26

٢٦

اِنَّ اللّهَ لَايَسْتَحْي اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَابَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَاَمَّا الَّذينَ امَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَاَمَّا الَّذينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا اَرَادَ اللّهُ بِهذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِه كَثيرًا وَيَهْدى بِه كَثيرًا وَمَايُضِلُّ بِه اِلَّاالْفَاسِقينَ

(26) İnnellahe la yestahyi ey yadribe meselem ma beudaten fe ma fevkaha fe emmellezine amenu fe ya’lemune ennehül hakku mir rabbihim ve emmellezine keferu fe yekulune maza eradellahü bi haza mesela yüdillü bihi kesirav ve yehdi bihi kesira ve ma yüdillü bihi illel fasikiyn

Şüphesiz Allah çekinmez vermekten misal olarak sivri sineği onun daha üstündeki böylece iman eden kimseler bilirler şüphesiz onun Rablerinden hak olduğunu ve kafirlere gelince derler: Allah bu misal ile ne murat etmiştir saptırır bununla çoğunu hidayete erdirir bununla bir çoğunu da ve saptırır bununla ancak fasıkları

(26) Allah disdains not to use the similitude of things, lowest as well as highest. Those who believe know that it is truth from their Lord but those who reject Faith say: “What means Allah by this similitude?” By it He causes many to stray, and many He leads into the right path but He causes not to stray, except those who forsake (the path) –

1. ve beşşir : ve müjdele
2. ellezîne âmenû : âmenû olanlar, Allah’a ulaşmayı dileyenler, îmân edenler
3. ve amilû : ve yaptılar
4. es sâlihâti : salih ameller, nefsi tezkiye edici
5. enne : olduğunu
6. lehum cennâtin : onlar için cennetler vardır
7. tecrî : akar
8. min tahti-hâ : onun altından
9. enhâru : nehirler
10. kullemâ : her seferinde, her defasında
11. ruzikû : rızıklandırılırlar
12. min-hâ : on(lar)dan, oradan (orada)
13. min semeretin : ürünlerden, mahsullerden, meyvelerden
14. rızkan : rızık olarak
15. kâlû : dediler
16. hâzellezî (hâzâ ellezî) : bu ki (o şey)
17. ruzık-nâ : biz rızıklandırıldık
18. min kablu : önceden, daha önce
19. ve utû : ve verildi
20. bi-hi muteşâbihan : ona benziyen, ona benzer
21. ve lehum : ve onlar için (vardır)
22. fî-hâ ezvâcun : orada eşler
23. mutahharatun : temiz olan, temiz
24. ve hum : ve onlar
25. fî-hâ hâlidûne : orada devamlı kalacak olanlar

إِنَّdoğrusuاللَّهَallahلَا يَسْتَحْيِيçekinmezأَنْ يَضْرِبَvermektenمَثَلًاmisalمَا بَعُوضَةًbir sivrisineği فَمَا فَوْقَهَاveya ondan daha üstün olan herhangi bir şeyi فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواgerçekten iman edenler فَيَعْلَمُونَbilirler kiأَنَّهُo kesinlikleالْحَقُّbir haktırمِنْ رَبِّهِمْrablerindenوَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواküfürlerinde bilinçli olarak ısrar edenler iseفَيَقُولُونَderlerمَاذَاneyiأَرَادَkastetmiştirاللَّهُallahبِهَذَا مَثَلًاbu misal ile يُضِلُّsaptırırبِهِonunlaكَثِيرًاpek çoğunuوَيَهْدِيhidayete erdirirبِهِonunlaكَثِيرًاbir çoğunu daوَمَا يُضِلُّsaptırmazبِهِonunlaإِلَّا الْفَاسِقِينَfasıklardan başkasını


SEBEB-İ NÜZUL

İbn Cerîr’in kendi isnadlarıyla Süddî’den tahricinde Abdullah ibn Mes’ûd ve diğer bazı sahabeden rivayetine göre Allah Tealâ, Bagarah 17 ve 18’de müna­fıklarla ilgili iki misali verdiğinde münafıklar: “Allah böyle misaller vermeye­cek kadar yücedir.” dediler de “İşte onlar gerçekten hüsrana uğrayanlardır.” (Bagarah 27)’ye kadar olmak üzere “Hiç şüphesiz Allah, sivrisinek ve onun öte­sinde bir şeyi misal getirmekten haya etmez…” âyetini indirdi.

Vâhidî’nin… İbn Mes’ûd’dan rivayetine göre ise Allah Tealâ, müşriklerin ilâhlarını zikredip “Ey insanlar bir misal verildi, şimdi onu dinleyin. Allah’ı bırakıp da tapındıklarıniz bunun için bir araya gelseler bile bir sineği bile yara­tamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de.” (Hacc, 73) ve müşriklerin ilâhlarının tuzaklarım zikredip onların tuzaklarını örümcek yuvası gibi olmakla niteleyip “Allah’ın dışında dostlar edinmiş olanların misali örümceğin misali gibidir ki örümcek bir yuva edinmiştir. Halbuki yuvaların en çürüğü hiç kuşkusuz örümceğin yuvası­dır.” (Ankebût, 41) buyurunca müşrikler: “Görüyor musunuz Muhammed’e İndirdiklerinde Allah sinek ve Örümceği misal veriyor. Acaba bu kadar değersiz şeyleri misal getiren tanrı nasıl bir tanrıdır ki! Bir tanrı bunu yapar mı?” dediler de Allah Tealâ: “Hiç şüphesiz Allah, sivrisinek ve onun ötesinde bir şeyi misal getirmekten haya etmez…” âyetini indirdi. Bu rivayetin isnad zincirinde bulunan Abdulğanî gerçekten vâhî bir râvidir. Bu rivayet Vâ­hidî’nin Esbâbu’n-Nüzûl’ünde İbn Abbâs’tan rivayetle yer almaktadır

Hasen ve Katâde de şöyle diyorlar: Allah Tealâ kitabında sinek ve örümce­ği zikredip müşriklerin yapmakta olduklarına bunları misal getirince Yahudiler güldüler ve: “Doğrusu bu Allah kelâmına hiç benzemiyor.” dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti indirdi.

Abdurrezzâk da tefsirinde Katâde’den rivayetle şöyle diyor: Allah Tealâ, (Kur*ân’da sinek ve örümceği zikredince müşrikler: “Acaba sinek ve örümceğin nesi var da (Kur’ân’da) anılıyorlar?” dediler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyeti indirdi.

İbn Ebî Hatim’in Hasen’den rivayetine göre ise “Ey insanlar bir misal ve­rildi, şimdi onu dinleyin. Allah’ı bırakıp da tapındıklarınız bunun için bir araya gelseler bile bir sineği bile yaratamazlar…” âyeti nazil olunca müşrikler: “Bu ne biçim misal?!” veya buna benzer bir şeyler söylediler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu

Bu rivayetlerden birincisi isnad açısından daha sahih olması yanında sûre­nin başında geçenlere de daha uygundur. Aslında diğer rivayetlerde Allah’ın sinek ve örümceği misal getirmesine müşriklerin karşı çıktığı ve onların buna hayretlerini belirtmeleri üzerine bu âyetin indiğinin söylenmesi âyetin medine’de nazil olmuş olmasıyla da uyuşmamaktadır.

Yukardaki rivayetlerden en uygunu Vâhidî’nin rivayet etmiş olduğu sinek ve örümcek misallerine Yahudilerin itiraz ve hayretlerini ifade eden rivayettir