44

٤٤

تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه وَلكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَليمًا غَفُورًا

(44) tüsebbihu lehüs semavatüs seb’u vel erdu ve men fihinn ve im min şey’in illa yüsebbihu bi hamdihi ve lakil la tefkahune tesbihahüm innehu kane halimen ğafura
yedi sema, O’nu tespih eder arz ve onların içinde bulunanlar hiçbir şey yok ki O’nu Hamd ile tespih etmesin lakin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız şüphesiz O, Halimdir, Bağışlayandır

(44) The seven heavens and the earth, and all beings therein, declare His glory: there is not a thing but celebrates His praise and yet ye understand not how they declare His glory! Verily He is Oft-Forbearing, Most Forgiving!

1. tusebbihu lehu : onu tesbih eder
2. es semâvâtu : semalar
3. es seb’u : 7
4. ve el ardu : ve yeryüzü
5. ve men fîhinne : ve içindekiler, onlarda bulunan kimseler
6. ve in : ve eğer olsa, olursa
7. min şey’in : bir şeyden, bir şey
8. illâ

(in … illâ)

: ancak

: (yoktur)

9. yusebbihu : tesbih eder
10. bi hamdi-hi : onu hamd ile
11. ve lâkin : ve lâkin, fakat
12. lâ tefkahûne : fıkıh edemezsiniz, idrak edemezsiniz, anlayamazsınız
13. tesbîha-hum : onların tesbihlerini
14. inne-hu : muhakak ki o
15. kâne : oldu
16. halîmen : halim
17. gafûren : gafûr (mağfiret eden)

AÇIKLAMA

Yüce Allah kendisine ortak nispet edenlerin iddialarını çürüttükten sonra burada da kendisine evlât nisbet edenlerin yaptıkları bu işin oldukça kötü olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ayet-i kerimede Yüce Allah melekleri dişi kabul eden müşriklerin görüşlerini de reddetmektedir. Onlar önce meleklerin dişi olduklarını söylediler, sonra bunların Allah’ın kızları olduğunu iddia ettiler; arkasından kalkıp bu meleklere ibadet ettiler. Yüce Allah onları burada azarlamakta, yaptıklarını reddederek onların apaçık bir yanlışlık içinde olduğunu ifade etmektedir: Rabbiniz erkek çocukları size tahsis ederek ikramda bulunur kendi kanaatinize göre kızları mı kendisine seçecek? Halbuki siz o kızları diri diri toprağa gömüyorsunuz ve kız çocuğu sahibi olmayı kendinize yediremiyorsunuz. Arkasından Yüce Allah onların bu kanaatlerini daha ileri derece de reddederek şöyle buyurmaktadır: Sizler, Allah’ın kendinize yakıştırmadığınız dişilerden çocuğu vardır, diye iddia ediyor, Allah’a karşı yalan uyduruyor ve Allah’a karşı büyük günah olan, azabınızı gerektiren bir söz söylüyorsunuz. Bu ise güçlünün zayıfa, zayıfın da güçlü olana nispet edilmesi suretiyle en basit akli ilkeye dahi aykırıdır: “Şüphesiz bu zalimce bir paylaştırmaktır.” (Necm, 53/22).

Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de Yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “Rahman evlât edindi, dediler. Andolsun ki siz pek çirkin bir şey söylediniz. Bu söz en dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılarak yıkılacak; Rahman’a evlât isnat ettiler diye. Halbuki evlât edinmek Rahmana yaraşmaz. Göklerle yerde olanların hepsi Rahmân’a ancak kul olarak gelecektir. Andolsun ki O, bunların hepsini kuşatıp teker teker saymıştır. Onların hepsi O’na kıyamet gününde yalnız gelirler.” (Meryem, 19/88-95).

Daha sonra Yüce Allah bu tartışmanın ve bu iddianın gayet açık olduğunu: “Andolsun ki biz ibret alsınlar diye bu Kur’ân’da çeşit çeşit açıklamalar yaptık.” buyruğu ile ifade etmektedir. Yani biz bu Kur’ân-ı Kerim’de apaçık belgeleri, öğütleri geniş geniş açıkladık, onlara misaller verdik, içinde bulundukları şirk, zulüm ve iftiradan uzak durmaları ve öğüt almaları için de sakındırdık, uyardık. Fakat bununla birlikte hatırlatmak, onların haktan kaçışlarını artırmalarından başka bir şeye yaramamaktadır.

Daha sonra Yüce Allah kendisine ortak koşan müşriklerin kanaatlerini reddederek şöyle buyurmaktadır: “De ki: Onların dedikleri gibi Allah ile beraber başka ilâhlar bulunsaydı…” Ya Muhammed, Allah’ın yarattığı varlıklardan ortağı olduğunu iddia eden ve Allah ile beraber başka ilâh edinen şu müşriklere de ki: Eğer durum dediğiniz gibi olsaydı ve Allah ile beraber O’na yakınlaştırsın ve yanında şefaat etsin diye başka ilâhlar bulunsaydı, şüphesiz onlar bile O’na daha yakın olmaya çare ve yol bulmaya çalışacaklardı. O bakımdan sizler de yalnızca O’na ibadet ediniz. Sizin kendisiyle aranızda aracılık edecek bir başka mabuda ihtiyacınız yoktur. Çünkü şanı yüce olan o büyük zat bunları sevmez ve bunlardan razı olmaz; aksine bundan hoşlanmaz ve reddeder. Nitekim O böyle bir şirki peygamberleri ve rasulleri aracılığı ile yasaklamıştır. Bundan sonra Yüce Allah, şirkten kendisini tenzih ederek şöyle buyurmaktadır:

“Onların söylediklerinden O münezzehtir, yücedir ve pek uludur.” Yani Yüce Allah kendisine yakışmayan şeylerden münezzehtir. O, başka ilâhların olduğunu iddia etmek suretiyle haddi aşan zalim müşriklerin söylediklerinden alabildiğine yücedir, pek büyüktür. Aksine o Allah’tır, tektir, birdir, sameddir. Doğmamıştır, doğurmamıştır, hiç kimse de ona denk olmamıştır.

Yüce Allah’ın yüceliğinin büyüklükle de nitelendirilmiş olması O’nun zatı ve sıfatları ile yaratılmışlar arasında mutlak bir farklılık olduğuna işarettir. Aynı şekilde O’na eş, çocuk, ortak, ona zıt ve denk varlıklar nispet etmenin de oldukça boş bir iddia olduğunu göstermektedir. Çünkü kadim ile muhdes (sonradan var edilmiş), muhtaç olmayan ile muhtaç arasında daha ilerisi düşünülemeyecek kadar büyük ölçüde bir aykırılık vardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bu sözlerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp yıkılacaktır. Çünkü Rahman olan Allah’a evlat onat ettiler.” (Meryem, 19/91).

Daha sonra Yüce Allah azametinin nihai durumunu açıklayarak: “Yedi gök, yer ve içlerinde bulunanlar O’nu teşbih eder…” diye ifade etmektedir. Yani yedi gök, yer ve her ikisinde bulunan bütün yaratıklar bu müşriklerin söylediklerinden O’nu tenzih ve takdis edip, ubûdiyyet ve ulûhiyyetinde O’nun bir ve tek olduğuna tanıklık etmektedir. Bütün yaratıklar (canlılar, cansızlar ve bitkiler) mutlaka Yüce Allah’ı hamd ile teşbih ederler. Yani her bir şey kendisinden başka bir varlıktan yaratılmış olmakla, bütün varlıkları yaratan Allah’ın varlığının vücubuna (zorunluluğuna) delâlet etmekte, tanıklık etmektedir. İnsanların teşbihi “sübhanallah” demeleriyle insanların dışındakilerinin ise Yüce Allah’ın tenzihine delâlet etmeleri ile olur. Bu da mecazî bir teşbihtir. Kimi ilimler, bu dahi bir hakikattir, demektedir.

“Ama siz onların teşbihlerini anlamazsınız.” Yani ey insanlar, siz o varlıkların teşbihlerini anlayamıyorsunuz. Çünkü bu sizin dilinizden başka bir fille olmaktadır. Nitekim Buhârî’de İbni Mes’ud’dan şöyle dediği sabittir: Bizler yenilmekte iken yemeğin teşbihini işitirdik. Katâde de der ki: Ağaç veya : aşka bir şey olsun, canı olan her bir varlık teşbih eder.

“Muhakkak ki O Halim’dir, Gafûr’dur.” Şanı Yüce Allah ezelden beri öyleydi, ebediyyen de öyle olacaktır: O Halîm’dir, kendisine karşı gelip isyan edenlerin cezalarını çabucak vermez, aksine mühlet verip erteler, dilediğinde aranızdan tevbe edenleri de bağışlar.