55

٥٥

يَوْمَ يَغْشيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَاكُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

(55) yevme yağşahümül azabü min fevkihim ve min tahti erculihim ve yekulü zuku ma küntüm ta’melun
O gün azap kaplayacak onların üstlerinden ayaklarının altından tadın bakalım denecek yapmış olduklarınızdan (dolayı)

(55) On the Day that the Punishment shall cover them from above them and from below them, and (a voice) shall say: Taste ye (the fruits) of your deeds!

1. yevme : gün
2. yagşâ-hum : onları örtecek, kaplayacak
3. el azâbu : azap
4. min fevkı-him : onların üstünden
5. ve : ve
6. min : dan
7. tahti : alt
8. erculi-him : onların ayakları
9. ve yekûlu : ve derler
10. zûkû : tadın
11. : şey(ler)
12. kuntum : siz oldunuz
13. ta’melûne : siz yapıyorsunuz


AÇIKLAMA

“Müşrikler: “Ona da Rabbinden mucizeler indirilse ya!” dediler.” Yani müşrikler serkeşlik, üste çıkma ve inatçılıkla şöyle dediler: Salih’in devesi, Musa’nın âsâsı ve İsa’nın sofrası gibi önceki peygamberlere indirilen muci­zeler gibi Muhammed’e de, onun doğruluğuna delil olacak ve kendisinin Allah tarafından gönderilen bir Rasul olduğunu isbat edecek maddî bir muci­ze indirilse ya!

Allah da onlara şöyle cevap verdi: “Sen onlara şöyle de: Bütün mucize­ler ancak Allah katındandır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Yani ey Muhammed! Onlara de ki: Ayetlerin indirilmesi ve mucizelerin gönderilme­si Allah Tealâ’ya aittir. Eğer O, sizin hidayete ereceğinizi bilseydi, sizin bu isteğinizi yerine getirirdi. Zira bu Onun için kolaydır, gayet basittir. Fakat O sizin bu talebinizle sadece serkeşlik ve deneme amacı taşıdığınızı gayet iyi bilmektedir. Dolayısıyla sizin bu arzunuza icabet etmeyecektir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Onlara mucizeler göndermeyişimizin sebebi; sadece önceki kavimlerin kendilerine gönderilen mucizeleri yalanlamalarıdır. Biz Semud kavmine apaçık bir mucize olarak dişi bir deve verdik. Ne var ki onlar ona haksızlık ettiler…” (İsra, 17/59).

Ben ancak size, küfrünüzde devam ederseniz gelecek şiddetli bir aza­ba karşı sizi açıkça uyarmakla görevli bir uyarıcı olarak gönderildim. Be­nim üzerime düşen size Allah Tealâ’nın risâletini tebliğ etmektir. Sizi hida­yete erdirmek bana ait değildir. “Allah kimi hidayete eriştirirse o hidayete erişen kimsedir. Kimi de saptırırsa sen Allah’tan başka hiçbir irşad edici, hiçbir dost bulamazsın.” (İsra, 17/11 ) “Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah dilediğini hidayete erdirir.” (Bakara 2/272).

Allah Tealâ daha sonra onların son derece bilgisiz ve geri kafalı olduk­larını beyan etti. Zira onlar kendisine Kur’an indiği halde Hz. Muhammed (s.a.)’in getirdiği bu dinde doğru sözlü olduğuna delâlet edecek mucizeler talep ettiler. Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:

“Kendilerine okunan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” Yani içinde senden öncekilerin haberleri, senden sonrakilerin durumları, aralarındaki meselelerin hükümleri anlatılan bu yüce kitabı sana indirmiş olmamız, senin doğru sözlü olduğuna delil olarak onlara yetmiyor mu? Zira sen okuma-yazma bilmeyen, Ehl-i Kitap’tan hiçbir kimse ile de irtibatı, gö­rüşmesi olmayan ümmî bir kişisin. Bununla birlikte önceki sahifelerde olan haberleri getirdin ve ihtilafa düştükleri konularda doğruyu açıkladın. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Onlara önceki kitaplarda bu­lunan hususların açıklaması gelmedi mi?” (Taha, 20/133).

İmam Ahmed, Buhari ve Müslim’in Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet et­tikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: “Pey­gamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki kendisine beşerin benzerlerine iman ettiği mucizeler verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise Allah’ın ba­na vahyi (olan Kur’an-ı Kerim)dir. Ben kıyamet gününde peygamberler ara­sında ümmeti en çok olan peygamber olacağımı ümid ediyorum.”

“Sen onlara şöyle de: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.” Yani ey Muhammed! Onlara de ki: Benimle sizin aranızda her şeyi bilen âdil hakem olarak Allah yeter. O, sizden sadır olan yalanlamayı, benim si­ze söylediğim şeyleri ve size tebliğ ettiğim emir ve uyarıları ve benimle size gönderdiği kitabı gayet iyi bilir. Eğer Onun adına yalan söylesem benden intikam alır.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Eğer Muhammed, kendinden bazı sözler uydurup da bunları bizim söylediğimizi iddia etseydi, elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da can da­marını keserdik. Hiçbiriniz de buna mani olamazdı.” (Hakka, 69/44-47).

Ben, size haber verdiğim hususlarda doğruyu söyledim. Bu sebeple -Rabbim- beni apaçık mucizelerle ve kesin delillerle teyid eyledi.

“O, göklerde ve yerde olan her şeyi gayet iyi bilir.” Yani Allah Tealâ’ya hiçbir şey gizli kalmaz. O, göklerde ve yeryüzünde meydana gelen ve mey­dana gelecek olan her şeyi bilir. Bu itibarla O benim durumumu da, sizin durumunuzu da, benim doğru söylediğimi de, sizin yalanlamanızı ve inkâr etmenizi de gayet iyi bilir.

“Batıla inanıp Allah’ı inkâr edenler işte asıl hüsrana uğrayacak olan­lar onlardır.” Yani Allah’tan başka kendisine tapınılan putlar, heykeller ve benzeri fani varlıkları tasdik edip Allah’a imana delâlet eden delillerin çok­luğuna rağmen Allah’ın varlığını ya da birliğini inkâr edenler, işte onlar iman karşılığında küfrü satın aldıkları için ticaretlerinde hüsrana uğrayan kimselerdir. Allah, kıyamet gününde, onların yaptıklarının karşığılını verecek ve Allah’ın peygamberlerinin doğru söylediklerine dair delillere rağmen Allah’ın peygamberlerini yalanlama, hakkı inkâr etme ve hiçbir delil olmaksızın tağutlara ve putlara inanma gibi batıla tabi olma şeklinde işledikleri fiillere karşılık onları cezalandıracaktır.

“İşte asıl hüsrana uğrayacak olanlar onlardır.” ayeti hasr (yani özel­likle belirtme) ifade eder. Yani kim bâtıla inanıp Allah’ı inkâr ederse, o kimse ziyandadır. Batıla inanan herkes Allah’ı inkâr etmiş olur.

Allah Tealâ daha sonra Allah’ın azabının derhal meydana gelmesini is­teyen müşriklerin bilgisizliklerini ve ahmaklıklarına işaret ederek şöyle buyurdu:

“Onlar senden azabın bir an önce indirilmesini istiyorlar. Eğer belirli bir vade olmasaydı o azap onlara gelmişti bile. Hiç şüphesiz o azap, onlara hiç haberleri olmadan ansızın geliverecektir.”

Yani Kureyş kâfirleri Cenab-ı Hakk’ın şu ayette anlattığı gibi bu aza­bın kendilerine derhal gelmesini istemektedirler: “Hani onlar: “Ey Allah’ım! Eğer bu Kur’an senin nezdinden indirilmiş hak bir kitap ise, gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakıcı bir azap ver.” demişlerdi” (En-fal, 8/32).

Eğer bu azap belirli bir vakitle tayin edilmiş olmasaydı ve Allah bu azabın kıyamet gününe kadar geciktirilmesini kesin olarak takdir etmiş ol­masaydı, bu azap onların istedikleri gibi pek yakında süratle kendilerine derhal inerdi. Bununla birlikte bu azap onların geleceğini hissetmedikleri, gaflette oldukları bir anda geliverecektir.

Cenab-ı Hak daha sonra onların azabın inmesi şeklindeki taleplerini bir defa daha şu ayetle zikretti:

“Onlar senden azabın bir an önce indirilmesini istiyorlar. Halbuki ce­hennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır.” Yani onlar senden azabın meyda­na gelmesini istiyorlar. Bu azab hiç şüphesiz meydana gelecektir. Cehen­nem de onları her taraftan kuşatacaktır.

Cenab-ı Hak daha sonra bu azabın kendilerini kuşatma şeklini şu ayetle açıklamıştır: “Azap onları tepelerinden ve ayaklarının altından sar­dığı gün Allah onlara: ‘Yaptıklarınızın cezasını tadın bakalım.” diyecektir.”

Yani o gün azap onları her taraftan kaplayacak, azarlama ve tehdit olarak onlara dünyada işlediğiniz küfür ve masiyetlerin cezasını tadın ba­kalım denilecektir. Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi: “Onlara cehennemde, ateşten altlarına yatak üstlerine örtüler vardır.” (Araf, 7/41).

“Onlara, ken­dilerini üstlerinden gölgeleyen ateşler, altlarında gölgeleyen ateşler vardır” (Zümer, 39/16).

Yine Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Kâfirler ateşi yüzlerinden ve arkalarından savamayacakları ve kimseden de yardım göremeyecekleri za­manı bir bilseler!” (Enbiya, 21/39).

“O gün onlar cehennemin ateşine yüzüstü sürüklenirler ve onlara tadın cehennem ateşinin dokunuşunu, denir” (Kamer, 54/48).