15

١٥

وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاصَالِ

(15) ve lillahi yescüdü men fis semavati vel ard tav’av ve kerhev ve zilalühüm bil ğudüvvi vel asal

kim varsa Allah’a secde ederler göklerde ve yerde ister istemez ve onların gölgeleri de sabah ve ikindiden sonra

(15) Whatever beings there are in the heavens and the earth do prostrate themselves to Allah (acknowledging subjection), with good will or in spite of themselves so do their shadows in the mornings and everything’s.

1. ve lillâhi (li allâhi) : ve Allah’a
2. yescudu : secde eder
3. men fî es semâvâti : semalarda olanlar
4. ve el ardı : ve yeryüzü
5. tav’an : isteyerek
6. ve kerhen : ve istemeyerek
7. ve zilâlu-hum : ve onların gölgeleri
8. bi el guduvvi : sabahleyin, sabah
9. ve el âsâli : ve akşamleyin, akşam


AÇIKLAMA
Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah’a secde ederler.
Şimşeğe boyun eğdiren Allah Tealâ’dır. Şimşek, zıt kutuplu elektrik yüklü iki bulutun birbirine yaklaşması sebebiyle buluttan yayılan parlak ışıktır. Onu korkutmak için size gösterir. Yolcu olan da, ekin tanelerini harmanda toplayan çiftçi de ondan korkar. Her insan, onun gözü kamaştıran çakışından veya her önüne çıkanı katıp götüren sellere sebep olmasından çekinir. Yine onu Allah, ümitlendirmek için size gösterir. Ekinlerini, ağaçlarını sulamak için yağmura ihtiyacı olanlar, havanın topraktan, kumdan, dumandan ya da mikroplardan temizlenmesi için yağmuru bekleyenler onu ümitle gözlerler. Genel olarak in sanlar iki kısımdır: Birinci gurup, kendisine göre hayır saydığı şeylerle sevinir ve ümitlenir. İkinci gurup ise, başına gelen ve kötü, zararlı saydığı şeyler sebe biyle kötümser, bezgin ve asık suratlıdır.
Su dolu, yağmur yüklü bulutlan meydana getiren Allah Tealâ’dır. Bu bu lutlar, suyunun çokluğu sebebiyle ağır ve yere yakındır.
Mücâhid şöyle der: “Su yüklü, bulutlardır.”
Gök gürlemesi, sözle değil, aksine lisân-ı hâl ile Yaradanı ortaktan ve aciz likten tenzih eder, O’na boyun eğdiğini ilân ederek, kudreti ve hikmeti karşı sında O’na mutî’ olduğunu bildirir. Yine Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “O’nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların teşbihlerini anla mazsınız” (İsra, 17/44).
Melekler de Allah’dan korktuklarından ve O’nu yücelttiklerinden, Rableri-ne teşbih eder ve O’nu eş ve çocuktan münezzeh kılarlar.
Allah, azab etmek için yıldırımlar gönderir ve bunlarla dilediklerini ceza landırır. Bu sebepten âhir zamanda yıldırımlar çoğalacaktır.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kıyamet yaklaşınca yıldırımlar çoğalır. Öyle ki kişi bir kavme gelir ve ‘Güneş doğmadan önce kimleri yıldırım çarptı’ der. On lar da ‘Falanca, falanca, falanca yıldırımla helak oldu’ derler.”
Gök gürlemesi ve şimşeğin her ikisi de ya hayır müjdecisidir ya da kötü lükle korkuturlar. Bu sebepten Rasulullah (s.a.) gök gürültüsü duyulduğunda veya şimşek görüldüğünde dua etmemizi emretmiştir.
Buharî Ahmed b. Hanbel, Sâlim’den babası tarikiyle Rasulullah (s.a.)’ın gök gürlemesi ve yıldırımları işittiği zaman şöyle dua ettiğini rivayet ederler: “Ey Allah’ım! Gazabınla bizi öldürme, azabınla bizi yok etme. Bundan önce kö tülüğü bizden defet”
Şimşek ve gök gürlemesi esnasında şöyle denilmesi sünnettir: “Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları getiren O’dur. O’na gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından teşbih ederler.”
îmam Malik Muvatta’ında, Abdullah b. Zübeyr (r.a.)’dan gök gürlemesini duyduğu zaman konuşmayı bırakıp ve şöyle dua ettiğini rivayet eder: “Gök gü rültüsünün hamd ile meleklerin korku ile teşbih ettikleri Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır.”
Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre (r.) den, rivayet ediyor; O gök gürültüsünü işittiği zaman şöyle dua ederdi: “Gök gürültüsünün hamd ile teşbih ettiği Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır.”
Enes (r.a.), Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Yıldı rım, Allah Tealâ’yı zikreden kimseyi çarpmaz.”
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.), gök gürül tüsünü işittiğinde şöyle dua ederdi: “Gök gürültüsünün hamd ile ve meleklerin korku ile teşbih ettikleri Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. O’nun her şeye gücü yeter.” Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle derdi: “Kim bu duayı okur da onu yıldırım çarparsa, diyeti bana aittir.”
Allah’ın kudretini ve ilâh olduğunu gösteren bunca delile rağmen kâfirler, mücadele edip, Allah Tealâ’nm azameti ve O’ndan başka ilâhın olmadığı konu sunda şüpheye düşerler. Mücâhid şöyle der: “Bir Yahudi, Rasulullah (s.a.) ile tartışarak ona Allah Tealâ’nın hangi şeyden olduğunu sordu.”
Allah Tealâ, pek kuvvetli ve anında yakalayandır. Mumahale düşmana çok hileli davranmak demektir. Allah Tealâ, onlar farkına varmadan şiddetli azabı indirmek için ustaca tasarrufta bulunur. Temahhale”Hile yapmaya çalış tı, gayret etti” manasına kullanılır.
O, üstünüzden ve altınızdan size azâbetmeye kadirdir. “Hilelerinin sonu nun nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ve milletlerini, hepsini yerle bir ettik” (Nemi, 27/51). “Allah, kasabaların zalim halkını yakalayınca, böyle yakalar. Ya kalaması da şiddetli ve elimdir.” (Hud, 11/102).
Bu ayette Rasulullah (s.a.) teselli edilmiştir. Zira kâfirler, sadece Onun peygamberliğini inkâr etmekle kalmamışlar, bilâkis daha da ileri giderek Al lah’ın ulûhiyyetini de inkâr etmişlerdir.
Doğru davet, dua ve yakarış, ilâh edinilen putlara, totemlere, meleklere ya da insanlara değil sadece Allah Tealâ’ya mahsustur.
İbn Abbâs (r.a.), Katâde ve diğer alimler şöyle der: Ayette geçen “Davetü’l-Hakk”, Lâ ilahe illallah kelime-i tevhididir. Yani, ‘Mahlûkâtm bir kabul etmesi ve ihlâslı ibadet etmesi gereken tek varlık Allah’dır’ demektir.”
Keşşaf da bu ayetle ilgili iki vecih zikredilmiştir. Birincisi: “Davet”, batılın zıddı olan Hakk’a muzâf kılınmıştır. Yani “îslâm daveti, İslâm’a mahsus hak davasıdır” demektir. İkincisi: “Davet” “Allah Tealâ” demek olan Hakk’a muzâf kılınmıştır. Manası “Dua, ancak işiten ve kabul eden, hak olan Allah’adır” şek-
Bu ve bundan önceki ayetler, Rasulullah (s.a.) ile onları tehdit ettiği ceza hususunda mücadele ettiklerinden dolayı kâfirleri korkutmaktadır. Ebû Hay-yân, “Gerçek dua ve ibadet ancak O’nadır” kavli hakkında şöyle der: “Görünen o ki ayetteki bu izafet, mevsufun sıfata izafeti kabîlindendir. ‘Ahiret yurdu’ kavli de böyledir. Takdiri şöyledir: ‘Gerçek ve hak davet, başkalarına değil, sa dece Allah’a mahsustur. Çünkü Allah’dan başkasına yapılan davet batıldır’. Mana şöyledir: ‘Gerçek davet, sadece Allah Tealâ’ya yapılan davettir’. Bu ayet, kâfirlerin Allah ile beraber ilâhlar ihdas etmelerini reddetmektedir. Kim Al lah’a dua ederse bu yaptığı dua haktır. Onlar yüzünden Allah hakkında müca dele ettikleri putlarına dua etmeleri ise bunun aksidir. Zira bu dua batıl olup, hiçbir yarar sağlamaz. Bu sebepten Allah, “O’ndan başka dua ettikleri putlar…” diye buyurmuştur.
Allah’dan başka, putlara ve asılsız mâbudlara dua edenlerin -ki onlar müşriklerdir- isteklerini, bunlar kesinlikle karşılamaz, onların dualarını kabul etmez, yakarışlarını duymaz ve onlara fayda temin edemeyip zararı da onlar dan uzaklaştıramazlar. Bunların durumu, susuz olduğu halde ağzına gelmesi için uzaktan kendisine avuçlarını açmış bekleyen bir kimseye, suyun karşılık vermesine benzer. Su, cansız varlık olup duayı anlayamaz, sese karşılık vere mez ve onu hissedemez. Bu teşbihin ne kadar canlı ve gerçekçi olduğuna ve Al lah’a dua eden kimsenin açtığı gibi avuçların açıldığına dikkat edilmelidir.
Bu, Allah’ın kendisinden başkalarına ibadet edenlerin, onların dualarına karşılık vermelerinden ümitsizliğe düşmeleri için vermiş olduğu bir misaldir. Maksat akıllarım ve hislerini harekete geçirmektir. Araplar, erişemeyeceği bir şey için gayret gösterip çabalayan kimseye, suyu avuçla alan kişiyi misal ver miştir. Şair şöyle der:
“Onunla aramızda olan aşk yüzünden suyu açık bir avuçla alan kimseye benzedim.
İşte kâfirlerin putlara ibadeti de böyle, ziyandır, kayıptır ve boşunadır. Zi ra onların hem putlara yaptıkları dualar karşılıksızdır hem de Allah, bunların dualarını kabul etmez.
Bundan sonra Allah Tealâ, kudretinin, azametinin ve kuvvetinin mükem melliğini açıklayarak şöyle buyurmuştur: “Her şey Allah’a boyun eğip itaat eder. Müminler ve melekler, hem sıkıntıda hem rahatlıkta isteyerek boyun eğerken kâfirler sıkıntı anında istemeyerek itaat ederler. Aslında insan, hay van, nebat ve cansız varlıklar, bütün mahlûkat kendilerini yaratan ve meyda na getiren Yaratana boyun eğip, itaat ederler. Aynı şekilde adı geçen bütün bu varlıklardan gölgesi olanların gölgeleri de güneş doğuncaya kadar sabahın er ken saatlerinde ve gündüzün sonunda Allah’a secde eder ve boyun eğerler.” Gölgenin uzaması ve çekilmesi bu vakitlerde meydana geldiği veya Arapların kullanageldikleri gibi devam ifade etmek için bu iki vakit özellikle zikredilmiş tir. Allah’a secde edilmesi, O’nun Rab olduğuna delâlet eder. Allah Tealâ’dan başkası ibadet edilmeye lâyık değildir.