123

١٢٣

وَكَذلِكَ جَعَلْنَا فى كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِميهَا لِيَمْكُرُوا فيهَا وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

(123) ve kezalike cealna fi külli karyetin ekabira mücrimiha li yemküru fiha ve ma yemkürune illa bi enfüsihim ve ma yeş’urun

böylece her karyede büyüklerini mücrimlerden yaptık orada hile yapsınlar halbuki onlar (hilelerini) ancak kendi nefislerine yapıyorlar (bunun) şuurunda bile değiller

(123) Thus have we placed leaders in every town, its wicked men, to plot (and burrow) therein: but they only plot against their own souls, and they perceive it not.

1. ve kezâlike : ve işte böylece
2. cealnâ : kıldık, yaptık
3. fî kulli karyetin : her kasabada, şehirde
4. ekâbire : önde gelenler, liderler
5. mucrimî-hâ : onun günahkârları
6. li yemkurû : hile yapsınlar diye (yapmaları için)
7. fî hâ : orada
8. ve mâ yemkurûne : ve hile yapamazlar, aldatamazlar
9. illâ : ancak, …’den başka
10. bi enfusi-him : kendilerini
11. ve mâ yeş’urûne : ve bunun şuuruna varmazlar, farkında değiller

وَكَذَلِكَ böyleceجَعَلْنَا biz kıldıkفِي كُلِّ herقَرْيَةٍ ülkeninأَكَابِرَ önde gelenleriniمُجْرِمِيهَاgünahkârlarıلِيَمْكُرُوا hileli düzenler kursunlar diyeفِيهَا oradaوَمَا يَمْكُرُونَ oysa onlar hileli düzeni kurarlar daإِلَّا ancakبِأَنفُسِهِمْ kendilerineوَمَا يَشْعُرُونَ farkına varmazlar


AÇIKLAMA

Bu, Yüce Allah’ın daha önceleri ölü, yani sapıklıkta helak olmuş, şaşırmış kalmış iken Allah’ın kendisine hayat verdiği yani kalbini iman ile diriltip hida­yete ilettiği mümin ve karanlıklarda yani bilgisizliklerde, heva ve sapıklıklar içerisinde gömülüp kalmış kâfirin durumlarını açıklamak için verdiği bir ör­nektir.

İşte bu, iman ehli ile küfür ehli arasında bir karşılaştırma veya bir muva­zenedir. Şöyle ki: Bir kişi küfür ve cahillik sebebiyle ölü durumunda iken biz onu iman ile canlandırdık. Ona insanlar arasında yolunu aydınlatacak bir nur verdik. Bu nur ise kesin delil ve belge ile desteklenen Kur’an nuru, hidayet ve iman nurudur.

Bir diğeri ise karanlıklarda, gece karanlığında* bulutların sebep olduğu karanlıklarda, yağmur karanlıklarında yürüyen ve bunlardan bir türlü çıka­mayan kimse yani hiç bir şekilde içinde bulunduğu durumdan kendisini kurta­racak bir çıkar yol bulamayan kimse. Bu iki kişi hiç bir olurlar mı?

Mümin ile kâfir arasındaki karşılaştırmalara dair pek çok ayet-i kerime varit olmuştur ki bunların bazıları şöyledir: “Yüzükoyun kapaklanmış olarak yürüyen kimse mi daha doğru yol üzeredir, yoksa dosdoğru yol üzerinde sağa sola sapmadan dimdik yürüyen kimse mi?” (Mülk, 67/22); “Bu iki kimsenin mi­sali kör ile gören, ve sağır ile işitene benzer. Örnek itibariyle bunlar bir olurlar mı, hiç öğüt ve ibret almaz mısınız?” (Hûd, 11/24); “Kör ile gören bir olmaz, ka­ranlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak (bir olmaz); dirilerle ölüler bir olmaz. Şüp­hesiz Allah dilediğine işittirir. Sen kabirlerde olanlara işittiremezsin. Sen an­cak bir uyarıcısın.” (Fatır, 35/19-23).

İmana yol bulup hidayete ermekle küfür ve sapıklıkların karanlıklarına gömülmek insana bağlı bir sebeple ve onun tercihi dolayısıyla olduğuna göre, elbetteki yüce Allah müminin hayra olan başarısını artırır, küfrün uçsuz bu­caksız vadilerinde yol alan kâfirleri de kendi hallerine bırakır. Bundan dolayı Yüce Allah ayet-i kerimeyi “Kâfirlere işledikleri işte böylece süslü gösterilmiş­tir” buyruğu ile sona erdirmektedir. Yani müminlere imanı güzel ve süslü gös­terdiği gibi, kâfirlere de küfür ve masiyetleri süslü göstermiştir. Yani her bir kesime, yaptığı işi güzel göstermiştir. Müminlerin gözlerinde imanı güzel gös­terirken kâfirlerin gözlerinde de küfür, cehalet ve sapıklığı güzel göstermiştir. Resulullah (s.a.)’a düşmanlık, Allah’tan başkasına kurban sunmak, Allah’ın haram kılmadıklarını haram, helâl kılmadıklarını da helâl kılmak gibi.

İbni Kesir der ki: Onlara içinde bulundukları cehalet ve sapıklık Allah’tan bir kader ve sonsuz bir hikmet olmak üzere süslü gösterilmiştir. Allah’tan baş­ka hiç bir ilâh yoktur, O bir ve tektir, ortaksızdır. İbni Kesir daha sonra az önce geçen mümin ile kâfir arasındaki karşılaştırmaya dair İmam Ahmed tarafından Müsned ‘inde rivayet edilen Resulullah (s.a.)’ın şu hadisini de kaydetmek­tedir: “Muhakkak Allah mahlûkatını bir karanlıkta yarattı. Sonra üzerlerine nurundan serpti. Bu nurun isabet ettiği kimseler hidayet buldu, bu nurun isa­bet etmediği kimseler ise sapıttı.”

Daha sonra Yüce Allah, insanlar hakkındaki değişmez sünnetine delâlet eden şu buyruğunu irad etmektedir: ‘Ve böylece her kasabada oranın ileri ge­lenlerini suçlular kıldık…” Yani Mekkelilere yaptıkları işler süslü ve güzel gös­terilip Allah aynı zamanda fasık kimseleri oranın ileri gelenleri kıldığı gibi, her kasabanın büyük suçlularını da oranın başkanları kıldı. Bunlar küfre çağıran, Allah’ın yolundan alıkoyan kimselerdir. Ta ki bunlar Allah’ın yolundan alıkoy­mak maksadıyla o kasabada türlü hile ve tuzaklar yapsınlar. Çünkü onlar bu durumlarında düzenler kurmaya, aldatmaya ve insanlar arasında batılın revaç bulmasını sağlamaya, nüfuzları, egemenlik ve tahakkümleri dolayısıyla daha bir muktedirdirler.

İşte insan toplumlarında Allah’ın sünneti budur. Hak ile batıl arasında bir anlaşmazlık ortaya çıkar. İman ile küfür arasında mücadele gittikçe kızışır. Her bir yolun yardımcıları, destekleyicileri vardır. Efendileri, büyükleri vardır. Peygamberler, onların izinden giden ıslahatçılar, işte bu şekilde çarpışan ve ça­tışan ortamda ortaya çıkarlar. Zayıflar onlara tabi olur. İleri gelenler onlara karşı çıkar, inkâr eder. Orta tabakadakiler de bunlara yardımcı olur. Islah, iler­leme, yapıcılık ve uygarlık hareketine her ortam ve toplumda karşı çıkan, ileri gelen büyük suçlu ve günahkârlar ise, onların davetlerine karşı durur, direnir. Fakat sonunda güzel akıbet ve zafer, ıslahtan yana takvalılarındır. Bozgun ya­hut yok olmak ve yardımsız kalmak ise, fesat çıkartan kâfirleredir. Peygamber­lere düşmanlık eden bu büyük suçlular, ancak kendilerine karşı tuzak kurar­lar. Çünkü bu tuzaklarının vebali kendi aleyhlerinedir. Çıkardıkları fesadın akıbeti onları gelip bulur, fakat onlar geleceğe ve vakıaya bakmaktan acizdir­ler. Geçmişten ibret alamıyorlar. Duygu ve hisleri yoktur. İşlerinin boyutları ile ilgili olarak doğru ve sağlıklı bir değerlendirme yapacak şuura sahip değiller­dir.

Bu ise “hayatta kalma çatışması” veya “uygun olanın kalması” diye ün ka­zanmış toplumsal kaideyi Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi destekle­mektedir: “Köpük atılır gider. İnsanlara faydalı olan şeye gelince, işte bu, yeryü­zünde kalır.” (Ra’d, 23/17).

Bu aynı şekilde önceden geçenlerde de izlenen bir sünnet (ilâhî bir yasa) halini almıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar bir tuzak kurdular, biz de onlar farkında olmaksızın bir düzen kurduk. Şimdi onların kurdukları dü­zenin akıbetinin nasıl olduğuna bir bak! Şüphesiz biz onları ve kavimlerini top­luca helak ettik.” (Nemi, 27/50-51). Yani nüfuz ve konumlarını korumak üzere türlü hileler yapanlar yaptıkları bu hile ve tuzakların sonunda kendilerini de gelip bulacağının farkında değillerdi. Çünkü onlar Allah’ın kulları hakkında belirlemiş olduğu sünnetlerini bilmeyen cahillerdi. “Kötü düzen ancak onun sahiplerini kuşatır.” (Fatır, 35/43).