106

١٠٦

اِنَّ فى هذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِدينَ

(106) inne fi haza le belağal li kavmil abidin
şüphe yok ki bu bir tebliğdir kulluk yapan bir kavim için

(106) Verily in this (Quran) is a message for people who would (truly) worship Allah.

1. inne : muhakkak
2. fî hâzâ : bunda vardır
3. le : elbette
4. belâgan : tebliğ, bildiri, açıklama
5. li kavmin : bir kavim için
6. âbidîne : kul olanlar


SEBEB-İ NÜZUL

“Tarafımızdan kendilerine…” 101. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak Ha­kim, İbni Abbas’tan naklediyor: “Siz de Allah’tan başka taptığınız putlar da ce­hennem odunudur. Siz oraya gireceksiniz” ayeti nazil olunca İbnü’z-Ziba’rî şöyle dedi: “Güneş, ay, melekler ve Üzeyr’e tapıldı. Bunların hepsi bizim ilâhları­mızla birlikte cehenneme mi girecek?” Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Tara­fımızdan kendilerine en güzel sevap vaad edilenler işte onlar cehennemden uzaklaştırılacaklardır.”(Anbiya, 21/101).

Ayrıca şu ayet de nazil oldu: “Meryem oğlu (İsa) bir misal olarak verilince hemen senin kavmin buna gülüyorlar. “Bizim tanrılarımız mı hayırlı yoksa O mu?” dediler. Bunu sana sadece bir mücadele olarak misal getirdiler. Daha doğ­rusu onlar çok düşman bir kavimdir” (Zuhruf, 43/57-58).


AÇIKLAMA

Siz ey putlara tapan müşrikler! Siz ve Allah’tan başka taptıklarınız, ce­hennem yakıtısınız. Hepiniz toptan cehenneme gireceksiniz. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.” (Bakara, 2/24).

“Allah’tan başka tapındıkları şeyler” ifadesi putları, İblis’i ve onun uşakla­rını içine almaktadır. Çünkü onlar onlara itaat etmekle ve onları izlerine uy­makla onlara tapınanlar hükmündedir.

Bu ayet Üzeyr, Mesih ve melekleri ihtiva etmez. Çünkü “şüphesiz biz” ifa­desi Kureyş müşriklerine karşı sözle hitaptır. Onlar sadece putlara tapıyorlar­dı. Yine Cenab-ı Hak “taptığınız kimseler” buyurmadı, “taptığınız şeyler” bu­yurdu. “Mâ” harfi ise akıl sahibi varlıkları içine almaz. Dolayısıyla Razî’nin be­yan ettiği gibi, İbnü’z-Ziba’rî’nin sorusu anlamsız olmuştur.

Cenab-ı Hakk’ın: “Gökyüzüne ve onu bina edene yemin olsun…” (Şems, 91/5) ve “Sizin taptığınız şeylere tapmam.” (Kâfirûn, 109/2) ayetlerindeki “mâ” “şey” manasına kullanılmıştır. Bunun benzeri olarak burada şöyle denilir: Siz ve Allah’ı bırakıp da taptığınız şeyler… Fakat “şey” lafzı umum ifade etmez. Dolayısıyla İbnü’z-Ziba’rî ‘nin sualine gerek kalmamaktadır.

Daha önce geçen sebeb-i nüzulde şeytanların tapılan şeylerden sayılmaları şu haberde açıkça anlaşılmaktadır.

Muhammed b. İshak Sîret’inde rivayet ediyor: Peygamberimiz (s.a.) Mescid-i Haram’a girdi. Kureyş’in ileri gelenleri Hatimde toplanmışlardı.

Kabe’nin etrafında 360 put vardı. Peygamberimiz (s.a.) onların yanında oturdu. Nadr b. Haris gelmiş, Rasulullah (a.s.) onunla konuşup susturmuştu. Sonra şu ayeti okudu: “Siz de Allah’tan başka taptığınız putlar da cehennem odunudur. Siz oraya gireceksiniz.”

Bunun üzerine Abdullah İbnü’z-Ziba’rî geldi. Kureyş ileri gelenleri kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. İbnü’z-Ziba’rî: – Görüştüğünüz konu nedir? diye sordu. Velid b. Muğire Rasulullah’ın (s.a.) sözünü bildirdi. İbnü’z-Zibarî:

– Allah’a yemin olsun ki, onu bulursam tartışacağım, dedi. Bunun üzerine Rasulullah’ı (s.a.) çağırdılar. İbnü’z-Ziba’rî, Rasulullah’a:

– Şu sözü söyleyen sen misin? diye sordu. Peygamberimiz:

– Evet, dedi. İbnü’z-Ziba’rî:

– Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki, seninle tartışmak istiyorum. Soruyo­rum: Yahudiler Üzeyr’e, Hristiyanlar Mesih’e, Melihoğulları meleklere tapmı­yorlar mı? Peygamberimiz:

– Hayır, onlar gerçekte kendilerine bunu emreden şeytanlara tapınışlardır, diye cevap verdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak “Tarafımızdan kendilerine en gü­zel sevap vaad edilenler işte onlar cehennemden uzaklaştırılacaklardır.” (Enbi­ya, 21/101) ayetini indirdi. Bu ayette Üzeyr, Mesih ve melekler kastediliyordu.

Kendilerine tapılan putların cehenneme sokulmasının sebebi ise Zemahşerî’nin açıkladığı gibi onlara tapanların daha fazla keder ve hasret duymaları, dünyada taptıkları şeyleri ahirette kendilerine şefaatçi edindikten sonra bun­ların kendileri nezdinde en çok buğzedilen şeyler olduklarını görmesini sağla­maktı..

Cenab-ı Hak bundan sonra tapınılan putların gerçekten ilâh olmadıklarını zikrederek şöyle buyurdu:

“Eğer bunlar gerçekten ilâh olsalardı, cehenneme girmezlerdi.” Yani eğer bu putlar ve benzerleri kendilerine tapanların zannettikleri gibi fayda ve zarar veren hakiki ilâhlar olsalardı cehenneme girmezlerdi. Zira fayda ve zarar verseydiler, bu putlar önce kendi nefislerine gelecek zararlara engel olurlardı. Bu putlar terk edilmeye ve horlanmaya lâyıktırlar.

“Hepsi de orada ebedî kalacaklardır.” Kendilerine tapılan sahte ilâhların hepsi cehennem azabında daimî kalacaklardır. Onlar oradan hiç çıkmayacak­lardır.

“Onlar orada inim inim inlerler.” Onlar ateşte azabın şiddetinden belâ ve gamın fazlalığından inilti ve boğazın en uzak noktasından zorla çıkan solukla inim inim inlerler.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Onların cehennemde (çok feci) nefes alıp vermeleri vardır.” (Hud, 11/106).

Onlar cehennemde kendilerini memnun edecek veya kendilerine fayda ve­recek hiçbir söz duymazlar. Sadece kendilerine azapla görevli zebanilerin sesle­rini duyarlar.

Cenab-ı Hak cehennemliklerin durumlarını beyan ettikten sonra saadete nail olan müminlerin durumlarını zikretti ve şöyle buyurdu:

“Tarafımızdan kendilerine en güzel sevap vaad edilenler işte onlar cehen­nemden uzaklaştırılacaklardır.” Yani Allah tarafından kendilerine ezelde sa­adet takdir edilenler ve dünyada salih ameller işleyenler cehenneme girmekten uzak kalacaklardır. Onlar saadet ehli ve sevapla müjdelenmiş yahut muvaffak kılınmış kimselerdir.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “İyi amel işleyenlere güzel bir karşılık, bir de ziyadesi vardır.” (Yunus, 10/26).

Rivayet edilir ki Hz. Ali (r. a.) bu ayeti okudu, sonra da şöyle dedi: Ben de onlardanım. Bu kişiler Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Zübeyr, Sa’d ve Abdurrahman b. Avf tır. Sonra namaz için ikamet okundu. Ridasım çekerek kalktı. O şöyle diyordu: “Onlar cehennemin uğultusunu duymazlar.”

Onların nimet durumları şöyledir:

1- Cehennemin uğultusunu duymazlar.” Yani ateşin sesini ve cesetlerdeki yakıcılığını duymazlar. Cehennemin ateşi onlara isabet etmez.

2- “Onlar canlarının istediği nimetlerin içinde ebedî kalacaklardır.” Yani onlar arzu ettikleri cennet nimetleri ve lezzetleri içinde sürekli kalacaklardır.

3- “En büyük korku bile onları üzmez.” Hesap için kabirlerinden kalktık­tan sonraki sura ikinci defa veya son defa üfürülmesinin dehşeti onları korkut­maz. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Sura üfürüldüğü gün göklerde ve yerde bulunanlar dehşetli bir korkuya kapılırlar. Ancak Allah’ın diledikleri kimseler bunun dışındadırlar…” (Neml 27/87).

Kelime ve ibareler bölümünde geçtiği gibi başka görüşler de ifade edilmiş­tir. En doğru olan, bu dehşetin kıyamet gününün ve dirilişin dehşeti ol­duğudur.

4- “Melekler onları: “İşte bu vaad edildiğiniz gündür” diyerek karşılarlar.” Onlar kabirlerinden çıktıkları zaman melekler onları karşılar, onları bu diriliş günüyle müjdelerler ve şöyle derler: İşte bu gün dünyada size vaad edilen se­vinç, ikram, sevap ve güzellik günüdür.

Bu kabul ve karşılaşma Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi olacaktır: “O gün biz göğü kitapların sayfalarını dürer gibi düreriz.” Yani göğü durduğumuz gün büyük korku onları üzmez. Yahut melekler onları kitapların sayfalarını dürdüğümüz gün karşılarlar. Bu içinde korku, dehşet ve hayret bulunan bir başka sahnedir.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: ” Onlar Allah’ı hakkıyla tak­dir edemediler. Halbuki bütün yeryüzü kıyamet günü O’nun hakimiyeti altın­dadır. Gökler O’nun kudretiyle durulmuştur. O onların şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Zümer, 39/67).

“Onları ilk defa nasıl yarattıysak sonra da öyle dirilteceğiz. Bu bizim bir vaadimizdir. Şüphesiz biz vaadimizi mutlaka yerine getirenleriz.” Yani bu dürtüme Allah’ın mahlûkatı yeni bir yaratık olarak tekrar dirilttiği günde hiç şüphesiz olacaktır. Tıpkı ilk defa onları yarattığı gibi Allah onları tekrar diriltecektir. Bu Allah’ın değişmez vaadidir. Allah bunu mutlaka yapacaktır. Bunun meydana gelmesi vaciptir. Mutlaka gerçekleşecektir. Çünkü O buna kadirdir.

Bu ayetin benzeri şu ayetlerdir: “Şüphesiz ki bugün ilk yarattığımız gibi teker teker huzurumuza geldiniz.” (En’am, 6/94); “O gün bütün insanlar hesap vermek için saflar halinde Rabbine arz edileceklerdir. Allah onlara şöyle diyecektir: Şüphesiz huzurumuza ilk yarattğımız gibi geldiniz.” (Kehf, 18/48).

Cenab-ı Hak daha sonra salih kulları için takdir ettiği dünya ve ahiret saadetini, dünya ve ahirette yeryüzünün varisi olacaklarını haber verdi.

“Biz Zebur’da yazdık…” Yani biz Tevrat’tan sonra gönderilen Zebur kitabında yahut bu Kur’an-ı Kerim’de kesin bir şekilde hükmettik ki dünya ve ahirette yeryüzünün mirası ancak salih müminlerin yani Allah’a taat ile amel eden müminlerin olacaktır.

Ayette geçen “Zikr” Tevrattır. İbni Abbas bunu Kur’an’dır demiştir. Bir rivayete göre Zikr, Ümmü’l-Kitab yani Levh-i mahfuzdur. Bu, peygamberlere indirilen kitaplar için bir cins isimdir.

Arz, ya cennetin arazisidir; nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “(Cennetlikler) dediler ki: Bize vaadinde sadık olan, bizi cennetten neresini dilersek yerleşmek üzere bu yere mirasçı yapan Allah’a hamdolsun. Amel eden­lerin mükâfatı ne güzel.” (Zümer, 39/74).

Ya da arz dünya arzıdır, yeryüzüdür ve dünyayı imar etmeye lâyık ehlidir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah içinizden iman edip salih ameller işleyenlere onları mutlaka yeryüzünün halifeleri, sahipleri kılacağını vaadetti.” (Nur, 24/55).

“Musa kavmine şöyle dedi: Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediklerini ona varis kılar. Hayırlı sonuç Allah’ın­dır.” (Araf, 7/128).

Mukaddes topraklara gelince, oraya sadece salih kullar varis olur. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Hor görülen o kavmi de kendisini bereketli kıldığımız o toprakların doğularına ve batılarına mirasçı kıldık.” (A’raf, 7/137).

“Bütün bu ayetlerde kulluk eden topluluk için bir tebliğ vardır.” Yani bu surede zikredilen haberler, vaad, tehdit ve tesirli öğütlerde kulluk eden bir top­luluk için yeterli bir öğüt ve fayda vardır. Kulluk eden topluluk Allah’a O’nun emrettiği, sevdiği ve razı olduğu şekilde kulluk edenler, şeytana ve nefislerinin şehevî arzularına itaat yerine Allah’a itaati tercih edenlerdir.