٥٨
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْدى مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه لَقُضِىَ الْاَمْرُ بَيْنى وَبَيْنَكُمْ وَاللّهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِمينَ
(58) kul lev enne indi ma testa’cilune bihi le kudiyel emru beyni ve beyneküm vallahü a’lemü biz zalimin
de ki benim yanımda olsaydı o çok acele istediğiniz şey çoktan olup bitmişti sizle benim aramda ki iş Allah zalimleri bilir
(58) Say: if what ye would see hastened were in my power, the matter would be settled at once between you and me. But Allah knoweth best those who do wrong.
1. | kul | : de, söyle |
2. | lev | : eğer, şâyet, ise, olsa |
3. | enne | : gerçekten, mutlaka |
4. | indî | : benim yanımda |
5. | mâ | : şey |
6. | testa’cilûne | : siz acele ediyorsunuz |
7. | bi-hî | : onu |
8. | le kudıye | : elbette yerine getirilmiş olurdu |
9. | el emru | : emir, iş |
10. | beynî | : benim aram |
11. | ve beyne-kum | : ve sizin aranız |
12. | ve allâhu | : ve Allah |
13. | a’lemu | : en iyi bilir |
14. | bi ez zâlimîn | : zâlimleri |
قُلْ de kiلَوْ أَنَّ عِندِي benim yanımda olsaydıمَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ o acele istediğiniz şeyلَقُضِيَ elbette bitirilmiş olurduالْأَمْرُ işبَيْنِي benimleوَبَيْنَكُمْ aranızdaوَاللَّهُ Allahأَعْلَمُ hakkıyla bilendirبِالظَّالِمِينَzulmedenleri
AÇIKLAMA
Ey Peygamber! Şu müşriklere de deki: Ben sizin dua edip çağırdığınız, kendilerinden hayır ve zararı önlemelerini istediğiniz put, heykel veya şanı ne kadar yüce olursa olsun, salih bir kul yahut da herhangi bir meleğe ibadet etmekten alıkonuldum. Böylesi bir ibadet bana yasak kılınmıştır. Ben bütün bunlardan aynı şekilde aklî ve maddî deliller ile Allah’tan başka tapındığınız şeylere ibadet etmeyi engelleyen Kur”an ayetleriyle de alıkonulmuş bulunuyorum. İşte bu ifadelerle onların ne kadar cahil oldukları ima edilmekte ve bunlar içinde bulundukları duruma gözü kapalı ve basiretsizce atılmakla nitelendirilmektedirler.
De ki: Ben herhangi bir delile tabi olmaksızın sırf hevaya uyma esasına dayanan şu hareketlerinizi izlemek suretiyle sizin yolunuza uymam. Şayet nevanıza uyacak olursam ben de sapıtmış olurum; hak ve hidayet namına hiç bir şeye sahip olamam. Bu onların herhangi bir şekilde hidayet üzere olmadıklarını kinayeli bir üslupla ifade etmektedir.
Şüphesiz Allah’tan başkasına ibadet, öyle bir sapıklık ve şirktir ki, uyanık akla sahip bir kimse bundan kendisini uzak tutar. Yüce Allah’a ibadetin doğruluğunu ise her türlü belge ve delil, düşünce ve sağlıklı işleyen bir mantık ortaya koymaktadır.
Hevaya tabi olunamayacağını ortaya koyduktan sonra Yüce Allah şu buyruğu ile uyulması gerekenin ne olduğuna dikkat çekmektedir: “De ki: Şüphesiz ben, Rabbimden bir beyyine üzerindeyim…” Ey peygamber, onlara şunu söyle! Ben size muhalefet ettiğim hususlarda Allah’ın bana vahyetmiş olduğu şeriatinden bir basiret üzereyim. Apaçık aklî delillere ve dosdoğru tanıklara sahibim. Siz Allah’tan bana gelmiş bulunan hakkı, yani Kur’an-ı Kerim’i yalanladınız, şirk koşmak suretiyle Allah’ın varlığını inkâr ettiniz, apaçık belgeleri yalanlayıp hevaya ve sapıklığa tabi oldunuz, herhangi bir delili bulunmayan kör taklit yolunu izleyip gittiniz.
Acele gelmesini istediğiniz şey olan azap, benim nezdimde değildir. Ben onu üzerinize indirme kudretine sahip değilim. Hüküm ancak Allah’ındır. Yani bu işi gerçekleştirmek ancak Allah’a aittir. Dilerse O, azaptan dilediğinizi istediğiniz üzere size acilen verir, dilerse bu husustaki büyük hikmeti dolayısıyla size süre tanır, sizi erteler: “Her şey O’nun yanında bir miktar iledir.” (Ra’d, 13/7).
Allah ise doğruyu anlatır. Yani o peygamberine vaadlerinde, tehditlerinde ve bütün haberlerinde hak olanı anlatır, hak hükmü bildirir. O ayırt edenlerin yani kulları arasındaki meselelerde hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Bir hüküm vermek dilediği vakit de emrini gerçekleştirir, yerine getirir.
Peygamber (s.a.) şirkleri sebebiyle üzerlerine azabın ineceğini belirterek kavmini korkuturdu. Kavmi ise küfür üzere ısrarları dolayısıyla bu azabın çabucak inmesini istiyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Şüphesiz ben Rabbimden bir beyyine üzerindeyim.” Yani, ey Peygamber! Ey Allah’ım, eğer bu senin nezdinden gelen hak ise üzerimize semadan taş yağdır, yahut bize can yakıcı azap gönder.” (Enfal, 8/32) diyerek azabın çabucak gelmesini isteyen şu inkarcılara de ki: Eğer bu azabı getirebilmek benim gücüm dahilinde bir şey olsaydı, hiç şüphesiz bu konuda hak ettiğinizi size gösterir, başınıza getirir ve benimle sizin aranızdaki hüküm verilmiş olurdu. Ben de çabucak kurtulmuş ve nihayet iş sonuna gelmiş olurdu. Allah ise kurtuluşa erme umudu bulunmayan, imana, hak ve adalete dönmeleri umulmayan zalimleri en iyi bilendir. O bakımdan azabın indirilmesi Yüce Allah’ın elindedir, benim değil. Allah onları nasıl, ne vakit ve ne şekilde cezalandıracağını en iyi bilendir: “Her ümmetin belli bir vadesi vardır. Onların belirlenen süresi geldiği zaman ne bir an geri bırakılırlar, ne de öne alınırlar.” (A’râf, 7/34).
“De ki: Eğer o acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmiş olurdu.” Bu ayet-i kerime ile Hz. Peygamber’in, “Hayır ben Yüce Allah’ın onların nesillerinden Allah’a ibadet edecek, O’na hiç bir şey ortak koşmayacak kimseleri çıkartacağını ümid ederim” hadisini bir arada nasıl anlayabiliriz diye bir itiraz gündeme getirilmiştir. Cevabı şudur: Bu ayet-i kerime, onların azabı istemeleri ile ilgilidir. Burada şuna delâlet vardır: Eğer onların azabı gerçekleşmesini istedikleri vakit, azabın gerçekleştirilme yetkisi Hz. Peygamber’in elinde olsaydı, bu azabı onların başına getirirdi. Hadis-i şerifte onların azabın başlarına gelip inmesini istediklerine dair bir şey yoktur. Aksine dağlarla görevli olan melek ona, eğer dileseydi, Ahşebeyn diye bilinen Mekke’nin güney ve kuzey taraflarında bulunan iki dağı üzerlerine kapatmayı teklif etmişti. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber de onlara mühlet verilmesini istemiş ve onların azaplandırılıp tamamen imha edilmeleri kendisine teklif edilmiş olmasına rağmen, onlara yumuşak davranılmasını istemiştir.
Hadis-i şerifin geçtiği olay, Buharı ile Müslim’in Saifelerindeki rivayetlerine göre Hz. Aişe’den nakledilmiş olup şöyledir: Hz. Aişe Allah Rasulüne şöyle sordu: “Ey Allah’ın Rasulü, sen Uhud gününden daha çetin bir günle karşılaştın mı?” Şöyle buyurdu: “Andolsun, senin kavminden kaynaklanan sıkıntılarla karşılaştım. Onlardan çektiğim en büyük sıkıntı Akebe günü olmuştu. Kendimi Abd b. Yalil b. Külal oğluna (beni himaye etsin diye) arz etmiştim de o benim istediğimi kabul etmemişti. Oldukça kederli bir şekilde gerisin geri döndüm. Ancak, Karn es-Selib’de kendime gelebildim. Başımı kaldırdım, beni gölgelendiren bir bulut ile karşılaştım. İyice baktım, orada Cibril (a.s)’in olduğunu gördüm, bana şöyle seslendi: Allah kavminin sana söylediklerini ve sana ne şekilde cevap verdiklerini işitmiş bulunuyor. Sana haklarında dilediğin şekilde emir veresin diye dağlar meleğini gönderdi. Daha sonra dağlar meleği bana seslenip selâm verdi ve şöyle dedi: Ey Muhammed! Muhakkak Allah kavminin sana söylediklerini işitti, Rabbim beni sana dilediğin şekilde emredesin diye gönderdi. Arzu ettiğin takdirde şu Ahşebeyn dağını onların üzerine kapatırım.” Bunun üzerine Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Hayır, ben Allah’ın onların nesillerinden Allah’a ibadet edecek ve hiç bir şeyi O’na ortak koşmayacak kimseleri çıkartacağını ümit ederim.”