ اللّهَ بَالِغُ اَمْرِه قَدْ جَعَلَ اللّهُ لِكُلِّ شَىْءٍ قَدْرًا

(3) ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel ‘alellahi fehuve hasbuhu innallahe baliğu emrihi kad ce’alallahu likulli şey’in kadren
Ona rızık verir ummadığı yerden kim Allah’a tevekkül ederse (Allah)  ona yeter muhakkak Allah emrini yerine getirir Allah tayin etmiştir her şey için bir miktar

(3) And He provides for him from (sources) he never could imagine. And if any one puts his trust in Allah, sufficient is (Allah) for him. For Allah will surely accomplish His purpose: verily, for all things has Allah appointed a due proportion.

1. ve yerzuk-hu : ve onu rızıklandırır
2. min haysu : yerden
3. lâ yahtesibu : hesaba katmadı
4. ve men : ve kim
5. yetevekkel : tevekkül eder
6. alâ allâhi : Allah’a
7. fe huve : o zaman o
8. hasbu-hu : ona yeter, kâfidir
9. inne : muhakkak
10. allâhe : Allah
11. bâligu : gerçekleştirir
12. emri-hî : kendi emrini
13. kad : olmuştur
14. ceale : kıldı, yaptı
15. allâhu : Allah
16. li : için
17. kulli : her
18. şey’in : şey
19. kadren : kader, ölçü, miktar

وَيَرْزُقْهُve onu rızıklandırırمِنْ حَيْثُbir yöndenلَا يَحْتَسِبُhesaba katmadığıوَمَنْ kimيَتَوَكَّلْtevekkül ederseعَلَى اللَّهِAllah’aفَهُوَ Oحَسْبُهُ kendisine yeterإِنَّ şüphesiz kiاللَّهَ Allahبَالِغُ yerine getirendirأَمْرِهِ emriniقَدْ جَعَلَtayin etmiştirاللَّهُAllahلِكُلِّ her içinشَيْءٍ şeyقَدْرًا bir kader


SEBEB-İ NÜZUL

Vâhıdî’nin kendi isnadıyla Câbir ibn Abdullah’tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: “Kim Alah’tan takva üzere olursa ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve onu beklemediği yerden rızıklandırır.” âyet-i kerimeleri Eşca kabilesinden bir adam hakkında nazil oldu. Fakir ve eli dardı, aile efradı da çoktu. Rasûlullah (sa)’a gelip O’ndan yardım istedi. Rasûlullah (sa) da ona: “Allah’tan takva üzere ol ve sabret.” buyurdu. Ailesine dönüp geldiğinde: “Allah’ın Rasûlü (sa) ne verdi?” dediler. “Bir şey vermedi, Allah’tan takva üzere ol ve sabret, buyurdu.” dedi. Bu halde çok kalmadılar. Bir oğulları koyunlarla çıkageldi. O oğulları düşman tarafından esir edilmişti. Rasûlullah (sa)’a gelip olanları haber verdi ve o koyunlardan istifade edip edemiyeceklerini sordu da Rasûlullah (sa): “Onlardan istifade edin.” Buyurdular. Zehebî bu hadisin münker olduğunu, bununla birlikte şahidi bulunduğunu kaydeder. Câbir’den gelen başka bir rivayette Eşca kabilesinden olan bu sahabinin adı Avf ibn Mâlik, oğlunun adı da Salim olarak verilmektedir. Kelbî’den gelen bir rivayette de Salim’in, birlikte sürüp getirdiği ve düşmana ait hayvanlar 50 deve olarak zikredilmiştir.

Vahidî der ki: Bu âyet-i kerime Avf ibn Mâlik el-Eşcaî hakkında nazil ol­du. Müşrikler, onun bir oğlunu esir almışlardı. Hz. Peygamber (sa)’e gelerek elinin darlığından şikâyet etti ve: “Düşman oğlumu esir etti, annesi feryad edi­yor, bana ne emredersin?” dedi. Hz. Peygamber (sa): “Allah’tan takva üzere ol ve sabret. Sana ve hanımına çokça “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” demenizi tavsiye ederim.” buyurdular. Evine döndü ve hanımına: “Allah’ın Rasûlü bana ve sana “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”ı çokça söylememizi emretti.” dedi. Hanımı da “Rasûlullah’ın söylediğini yapalım.” dedi. Karı-koca bu sözü söyle­meye başladılar da çok geçmeden oğulları düşmanlarının koyunlarını sürerek babasına geldi. Sürüp geldiği koyunlar dört bin koyun idi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu


AÇIKLAMA

“Ey peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetlerine doğru boşayın.” Yani ey peygamber ve ona iman edenler! Hanımları boşamaya karar verdiğiniz zaman onları iddetlerine başlamaya müsait oldukları bir zaman­da boşayın. Bu, yukarıda geçen İbni Ömer hadisinde de açıkça ifade edildi­ği gibi temiz hallerinde ve temasta bulunmadan boşamadır. Hayız halinde boşama nehyedilmiştir.

Burada “Ey peygamber” diye sadece Rasulullah’a (s.a.) nida edilmiştir. Ancak hüküm hem Rasulullah (s.a.)’a hem de ümmetine hitap etmektedir. Sırf Rasulullah’a nida edilmesi onun yüce makamını göstermek ve ona say­gı ifade etmek içindir. Nitekim halk arasında da bu üslûp kullanılır. Kav­min reisine ve ordu kumandanına: “Ey filan, şöyle şöyle yap.” denilir. Mak­sat kavim içinde reisin mevkiini göstermek ve bu emirden kumandanın so­rumlu olduğunu ifade etmek içindir.

Bu ayet-i kerime hayız halinde boşamanın haram olduğuna delildir. Fukaha sünnî, bid’î, bir de ne sünnî ne de bid’î olmayan şeklinde üç çeşit talâktan bahsetmişlerdir. Sünnî talâk, temiz halinde münasebette bu­lunmadan veya hamileliği esnasında verilen talâktır. Bid’at sayılan talâk ise hayız esnasında veya temiz halinde fakat münasebette bulunduktan sonra verilen talâktır. Bid’at olması hamile kalmış olması ihtimalinden do­layıdır. Zira bu durumda kadının iddetini doldurmak için bekleyeceği müd­det uzamaktadır ki bu şekilde kadına zarar vermek haramdır. Hayız halin­deki boşanmada da iddet bitimi uzayacaktır. Çünkü içinde boşadığı hayız günlerinin kalanı, ayetteki “kur”un manası “temizliktir” diyenlere göre iddetten sayılmaz. Aynı şekilde “Kur”un manası “hayızdır” diyenlere göre de esnasında boşadığı bu hayzmdan sonra gelen temiz günleri de iddetten sa­yılmaz, dolayısıyla iddeti uzar. Zira mutlaka eksiksiz üç hayız müddeti ge­çirmelidir.

Fukaha bu haramlığa nifas halinde boşanmayı da katmışlardır.

Kadını temiz halinde temasta bulunduktan sonra boşamanın haram ve bid’at olduğunu sünnet açıklamıştır, zira belki hanım hamile kalmıştır, bu sebeple adam boşadığına pişman olabilir.

Ancak kadın tarafından teklif edilen bir mal mukabilinde (hul’) hayız halinde onu boşamak, fakihlerin çoğuna göre haram değildir. Çünkü onun mal teklif etmesinden, bu nikâhtan çabuk kurtulmak istediği ve müddetin uzamasına razı olduğu anlaşılmaktadır. Ayet-i kerimede Allah Tealâ “Ka­dının verdiği bedel konusunda onlara vebal yoktur.” (Bakara, 2/229) buyurmuştur. Rasulullah (s.a.) da bir mal karşılığı boşama konusunda Sabit b. Kayşa izin verirken hanımının hayız halinde olup olmadığını sormamıştır.

Ne sünnî ne de bid’î olmayan talâka gelince bu, henüz hayız çağına gelmemiş olan veya ileri yaşta olduğu için hayızdan kesilmiş olan veya ha­yız görme çağındaki bir hanımı nikâh akdinden sonra fakat zifaftan önce boşamaktır.

Dine en uygun boşamanın sadece bir talâk verilerek yapılan boşama olduğunda ittifak vardır. İmam Malik’e göre, ister ayrı ayrı ister bir anda olsun üç talâk mekruhtur. Hanefilere göre bir temizlikte birden fazlası mekruhtur.

İmam Şafii “el-kur’ü” kelimesinin temizlik manasına geldiğine “onları iddetlerine doğru boşayın” ayetini delil göstermiştir. Zira buradaki “lam” harfi “vakit” lamıdır. Buna göre ayetin manası: “Onları iddet beklemeye müsait oldukları zamanda boşayın.” demek olur ki o da ancak temiz olduk­ları günlerdir. Yukarıda geçen İbni Ömer hadisi de bunu teyid etmektedir ki orada Rasulullah (s.a.) Allah’ın, kadınların iddetlerine doğru boşanması­nı emrettiği, o iddetin de hayızdan sonra gelen temizlik zamanı olduğunu beyan etmiştir. Şayet “el-kur’ü” kelimesi “hayız” demek olsaydı o kişi hanı­mını iddetinde değil iddetinden önce boşamış olurdu ki bu, iddetin boşanan kadın aleyhine uzamasına sebep olurdu.

Hanefiler ve Hanbeliler ise “iddetlerine doğru” ayetini “iddetleri içinde değil, iddetleri öncesi boşayın” demektir, şeklinde anlamışlardır. Çünkü id­detin sebebi olan talâkın, iddet içinde vaki olması mümkün değildir. İddet öncesi de ancak hayızdır, temizlik değildir.

Ancak bilinen odur ki “lam” zaman ifade eden bir kelimenin başına ge­lirse o vakti tayin ve tespit etmiş olur. Buna göre ayetin manası: Onları he­men talâkın akabinde iddete başlamaya müsait oldukları vakitte boşayın şeklinde olur.

Sonra Allah Tealâ iddetin dikkatli hesap edilip zamanının iyi sayılma­sını emrederek şöyle buyurdu:

“…ve o iddeti sayın” yani iddetin tam eksiksiz üç kur* olması için onu iyi tespit edin, ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini iyi bilin. Bu emrin muhatabı kocalardır. Kocanın hanımına dönmesi ve bu dönüşe şahit tut­ması, hanımın nafakası ve barınması, iddeti dolmadan evinden dışarı çık­maması gibi iddete bağlı hükümlerin gerçekleşmesi için iddetin iyi hesap edilmesi vaciptir.

“Rabbiniz olan Allah’tan korkun.” Size emrettiği hususlarda ona isyan etmeyin, iddetin uzamasına sebep olarak onlara zarar vermeyin.

“Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar.” Yani boşa­nan kadınları iddet boyunca evlerinden çıkarmayın, iddet müddetince bannma hakkı, her iddet bekleyen kadının, koca üzerine vacip olan bir hak­kıdır. Kocanın onu çıkarma hakkı yoktur, hanımın da çıkması caiz olmaz. Kocanın hakkına riayet olmak üzere iddet halindeki eşlerin zaruri haller dışında iddet bekledikleri evlerden çıkmaları caiz değildir. Gece veya gün­düz zaruret olmadan çıkarsa bu çıkış haram olur.

Bu ayet, iddet bekleyen eşler için iddette oldukları müddetçe barınma­sının koca üzerine vacip olduğuna delildir. Çünkü “evlerinden” diyerek, evi onlara izafe etmiştir. Ev kocalarının olduğu halde bu izafeti yapması -sanki ev onların mülkü imiş gibi orada oturma hakkına sahip olduklarını beyan etmek suretiyle- çıkmaları ve çıkarılmaları hakkındaki nehyi tekit içindir.

Hanefi’lerde sahih olan görüşe göre, iddet bekleyen kadının bulunduğu evden ayrılmaması dinin hakkıdır, koca bunu düşürmez. Zira “onları çıkar­mayın” ayet-i kerimesi mantuku (düz anlamı) ile onların evden çıkarılma­sının haram olduğuna delâlet ettiği gibi, işaretiyle de çıkmalarına izin ve­rilmesinin haram olduğuna delâlet eder, çünkü harama izin vermek de ha­ramdır.

Şafiilere göre iddet bekleyen hanımın evinden ayrılıp ayrılmaması ta­mamen eşlerin hakkıdır. Buna göre taşınmaya karar verirlerse taşınması caizdir, çünkü bu onların hakkıdır. Günümüzde boşanma halinde tatbik edilen budur. Ayrılık evinde kalan boşanmış bir kadın görmüyoruz artık.

“Ancak açık bir kötülük yapmaları (hali) müstesna.” Yani onları evle­rinden çıkarmayın, ancak zina kötülüğünü işlerlerse veya kocalarına isyan ederlerse veya ağzını bozarlar, aynı evde onlarla beraber kalan kocasının yakınlarına karşı dil uzatırlar, sözleriyle veya hareketleriyle onları rahat­sız ederlerse, bu takdirde ahlâkları kötüleştiği için onları evlerinden çıkar­mak caiz olur.

“Bunlar Allah ‘m hudududur. Kim Allah ‘m hududunu geçerse muhak­kak kendine zulmetmiş olur.” Yani Allah’ın kullarına beyan ettiği yukarıda geçen bu hükümler, Allah’ın onlar için çizdiği sınırlardır, bunları geçmeleri caiz değildir. Kim geçerse kendini zulme atmış, kendine zarar vermiş ve helak uçurumunun kenarına getirmiş olur.

Sonra ayet, Allah’ın hududunu tecavüz etmenin haram kılınışının se­bebini zikrederek şöyle buyurdu:

“Bilmezsin, belki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.” Yani, ey hanımını boşayan kişi! Biz boşanan hanımı iddeti boyunca koca­nın evinde bıraktık ki belki koca boşadığına pişman olur, belki hanım ken­di evinde kalırken Allah ikisinin de kalplerini ısındırır da koca hanımını geri almak suretiyle boşanmadan vaz geçerler. O zaman dönüş daha kolay ve basit olur.

Çoğunlukla vaki olan da budur. Çünkü boşamaların çoğu aşırı bir öfke neticesinde meydana gelir, sonra dargınlık sebepleri ortadan kalkar, sinir­ler yatışır, kişinin aklı ve şuuru yerine gelir, koca hanımsız evin yalnızlığı­nı düşünür, hanımının iyi yönlerini hatırlar kötü hallerini görmezlikten ge­lir. Nitekim Müslim’in Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadis-i şerifte Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurur: “Koca hanımına öfkelenmesin, zira onun bir hu­yundan hoşlanmazsa diğerinden hoşlanır.” Bu hadis şu ayeti teyid etmek­tedir: “Onlardan hoşlandınızsa, olur ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda büyük bir hayır yaratmış olur.” (Nisa, 4/19)

Sonra Allah Tealâ iddetin sonu yaklaştığında tatbik edilecek hükmü beyan ederek şöyle buyurdu:

“Sonra müddetlerini doldurdukları zaman ya güzellikle onları tutun veya güzellikle onlardan ayrılın.” Yani iddetlerinin bitmesi yaklaştığında ey kocalar, şu iki husustan birini tercih edebilirsiniz: Ya iyilikle tutarsınız, yani onu geri alır güzellikle ve iyilikle aile hayatına devam edersiniz veya iyilikle onlardan ayrılırsınız, yani onların hakkına riayet ederek, onlara zarar vermeden, iz’ac etmede’n, ağır konuşmadan iddetlerinin bitmesine kadar onları kendi hallerine bırakırsınız. Çünkü kadın, ona iyi ve güzel davranılarak boşanmalıdır. Ama ona çeşitli eza ve sıkıntılar vererek nikâh altında tutmak veya hakkını çiğneyerek, ona eza vermek… İşte bu hiç kim­seye helâl olmaz.

Sonra Allah, eğer koca hanımına dönecekse veya ayrılacaksa bunları şahitlerin huzurunda yapmasını emrederek şöyle buyurdu: “…ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun, şahitliği Allah için eda edin.” Yani eğer hanımlarınızı geri alacaksanız veya onlardan ayrı-lacaksanız nizayı ortadan kaldırmak için, aksi bir iddia veya inkâra mey­dan vermemek için bu fiillerinizi şahitler huzurunda yapın. Ey şahitler! Siz de taraflardan birini tutmadan, sırf hak ortaya çıksın diye sadece Allah rızası için bu şahitliği eda edin.

Bu dönüş ve ayrılık üzerine şahit tutma vacip değil menduptur. “Alış veriş yaptığınız zaman şahit tutun.” (Bakara, 2/282) ayetinde olduğu gibi buradaki emir de -İmam Şafii’nin kavl-i cedidi esas alınırsa- dört mezhep imamına göre nedb ve istihab içindir. Bu emrin vücup ifade etmediğinin delili, boşama esnasında şahit bulundurulmasının vacip olmadığı üzerinde vaki olan icmadır. Şu halde dönüş esnasında da hüküm aynıdır, şahit hu­zurunda yapılması vacip değildir.

“Şahitliği Allah için eda edin.” ayet-i kerimesi, ne tür hak olursa ol­sun, o hususta hakim huzurunda yapılacak şahitliğin eda edilmesinin va­cip olduğuna delildir. Çünkü buradaki “şahitlik” kelimesi cins isimdir. Yüce Allah’ın şahitliğin eda edilmesini teşvik etmesi, hakkın ortaya çıkması, şa­hidin işinden kalacağı veya zaman kaybedeceği endişesiyle veya mahkemeye gidip orada hakimi beklemenin sıkıntısını ve yoruculuğunu bahane ede­rek tembellik etmemesi içindir.

“İşte bu (hükümlerle) Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt veri­lir.” Yani şu yukarıda zikredilen dönüşün ve ayrılmanın şahitler huzurun­da yapılması, Allah rızası için şahitliğin eda edilmesi, talâkın sünnete uy­gun şekilde yapılması, iddetin hesap edilmesi, iddet halinde kadının evden çıkmaması ve çıkarılmaması gibi size emredilen bu hükümlere, ancak Allah’a ve ahiret gününe iman edip ahirette Allah’ın azabından korkanlar uyar. Burada özellikle mümin zikredilmiştir. Çünkü bu hükümlerden sade­ce o istifade eder.

Sonra Allah Tealâ “Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yeri ih­san eder, onu hesap etmediği bir cihetten rızıklandırır.” mealindeki bir mu-teriza (ara) cümlesiyle, bu hükümlere riayet etmenin ve Allah’ın sınırları­na bağlı kalmanın vacip olduğunu tekit etmiştir. Yani kim emrettiği husus­larda Allah’tan korkar, nehyettiklerini terkeder, kullan için koyduğu sınır­lan çiğnemezse, Allah ona işinde bir çıkış yolu veya içine düştüğü sıkıntı­dan bir kurtuluş kapısı ihsan eder ve hiç hesabında olmayan ve hatınna gelmeyen cihetten nzık verir.

Bu ayet-i kerime gösteriyor ki takva (Allah’tan korkma) dünyevî ve uhrevî ve ölüm anında olabilecek bütün gam, keder, üzüntü ve sıkıntılar­dan kurtuluş yoludur. Aynı zamanda beklenmedik helâl, güzel ve bol nzık sebebidir.

Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiğine göre Ebu Zer şöyle dedi: Rasulul-lah (s.a.) bana bu ayeti okuduktan sonra şöyle dedi: “Ey Ebu Zer insanlann hepsi bu ayeti esas alsalar onlara yeter de artar.”

İbni Ebi Hatem’den rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Mesud şöyle dedi: Kur’an-ı Kerim’de kısa lafızlarla en geniş mana ifade eden ayet “Allah adaleti ve ihsanı emreder.” ayetidir. Kur’an-ı Kerim’de genişlik ifade eden en büyük ayet ise “Kim Allah ‘tan korkarsa Allah ona bir çıkış yeri ih­san eder.” ayetidir.

“Kim Allah’a güvenip dayanırsa O, kendisine yetişir. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir.” Yani kim sebeplerine sanldıktan sonra, meselâ nzık kazanmak için çalıştıktan sonra Allah’a güvenir ve işini O’na havale ederse, önemli bütün işlerinde Allah ona yeter. Çünkü Allah Tealâ her şeye kadirdir, hiçbir şeye muhtaç değil­dir. Allah şüphesiz irade ettiğini yerine getirir, murad ettiği hiçbir şey geri kalmaz, kendisinden talep edilen hiçbir şey O’nu aciz bırakmaz. Allah, eş­ya var olmadan önce hepsi için bir ölçü tayin etti, her biri için vakit belirle­di. Meselâ sıkıntı için son bulacağı bir müddet, rahatlık için sona ereceği bir zaman takdir etti. Rızık ve diğer her şey “O’nun katında her şey bir öl­çü iledir.” (Ra’d, 13/8) ayetinde beyan edildiği gibi ancak Allah’ın takdiri ile oluyorsa, ancak Allah’ın ilmine uygun şekilde meydana geliyorsa aklı ba­şında olan insanın kadere teslim olmaktan başka çaresi yoktur. Bu ayet Allah’a tevekkül edip işi Ona havale etmenin vacip olduğuna bir delildir. Ay­nı zamanda bunların sebep ve hikmetlerini de beyan etmektedir